Dünki Akit’de manşete çekilen bir haber, 1962’den beri Vatikan papalarının misyonerlik faaliyetleri cümlesinden sürdürdükleri sinsi ta’biyenin iç yüzüne bir nebze de olsa ışık tutar; ve onların tıraşını çok değil, birazcık önlerine döker gibi idi ki, “diyalogcu” cemaat ve hempalarının, bu kadarcık bir haber karşısında bile suratları paçalarına düşdü!
Millet, yarım asırdır, “hoşgörü ve diyalog!” denen papaz zehirlerini içe içe sersemlemiş;ve abantlar, sempozyumlar, Türk okulları denen bilmem ne tezgahları, bilmem ne harekâtı, bilmem kim dini, entitüler, kürsüler, uydurma kitab ve muharref Tevrat ve İncil referanslı tefsirler, çoluk çocuğu sahne artistleri ve varyete bilmem neleri gibi teşhir etmeler, papa himmet ve gayretleri ve Türkçe Olimpiyatları perdesi altındaki fitneler gibi nice planlamalarla da, bugün yatalak hâle getirilmiş; ve neredeyse, üzerinden binbir uydurma, saptırma, şirk, küfür ve tahriflerle tank gibi geçilmiş ve pestili çıkarılmışdır!
Bugün, “hoşgörü ve diyalog!” fitnesinin karşısına çıkan adamlar, DİB Başı GÖRMEZ’den, falan profesörlere kadar topu da, şimdiye kadar neredeydiler; ve bugüne kadar da susup, haksızlık karşısında susan insanların iktisâb ve irtikâb etdikleri derekelere neden sukût etdiler?
Bu sual cevab ister!. Bu cevab ortaya çıkmadan, hiç kimse ve medya mücâhidleri (!) bulanık sularda balık avlamaya özenmesin ve bir iş yapdıkları vehmine de kapılmasın!
Biz, adı geçen habere sihirli değnek bulmuşcasına sarılan, teselli olan ve kurtuluşa ermişlerin hazzını yaşayan saftirikler gibi sevinç çığlıklarını “yorum!” diye yoğurmaya özenenlerden aslâ olamayız; ve onların bakdığı bodrum penceresinden de, hâdiseye bakamayız…
Evet, bu “hoşgörü ve diyalog!” denen dehhâmeleşmiş fitneye, her aklı başında adam karşı çıkmalı; ve hele, her îmân sâhibi müslüman ise, bu fitneyi yok etmek ve başını ezmek içün, bu işi, ruznâmenin başına oturtmalıdır… Ancak, bugün adı geçen haberle ortaya konulan diyalog fitnesine karşı çıkış, samimiyyet ve ihlasdan uzak, tamamen politik maksadlara ma’tuf, uyduruk bir muhâlefetdir!
Evet bu, politik saltanat kavgasının, artık su yüzüne çıkışından başka bir halt değildir!
Bugün diyalog fitnesinin karşısına çıkanlar da, nice başka cihetlerden Allâh’ın dînini tahrif etmek içün ne gözboyamalar peşindedir; ve bunlara ise, hiç parmak basan kalmamış gibidir!
Eğer bugün, bu “diyalog!” denen dünyâ çapındaki dehhâmeleşmiş fitnenin, arzı saran mikyasda seyri karşısında “uyanma!” pozlarına ve rollerine soyunan DİB Başı GÖRMEZ ve bazı takımlar, yarım asırdır söylenmesi icab edenleri, hatta şer’an zarûrî olan hakîkatları, neden söylemediler de, bugün söylemek lüzûmunu hissetdiler?!
Salak avutma ve enâyi uyutma kurnazlıklarını hâlâ tatbik peşinde olan uyanıklar, artık pabucun pahalıya malolacağını; ve saltanatlarına doğru ilerleyen bir fay hattını ürpererek hisseder ve hatta gözle görür oldular!. Devletmiş, hükûmetmiş, partiymiş, pırtıymış… Kim olursa olsun, söylenmesi gerekeni vaktinde söylemez; ve söylenmemesi şart olanı da, şimali Afrika memleketlerinde “laiklik!” fitnesinin propagandası olarak söylerse, o, en ağır mes’ûliyyet altındadır; ve iki cihanda da, bunun altında ezilmekden kendisini kurtaramaz!.
Allâh Azze’nin Mutlak Dîni, yahudinin, nasrânînin ve onların işbirlikçisi cemaat ve cemâdâtın elinde oyuncak hâline getirilir; “ibrâhimî dinler!” safsata, isrâiliyyât ve nânesiyle Allâh’ın Dîni mutlak bâtılın önünde onlarla aynı seviyeye alçaltılır; Rasûl-i Rusül Aleyhi Ekmeli’t-Tehâyâ Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretlerini Kelime-i Tevhid’den (hâşâ) tard etmek ve O’na inanmadan “ehl-i cennet olma!” küfürlerini irtikâb etmekden zerre kadar utanılmazsa; ve O Kâninâtın Fahri Aleyhisselam’a “sahtekâr ve yalancı peygamber!” diyen ve bu inançda olan insî şeytanlarla can ciğer ve sıkı fıkı olan iç düşmanlara, yarım asırdır susup dilsiz bilmem ne olmak göze alınabiliyorsa; bunları irtikâb eden adamların, bugün mücerred “Allâh Azze’nin Dînini!” samîmiyyetle müdafaa peşinde olduklarına aslâ inanılamaz; ve aksi hâlde buna inanmanın adı da, akıl ve iz’an iflâsından başka bir şeyle izâh edilemez…
Devletinin, “tek hükûmet ve otoritesi benim!” diyen AKP hükûmetine karşı, buna şerik ve ortakmış gibi Pensilvanyalardan esib gürleyen “Hoşgörü Diyalog pîri!” adamların, Kamal Paşa’nın irâde-i askeriyyesi ile tayinli halifesi (!) Abdülmecid denen adam gibi, kendini “Makâm-ı Muallâ-yı Hılâfet!” sâhibi sanması; ve böyle bir hava icâd ederek, hayâlhânelere “Hılâfetmeâb Efendimiz!” dedirtecek kadar “dizginler bendedir, beni dinlemeyeni yakarım!” şeklinde cambazlık ve roller peşine düşmesi, Ankara’lı AKP politikacılarına, devamlı nasırlarına basılma acısı yaşatıyordu!
DİB başı ve bazı prof. etiketli adamların bu son çıkışı, böyle bir nasır sökme operasyonu (cerrâhî müdâhale) değilse, ya nedir?
Bayram değil, seyran değil diye başlıyan darb-ı meseli zıdd-ı kâmilinden zikredecek olursak, Okyanus Ötesi sâhillerde gezinmenin, güneşlemenin ve hele oradaki öpülesileri takbil etmenin (!) ma’nâsı nedir o zaman?!!
Ankara hukûmet-i Tayyibe’si de olsa, milleti saftirik veya nahtirik yerine koymasın ve erkeğim diyen kim olursa olsun, denilmesi gerekeni 50 sene sonra değil, tam zamanında söylesin; söylenmiyecek olanı da, orda burda söylemesin!. Politik değil, tritik de değil, tetratik hiç değil, bir tek şahsiyet ve olduğun gibi görünüb göründüğün gibi olmak…
İki cihanda perişan olmamanın biricik çâresi budur; yani Allâh Azze içün yapmak ve yaşamak!
Gerisine ne halt etmek denirse, o da işte odur!
(İlk intişârı: 13.04.2013)