Dokunulmazlıkla Tanrılaştırma!
4 Nisan 2016
İslam Birliği, İsim Ve Resim Demekse!
14 Nisan 2016

Hulefâ-yı İslâmiyye arasında müstesnâ ve fevkal’âde kıymetli yeri olan Cennetmekân Firdevs-i Âşiyân Gâzî Sultân Selîm Hân

HÂKİM, HÂDİM VE

HADIMÜ’L-HARAMEYN! 

Ahmed SELÂMÎ

Hulefâ-yı İslâmiyye arasında müstesnâ ve fevkal’âde kıymetli yeri olan Cennetmekân Firdevs-i Âşiyân Gâzî Sultân Selîm Hân Aleyhirrahmeti Ve’l-Ğufrân Efendimiz Hazretleri’nin, Cuma hutbesindeki hatîbin zât-ı hilâfetpenâhîlerine “Hâkimü’l-Harameyn” deyivermesi üzerine, bütün hücrelerini saran bir aşk-ı hakîkî ile “Ben Hâkimü’l-Harameyn değil, HÂDİMÜ’L-HARAMEYNİM” buyurarak gürlemesindeki îmân, ihlâs, edeb, aşk, vecd, asâlet, tevâzû’, mahviyyet, tabiîlik, NEREDE; bu eşsiz rütbeyi, Laik ve dembokratik RAİS Tavil Tayyib Paşa’nın “devlet nişanı verişi” sırasında Krala son derece kolayca verişindeki; ve yandaş Star’ın “Hâdimü’l-Harameyn’e devlet nişânı verildi” deyişindeki, kirli politika hesâbıyla son derece sırıtkan, zorlama, riyâ bulaşığı, çakma, çatma, sahte, uydurma, kalp para seviyesinde, beleşçe, hakkı tepe taklak ederek sunma basitliği ve ucuzculuğu nerede!..

Kanal a’daki Fatin Dağıstanlı Bey’in telâffuzuyla da, burulmuş, innîn ve iğdiş edilmiş ma’nâlarına gelen “hadım” kelimesini,  bunun iki hecesini de kısa söyliyerek “hadımü’l-harameyn” terkîb-i arabîsi gibi kullanması, belki de yerli yerinde ve son derece yakışan bir tevâfuk olmuşdur!..

Nasîbi olan, buradaki ezelle ebed arasındaki fark kadar açıklığı, muvâzene, mukâyese, zâviye ve dehşeti derhal ve ürpererek görür; ve bu, Anadolu da dâhil topyekûn İslâm milletinin hangi zirvelerden hangi zırva ve çukurlara sukût etdirildiğini, Kütahya’lara kadar gelen Vehhâbî sürülerinden sırtına hançer yemiş olarak, o sancı ve ıstırabla hisseder… Bunların “Afv defteri ruznâmeye gelmeden” ve İslâm’ın silinme âmilleri olan bu “çakma mezhebçi taassub beliyyeleri” gözden geçirilmeden, “hemen barışma” şahsiyetsizliği, laik dembokratiklerin değil ama, müslümanın acziyet ve perişanlık vesîkası olur!

Halîfe-i Müslimîn Sultân Selîm Hân Hazretleri, ne kadar “Hâdimü’l-Harameyn” idi ise; ve İmâm-ı A’zâm Ebû Hanife Rahmetullahi Aleyh Efendimiz Hazretleri ve Ashâb-ı Güzin Rıdvânullâhi Aleyhim Ecmaîn Efendilerimiz üzerinden Rasûl’e ve O’nun Rabbi ALLÂH Azze ve Celle Hazretlerine müntehî olub “fenâ fillâh” sırrı içinde bir büyük KAHRAMAN ve KUMANDAN idi ise; bugün o harameyne “Hâkim, sâhib, mâlik, kral, melîk, patron ve şâh” v.s. olanlar, bunlardan nâmütenâhî uzak ve nasibsizdir!

Hür yani mücerred Allâh Azze’ye bağlı oluşla, “işgâl altında esir oluş” arasındaki nâmütenâhî FARKI idrâk ve tatmak haslet ve kâbiliyyet-i islâmiyyesinden mahrûm olanlara bunu anlatmak, aslâ mümkin de olamaz…

İslâm gibi Allâh’ın mutlak nizâmı dışında olduğu bedâhât derecesinde ortada olan krallık ve dembokrasi gibi biribirine de yüzde yüz zıt olması şart olan iki (beşeri rejim veya sistemi), iblis dünyasının zorda bırakmasıyla kucaklaştıran, öpüştürüb koklaştıran ana SÂİK ve SEBEB, mücerred globalizma karşısındaki zaafları, acziyyetleri ve çâresizlikleridir… Yoksa, İslâm’ın, her söz ve fiile (meşrûiyyet) keyfiyeti bahşeden mücerred (ihlâs=Allâh içün olma) esâsı değildir ve olamaz… Allâh ve Rasûlü Aleyhisselâm’dan gelen “Mücerred Sünnet ve Cemaat hatt-ı müstakîmi” 24 saatin bütün dakikalarıyla redd ve nefy edilen iki sapıtma çizgisinde, Hakk’ın RIZÂSINA muvâfık ve mutâbık zerre kadar bir îmân, amel ve ahlâk kıymeti veya ihtiyâcı veya derd ve sıkıntısı aslâ düşünülemez… Resmî ve beşerî olmanın dışında (değer hükümleri) bugün hiçbir ülkede yokdur…

İ. Teymiye ve tilmizi İ.Kayyım satıhçılığıyla, derinliği olmıyan ve tahrib ve tahkîr esâsına bağlanarak, bunu, i’tikâdlarının temeli yapan; kurulduğu günden i’tibâren 11 asırlık İslâm hakîkatlerini beğenmeyib bunların yerine “mezhebçi= guluva sapan, nice İslâm dışı” idrâk sefâleti ve ifrâd kutbu olma bedbahlığı ile kendine yer açan adamların, şii “mezhebçiliğiyle” de (tefrîd kutbu) olarak beraberce İslâm’a verdikleri zarar ve ziyân, kütübhâneler hacmindeki eserlerin şehâdetiyle bedâhaten ortadadır. Bugün beşerî politika meczublarının “mezhebçiliği” redd ü nefy ederken, bunun içine “sünnet yolu hakîkatını ve usûlünü de” dâhil ederek “aslını inkâr eden mahlûklar derekesine düşmeleri” sâdece iğrençdir; ve bunların “müslümanlıkları” da sâdece gözküllemiye ma’tûf bilinir…

Mebde’leri yehûdî ve İngiliz parmaklarıyla hareketlenen bütün bu makûle “mezhebçi” adam ve madamların, Sünnet ehli ve Cemaat hakîkatı içinde HAKK’a TESLİMİYYET yolundaki gerçek müslümanlar nezdinde hiçbir kıymeti olamaz; ve bunun, yukarıda beyân etdiğimiz vechile, global dünya ile oturulan (İslâm dışı) satranç oyunundan başka, hiçbir delâleti de düşünülemez.

İşin aslında, nişan veren ve alan iki tarafın, biribirine güvenmesi de aslâ bahis mevzuu değildir. Şia, haçlı ve yehudi ittifâkıyla kuşatılan tarafeynin, “denize düşen yılana sarılır” formülüyle siyâset yapdıkları nasıl akledilemez!?.

Kurulduğu günden beri, (HÂŞÂ) Peygamber buğzunun bir isbât ve nişânesi olarak “Kubbe-i Hadrâ’nın=Rasûl-i Rusül’e âid Türbe Kubbesinin”  yıkılması hedef ve bâtılına kilitlenmiş ve Sünnet ehlini de, şiilerin “yezîdî” görmesi gibi “müşrik” olarak görme illetine yakalanmış bir “mezhebçi taassubunun”, (Ankara’daki laik felsefe mü’minlerini) “bizi aldatmışlar” diye meşhûr nakarâta devam etdirecekleri de şübhesizdir!..

ABD parmaklarına geçmiş Emekli Vâiz Fetokardinâle ve Batı tırnaklarıyla takla atan PKK ermeni çeteleri nasıl “aldatmışlarsa” işte o cins bir aldatma…

(İlk intişârı: 13.04.2016)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir