İslâm, dört delîli ile de Allâh irâde ve hâkimiyyetine dayanan bir nizâm olması hasebiyle, benzeyib taklid edebileceği ikinci bir sistem tanımakdan münezzehdir… Hele “beşerî bir sistemi taklîd ve ona teşebbüh”, ona nâmütenâhî çapda uzak yani bu muhâl…
O’nun muârızı olan şirk ve küfür cebhesinin ise, Âdem Aleyhisselâm’dan beri; ve hele Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ın devletiyle dünyâyı da içine alan ve böylece kuşatıb içine almadığı nokta kadar yer bırakmıyan böyle bir DÎN tebliği karşısında, iki şıkdan birine çıldırasıya sarılacağı inkâr edilemez… Ya O’na inkıyâd, ya O’nu imhâ… Dünyâ şirk cebhesinin, ilk insandan günümüze kadar ikinci şıkkı kabûl etdiğine; ve Kıyâmet’e kadar da bu istikâmeti ihtiyâr edeceğine göre, mes’ele “İslâm’ın imhâsı” işinden ibâretdir…
Şanlı Kelâm-ı Kadîm de, zâten bunu, nice âyet-i kerîmeleriyle apaçık ortaya koymuşdur. İslâm’ın dışındakiler içün “İnsanların ekserîsinin dalâletde olduğu”; ve içinde gibi görünenlerin de “Allâh’a ve Âhıret Günü’ne inandık deseler bile münkir (kâfir) oldukları”, kendisinde Reyb (şübhe) muhâl olan Kitâb-ı Mübîn’in muhalled beyanlarındandır…
Bir yanda münkir ve münâfık iki kanatlı cehennem cebhesi, bunun karşısında da “Mutlak Hakîkat Benim!” diyen; ve bu hükmü ile topyekûn din, sistem, ideoloji, doktrin ve devlet modellerini kazığa çakan; ve onları en büyük mu’cizelerinden biri olarak da “Hayır, sen değil; mutlak hakîkat benim!” diyemez hâle mahkûm etmek üzere boğazlarına mısır koçanı saplamışcasına nefes aldırmıyan Allâh irâde ve hâkimiyyeti yani İslâm…
Dünya, bugün, 4 cihetli hâliyle de bu tıkanış içindedir; ve iblis cebhesinin onbinlerce senedir, hele 15 asırdır çekdiği kıvranışın ana sebebi de, işte bu… Yevmî milyonlarca hâdisenin îzâhı, bu ana ve temel nokta görülmeden yapılamaz; yapmıya kalkanlar da sâdece havanda su döver; ve şeytanın maskaraları olmakdan zerre kadar kurtulamaz!
Yukarıdaki mutlak hâkîkatlerin adesesi ile bakdığımız zaman, saraylardan klubelere, hatta KIŞ KIYÂMET naylon çadırlarda yaşıyan Sûriye’li GARÎBANLARA kadar iğrenç bir oyun ve eğlence sahnede… Bu ESEDZEDELERE; Moskof, İngiliz, Yahudi, ABD, AB ve Şiizedelere kadar bütün beşeriyet, Kelâm-ı Kadîm ifâdesiyle “lâibün ve lehvün” kelimeleriyle ifâdesini bulan bir “globalizma zulmünün oyun ve eğlencesi” içindedir… İç ve dışdaki (şirk cebhesi) içün bu, oyun ve eğlence de değil; hayatın ta kendisi, hatta olmazsa olmazı… Üstelik bu oyun ve eğlence, devletlerarası bir iblislikle kıt’alar arasında bile bugünün sür’at vâkıası içinde son derece eğlenceli bir oyundur!. İngilizin “Ortadoğu” adını takdığı memâlik-i İslâmiyye’de bugün oynanan kanlı “eğlence” işte bu…
5 asır evvel başlıyan, hele 1839 gâvurlaşmasıyla tırmanan ve hele hele 93 yıllık zaman içinde zirveye fırlıyan dünyâ şirk cebhesi, “İslâm âlemi” denen vâkıayı “Haçlı Batı üstünlüğü propagandası” ile “aşağılık duygusu” denen cüzzam illetine mübtelâ etmişdir. Böylece onu, bu yolla dünyevîleştirmeye iterek, kendisini “işe yaramaz, ezilmeye namzet mürteci” hissetmesi yoluna devirib devrimlemişdir!
Kâinât târihindeki en büyük, daha azmanı olmıyan (soykırım) hâdisesinden bahsediyoruz…
Neticede de muvaffak olmuş; ve “İslâm Âlemi” denen vâkıayı kendi kendisini beğenmez, kendi kendisinden nefret eder hâle sokub, “dârürridde kazığına” oturtmuşdur!. 15 asır evvelki ve Kıyâmet’e kadar da tesbît ve isbâtlı İslâm yerine, bugün, İslâm’la zerre kadar alâkası olmıyan bir karikatür (kula tapış dîni), “HALKIN ve siyasetçilerinin dîni” olarak sarık cübbeli adam ve madam sürüleriyle ta’mim edilerek, zihinlere zift gibi kazınmıya başlamışdır. Yahudi-Haçlı irâde ve hâkimiyyetini sürdürecek bir “siyâsî, iktisâdî, ictimâî ve hukûkî” hayat tarzı, “dîne de uygunluk” etiketi ve ambalajı altında, cüzzamlı ve narkozlu olmayı sürdüren bir şekil kazanmışdır. Şirk cebhesi, işte bu keyfiyetle, şarkdan garba, cenubdan şimâle, cüzzamlı ve narkozlu hâle getirdiği hastanın biraz kıpırdamasına bile tehammül edemiyor; ve onu kuşatarak, aldatarak, “BOP eşbaşkanımsın, stratejik ortağımsın, müttefikimsin, AB eşiğimde hadımağamsın, nato’dan lejyonumsun, icabında kapatmamsın!” diyerek; içini ve dışını (terör=buğât=şekâvet şebekeleri) ile ablukaya alıyor; ve parmağını bile oynatamaz hâle getirme zulmü, aldatması ve kahpeliğinde bulunuyor!
Asırlarca içirilen “aşşağılık duygusu zehirleri” ile Dînini yani kendi kendisini “beğenmez” hâle getirilen siyâset hastaları öyle bir “oyun ve eğlence” içün narkozlandılar ki, “Getirin İsviçre anayasasını, altına imzâmı atayım, Avrupa’daki gibi dembokrasi ve laiklik istiyoruz” demelerden tutun; AKP güdücülerinin “Müslümanları biz laikleştirdik, Laiklik Türkiyenin nükleer gücüdür, ne şii ne sünniyim, din farkı gözetemeyiz!” demelere kadar varan, tarihde eşine rastlanmıyacak kadar korkunç, kendi kendini inkâr ihtilâcı ve intihârı sürüb gidiyor…
“Ben, Hakk Sübhânehû ve Teâlâ’nın MUTLAK HAKÎKATDEN ibâret nizâmıyım” diyen sistemi dışına çıkışın ve Şirk cebhesinin de buna:
“Sen, bu Mutlak Hakîkat dediğine ihânet edersen, bana da haydi haydi ihânet edersin!”
Mukâbelesi netîcesinde, yürümesini kaybeden ucûbe kekliğe dönüş; ve ortada moskof torpili gibi de kalış manzarası…
Yevmî hâdiselerin çöp yığınları altında kalarak kendisini kaybedenlere, bu “Mutlak hakîkat ancak benim” diyen; ve bunu bir başkasının hem de öz irâde ve hürriyeti içinde demesine mu’cize çapında tapa tıkayan bir DÎN; kendisine ihânet edilmesine aslâ müsâade de edemez…
O, “Mutlak Hakîkat ancak BENİM” demişse; ve bir başkası da bütün çıldırmalarına rağmen “Sen değil, Mutlak Hakîkat benim” diyemiyorsa; evet, kudurma eseri de olsa diyemiyorsa, işte bu bile MUTLAK HAKÎKATIN İSBATIDIR; ve bu Mutlak Hakîkatı gören ecdâdını (selefini) inkâr edib Yahudi-Haçlı karşısında “aşşağılık duygusu” içine düşerek boğulanlar, üçbuçuk dağ piçinin önünde yıllardır acınacak hâle gelirler!
Müttefik görünen gâvur da, ne olduğunu apaçık ortaya koyar; eşkıyâyı sâhiblenir; ve onlara da (gık) deme imkânı kalmaz, kıvranırsın!
Tabii olan da, garîbân ve çilekeş Anadolu ehâlîsine olur!
Kurunun yanında yaşın da yanması sırrı…
Veya:
“HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSARAK, DİLSİZ ŞEYTAN OLMALARIN CEZÂSI!”
(İlk intişârı: 24.02.2016)