1850’lerden sonra, hakîkatın azılı düşmanı haçlı dünyasında başlatılan “amele” yürüyüşü, îmân, şahsiyet ve tarih bütünlüğümüzü parçalarcasına ve akıl zehirlenmesine düşmüşcesine, (bayram) diyerek içimize sokuşturuldu!
Ehâliyi, dikenler üstünde yuvarlanırcasına veya çıplak bacaklarıyla ısırgan tarlasında yuvarlanırcasına bir işkenceye tâbi tutan, haçlılardan bin kat bulamaç içdeki (ga.urların) bu ihânet fışkıran ameliyesi, her gün bile tel’îne müstahıkken, bunu her sene “bayram” diye (KURTLAMAK) ve milletin başına belâ etmek, nasıl iğrenç bir iflâsın isbât ve ilânıdır, tavsîf ve tasvîrinden âciziz…
Üstelik bir de, “Emek ve dayanışma Bayramı” demezler mi?
Kamal ve (İkinci-Kinci) paşaların CHP’si zamanında bile (yasak) olan bu bayram denen ucûbe keyfiyet, “Müslüman” Başvekil ve AKP lideri ve istikbâlin BAŞKANI Uzun ve Kocaman ADAM Receb Tayyib Erdoğan iktidârında, “resmen ve kânûnen bayram” ilân edilmek gibi bir statüye kavuşturulmuş; ve Anadolu insanının başına belâ edilmişdir… Aynen “zinâ fazîhasının” suç olmakdan çıkarılışı gibi, bu da, müslüman kavimlere hass îmân, akıl, ferâset ve iffet genetiğinin, (gevşeyib pörsümesi) hesâbına bozulmasını; ve GDO’lu ürünlere müşâbih, bir insan yığınının Anadolu yaylasına tepe tepe istif edilmesini netîce vermişdir…
Bundan bilistifâde, bilhassa Tanzîmat’dan i’tibâren jön Türklerin, sonra ittihadçı eşkıyâların, nihâyet cumhuriyetçi ve halkçı şebekelerin hulâsası olarak, zerresine kadar düşmanı oldukları İslâmiyet’den son derece nefret eden bir (ur kitlesi), memleketin göbeğinde öyle bir peydahlanmışdır ki, bu, yalınız doğrudan (dîne) değil, bu dîne azılı düşman olmıyan her ferd ve noktaya bile alabildiğine ters ve muârızdır; ve bütün bunların tamâmını yok etmekden başka hiçbir gâye de tanımaz…
Bu (ur kitlesinin) biricik yapmak istediği şey, idâre mevkiine gelemeyişinin intikamını, milletin malına, canına, huzûruna, yoluna, sokağına, meydanına ve herşeyine, yok edicilik hırs ve şehvetiyle ve aç kurtlar gibi, mücerred zarar vermek üzere saldırmakdır…
Anınçün bu (ur kitlesi), “paralel” bir koalisyon olarak, “gezi hâdisesinden” ve 17 Aralık bilmem nesinden itibâren, kar topu gibi yuvarlandıkça dehhâmeleşen bir ur halinde, (belâ) olmaya yol almaktadır… Hükûmet denen ve bakdığını görmekden âciz fos yapı ise, polis adı verilen ve hâdiselerin iç yüzünden habersiz anadolu çocuklarını, bu gözü dönmüş “ur kitlesinin” önüne ana kuzuları olarak değil de, etden bir duvar hâlinde örmeyi ve dikmeyi, ehâliye ve kendi tarafındaki şartlanmışlara “DEMOKRASİ VE tedbir” diye yutturmaktadır…
Yerin dibine geçesi dembokrasileri…
Tekrar ederiz ki, bu “Bayram” denen netâmeli belâyı milletin başına (işkence çuvalı) gibi kânûn kuvvetiyle geçiren de bu hükûmetdir; ve bu (1 Mayıs) denen zamanı, fıtratının dışına taşıyarak Kâinâta ve onun YARADANININA ısyân eden de, gene aynı merci’dir… Dînin akâidini, “böyle hoca mı olur” dediği “maşa adama” karşı kullanan Başvekîl, eğer samîmî ise, o “dînden” bir başka akâid hakîkatı ki; buyursun, bunu da yüreği yetiyorsa ağzına en asgarî îmân derecesinde alsın; ve Allâh Azze’nin huzûruna da öylece çıkabilsin!
Büyük Ehl-i Sünnet Ulemâsından Şehristânî Rahmetullahi Aleyh Hazretlerinin “MİLEL VE NİHÂL” nâm eserinden:
“MİLEL-İ SÂİRENİN BAYRAMLARINA İŞTİRÂK KÜFÜRDÜR!”
“Müslümanım” deyişinde nifâk değil de ihlâs taşıyan bir insanın en asgârî derecede “imân-ı şer’îyi tasdîk ve tahsîni”, onun, Allâh’ın Mutlak Dîni İslâmiyyet’e ters ve zıd hiçbir şeyi, zerre kadar da olsa, sahiblenib benimsememesinden geçer…
Üstâd Merhûm Necib Fâzıl Beyin “ya hep ya hiç” buyurduğu; ve 15 asır ulemâmızın da “İslâmiyyet, tecezzî kabûl etmiyen bir bütündür” dediği, en temel nokta…
Aksi halde, o “müslümanım” deyiş, Allâh’dan başkasına da mutlak irâde ve hâkimiyyet tanımakdır ki, Merhûm Müfessir Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri’nin ta’bîriyle aynen şudur:
“Vaz’-ı beşerî olan kânunlar ne ilim ne din, hiç biri olamazlar. Bunlar ilim nokta-yı nazarından bâtıl, dîn nokta-yı nazarından ŞER teşkîl ederler; ve gayr-i müstakîmdirler. Bunun içün beşerin hakkı, gerek ilimde ve gerekse dinde kânûn vaz’etmek değil; HAKK’ın kânunlarını arayıb bulmak ve keşf ü ızhâr etmekdir….. Lisân-ı İslâm’da HÜRRİYET, hukûkuna mâlikiyyet diye ta’rîf olunur (Keşf-i Pezdevî) ki, bunun zıddı, HUKUKUNA BAŞKASININ MÂLİK OLMASI DEMEK OLAN ESÂRET VE RIKKIYETDİR. Asl-ı hukuk ise vaz’-ı ilâhîdir. Binâenaleyh herhangi bir ferdin vaz’-ı ilâhî olan hukûku, kendi rızâsı munzam olmaksızın, diğer bir vaz-ı beşerî ile tebdîl, tağyîr veya tasarrufa mahkûm olabiliyorsa, O ARTIK YALINIZ ALLÂH’IN KULU DEĞİLDİR. VE ONDA BİR HİSSE-İ ESÂRET VARDIR. VE ARTIK ONUN VECÂİB Ü VEZÂİFİ, MAHZ-I HAKKIN ÎCÂBINA DEĞİL; ŞUNUN BUNUN KEYF Ü İRÂDESİNE TÂBİ’DİR.” (c:1, s:126-29, tab’:1936)
Evet, Yaradan Allâh Azze’nin değil; şunun bunun keyf ü irâdesine tâbi’ olarak yaşamak…
İşte mayısın birini ve benzeri nicelerini, ateş çemberi içinde yıllardır işkence çeke çeke “müslümanım” diyenlereyaşatmak, “onun bunun keyf ü irâdesine tâbi’ olarak yaşamakdır”; ve gerisi, iki cebheye ayrılan medya ve politika organlarındaki hırs kuduzlarını dinlemek; ve onların kuyruğuna takılarak, beşerîliğin şirk ve belâ çukuruna yuvarlanmakdır…
Başvekil hâlâ, son beyânıyla cihâna “Kazanan demokrasi oldu!” demekde… “Kazanan, Allâh irâde ve hâkimiyyeti oldu” diyemedikçe, ebedî hasâretden kimse kurtulamıyacakdır…
İşte sokakların muhârebe meydanından farkı olmıyan rezâlet hâli… Maksad üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek!. İyi bilinsin ki, bağcı, şu veya bu değil, yukarıda dedik, doğrudan doğruya Allâh Azze ve Celle’nin “irâde ve hâkimiyyetine” bilâ kayd ü şart îmân edenlerdir!
Keşke bu (1 Mayıs ve benzeri rezâletler), her yıl halka işkence olarak tevâlî etmese de; dembokrasi kazanamayıb yerin yedi kat dibine geçse; ve Haçlı Bâtıl Batı kültür emperyalizmi ve işgali altından, ecdâdın 1100 yıllık sistemine geçilerek kölelikden kurtuluş ve hürriyet ile istiklâl BAYRAMI yaşansa…
(İntişârı: 01.05.2014) (tt)