İslâmiyet, Allâh Azze ve Celle’nin irâdesine istinâd eden bir hüküm ve haberler bütünü… Tecezzî kabûl etmeyen O’na, Mûsâ Aleyhisselâm’dan sonra bir de beşerî irâde karıştırılmış ve bâtılla “telbis” edilmişdir. Artık bu haldeki bir dîne Müslümanlık değil, “Yehûdiyyet!” denilmiş, böylece, hakk değil bâtıl bir dîn îcâd edilmişdir…
İslâmiyyet’e Îsâ Aleyhisselâm’dan sonra da beşerî irâde karıştırılmış ve bâtılla “telbis” edilmişdir. Artık bu haldeki bir İslâmiyyet’e Müslümanlık değil, “Nasrâniyyet!” veya “Hristiyanlık!” denilmişdir. Bu da, “hakk” değil, bâtıl bir dînin îcâdı demekdir…
Aynı şekilde Son ve Peygamberler Peygamberi Aleyhisselâm’dan sonra da, İslâmiyyet’e (Müslümanlık’a) beşerî irâdeler karıştırılmış, bu mutlak hakîkat olan dîn, bir takım bâtıllarla “telbis!” edilerek ortaya küfr ü dalâletden ibâret religionlar ve mezhebler çıkmışdır.
Ancak bütün bunlara rağmen, Müslümanlık, Son Peygamber Fahr-i Kâinât Hazretlerinin ve nice müceddidin tecdîdi üzere, yoluna devam etmektedir. Allâh Azze’nin dini, ne kadar küfür, şirk ve dalâlet hurâfeleri içinde de kalsa, onlarla mücâdele ederek Kıyâmet kopuncaya ve meselâ 7,2’lik değil de, 10.000,2’lik zelzele ile bütün yeryüzü ve kâinât hallaç pamuğu gibi atılıp ölü ve diri binlerce başkan, kıçkan, fir’avn, nemrut, imparator, komprador, or ve mor generaller, kurtaran ve kurtlanan binlerce şef, führer, kral, bilmem ne.. aklınıza ne gelirse, topu da mezarda iseler mezarlarından, değil iseler azgınlık ve kudurganlıkları içinden fırlatılıp paramparça ve darmadağın olacakları zamana kadar, ilk gündeki ana esasları ile yaşayacak ve yaşatılacak…
Vâzı’-ı Kânûn böyle istiyor, öyle de olacak…
Topyekûn şeytan dölleri istemeseler de…
Müslümanlık kânun vâzı’ı olarak mücerred Allâh Azze’yi tanır, onun dışındaki beşeri kânunların, doktrin ve ideolojilerin tamâmına, “tâğûtî pislikler!” gözüyle bakar. Onların Allâh’a şirk koşmakda olduklarını bilir ve bu temel i’tikâdı, her esâsının önünde ve üstünde tutar… Bu, “kelime-i tevhîd’in” birinci basamağı olan “lâ ilâhe” nefyinin de vazgeçilmez ana temeli…
Müslümanlık, çocuk oyuncağı değildir…
Ancak O’nu, “layık, dembokratik ve kamalizma” teslisi veya beşerî sistemi, önünde en büyük yol engeli gördüğü içün, jakoben ilkeleri ve devlet zoru ve cebri ile bâtıllara bulayıb “telbis” ederek yok etmeye çalışmışdır. Ayrıca “Yehûdiyyet ve Nasrâniyyet’e” benzeterek, bâtıl bir din îcâd etmişdir… Adı İslâm da olsa, HAKK olan İslâmiyet’e nisbetle bâtıl… Uydurma ve esâtir ve hurâfelerle dolu resmî bir religion!
Kamalizma itikadındaki Prof Dr. Mümtaz Soysal, televizyonda bütün dünyâya resmen ve alenen bunu noktasına kadar şöyle ilan etdi:
“- Diyânet İşleri Başkanlığı, DÎNİN, cumhûriyet ilkelerine uygun olmasını sağlayan bir kurumdur!”
Artık yüzde yüz bilinmelidir ki, birçok memleketde olduğu gibi bilhassa Anadolu coğrafyasında da adı İslâmiyyet olan 2 din vardır. Birisi resmî olandır, takvim ve (hesab-rasat hurâfeleri) ile millete oruç tutturur, hayvan kestirir ve kebab yedirir, hacca diye gönderip, çöl farelerinin kuyruğunda döndürür durur!
İkincisi Allah ve Rasûlü’nden gelen İslâmiyet’dir ki, bu, edille-i şer’iyye ile ortaya konulan ve 15 asırdır yaşanan müslümanlıkdır. Burada oruca ve bayrama, kurban ve hacca, bütün ahkâm-ı şer’ıyyeye, Kitab, Sünnet ve icmâ’ın mutlak emri ile ve yine i’câbedenlerine “Ramazan, şevval ve Zilhicce hilâlleri” ile başlanır… Veya bunlar esas alınarak edâ edilirler ki, bunda şek ve şübhe edilemez ve bunun dışında bu ibâdetler edâ olunamaz!
Güneş gurub edib akşam vakti girmeden bir dakika evvel nasıl “canım ne farkeder bir dakika kalmış mühim değil hadi iftar edelim orucumuzu açalım!” denemiyorsa; “öğle vakti girmeden ne farkeder salât-ı zuhru yarım saat evvel kılalım!” denemiyorsa, 9 Zilhicce olmadan Arafat’a çıkamazsın, 10 Zilhicce olmadan da ne bayram namazı kılabilir ne de kurban kesebilirsin!
Zaman, (kayd ü şart) olarak şâri’-i hakîm tarafından önümüze konulmuşsa, burada “o zaman” girmeden o ibâdet veya muâmelât edâ edilemez. Bunları kullarından isteyen, “böyle olursa rızâma uygundur, yoksa müfsid veya bâtıldır!” demişse, artık kul kellesi orada mutlak olarak susmak ve “alâ re’si ve’l-ayn” demek mükellefiyyetindedir…
Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücûd Azze ve Celle “Haccı ve kurbanı şu şartlarla şu zamanda istiyorum!” dedikden sonra, kul ve iki ayaklı mahluklar:
“- Hayır, biz, rasat ve hesabda ilerledik, 15 asır evvel bu rasat ve hesab işleri yokdu, biz çok ve ileri akıl sahibleriyiz, senin dediğin zamanda ve usûlle yapamayız, biz, bizim istediğimiz gibi, senin irâdenle değil, bizim irâdemizle sana ibâdet ederiz!”
Demiş olurlar ki, bunun adına akıl tutulması bir müşriklik, akıl kudurması, zır veya zırzır veyahud da hınzır delilik denir!
“Kur’an’dan kaçmak” da denir. Cenâb-ı Hakk Kur’an’dan kaçanları “kasvereden (aslandan) kaçan yaban eşşekleri!” olarak tavsif buyuruyor… Yaban eşşekleri… Yakışmak bu kadar olur!
Büyük Müfessir Merhûm Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin ifâdesiyle:
“ALLÂH İLE MUÂRAZA!”
Denir…
Elmalılı Merhûm’dan okuyalım:
“- …..Hadîs-i Şerifdeki “lâ nahsebu” cümlesini, ekalliyetin “nahsebu” da’vâsına muârız görmemek garibdir. Cenâb-ı Peygamber “biz bu babda hesab yapmayız” buyururken, buna karşı “biz hesab yaparız” demekden DAHA BÜYÜK MUÂRAZA” (karşı gelmek) mi olur? Sonra Şerîat eyyâm-ı şehri (ayın günlerini) tam 29 veya tam 30 gün i’tibâr edib, şehrin (ayın) mi’yârını gâyet basit ve kesirsiz bir sûretde tesbit etmek isterken, buna karşı küsûrâtdan aslâ vâreste olmayan şehri (ayı) tam 29 veya tam 30 gösteremeyen hesâbâtı mi’yâr ittihaz edinmeye çalışmak, şer’ ile (Şeriatla) mütearrız (Şeriatın hududuna tecavüz etmek, saldırmak) değil de nedir? …hesâbın mi’yâr olabileceğine dâir velev îmâ olsun isbâtî sûretde bir nas irâe edilmiyor.”
Büyük Fakih Merhûm Muhammed zihni Efendi Hazretleri de, muhalled eseri “Ni’met-i İslâm’da” buyuruyor:
“- Kadın-ı muhaddere (tesettürlü ve nâmuslu Müslüman kadını) dahî olsa ve memlûke olduğuna göre (câriye olsa) velîsinin izni dahî bulunmasa, bu babda (rü’yet-i hilâli) ihbâr içün taayyün etdikde (meydana çıkması icab edince) çıkub ihbâr etmek lâzım gelir, çünki furûz-ı ayndandır (üzerine kat’iyyen farz-ı ayn olmuşdur.)”
Hanefiyyede rü’yet-i hilâlin farz-ı kifâye olduğu bütün hukuk kitablarımızda beyân edildiği gibi Nimet-i İslâm’da da sarâhaten beyân buyurulmaktadır.
Bayram sabahı kürsülerden kafa şişiren adamların hiçbirisi de bu noktayı dillerine alamadı. “Rü’yet-i Hilâl” içün taharride bulunmayan milyarlarca “müslüman!” bayramlarına “harama batarak” girdiler. İstisnâlar kâideyi bozmaz. Hele 10 Zilhicce’den evvel kurban kesenler, vakit girmeden namaz kılan ve oruç açanlar gibi ne halt etdilerse, onu da onlar düşünsün!
(Cevab bulmakda müşkilâta düşenler, Sitemizde Malatyalı Dr. Muhammed Reşat ve Davud Emiroğlu Beylerin makâlelerine intikâl ederlerse mes’eleyi daha kolay çözeceklerdir kanaatindeyiz.)
Allâh ve Rasûlü’nün istediği ve râzı olduğu İslâmiyyet’i “bölücülük” yaparak ekseninden kaydıran ve onu yehûd ve nasâra ruhbanları gibi “hakk-ı sarîhi ketmederek” resmî ve beşerî bir sapıklığa döndürenlere, Allâh’ın, Rasûlü’nün, meleklerin ve bütün insanların ve la’net etmek şânından olanların lâ’neti olacağı, gene Kelâm-ı Kadîm âyetleri ile sâbit bir hakikatdır…
Geçmiş yıllarda Suudî sapıklarının Amerikan takvimleri ile ilan etdikleri bayramları “rü’yet etmiş gibi gösterdikleri” de bir vâkıadır. Üstelik T.C.’den oraya hacca (!) giderek, Ankara’dan bir gün evvel orada bayram yapan sarıklı cübbeli Denâet Başkanı hayâsızlara bile rastlanmışdır…
T.C.’de Deniz kuvvetlerinin kullandığı Amerikan takvimi ileKandillinin takvimi arasında hilâli gösteren hesablar arasında 24 saat fark olduğu da bir vakıadır; ve biz buna 1968’den beri parmak basıyoruz… Ancak duyurmak mı, ne mümkin… Çünki Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle o sağır ve dilsiz sürüler içün Kelâm-ı Kadîm’inde (Enfâl 22’de) şöyle buyuruyor:
“- …Allâh katında, yeryüzünde debelenen hayvanların en kötüsü (gerçeği) anlamayan sağırlar ve dilsizlerdir.” (Ahmed Davudoğlu, Kur’an Meâli, Çelik Yayınevi, 1981, sh, 180)
Merhûm Elmalılı’dan da bu 20-21 ve 22. Âyetlerin tefsîrine bakalım:
“- Ve işitib durduğunuz halde ondan, O Allah’ın Rasûlü’nden çevrilmeyin. Ve öyleleri gibi olmayın ki, işitdik dediler de hâlâ işitmezler. Dilleri ile işitdik diye iddia ederler, fakat hakkıyla dinlemez, anlamazlar, anlasalar bile tutub icra etmezler, sanki hiç işitmemiş gibi olurlar. Siz bunlar gibi olmayın, zira bütün dabbelerin yeryüzünde debelenen kâffe-i hayvânâtın ındallâh en şerri, en kötüsü o sağırlar ve dilsizlerdir. O kulağı varken hakkı duymayan, dili olub da hakkı söylemeyen sağır ve dilsizlerdir ki akıllanmazlar: Hakkı taakkul etmezler. Kulak yok, dil yok, akıl yok.. bu hâl en aşşağılık hayvânât-ı süfliyenin hâlidir. Var, fakat hakka gelince yok! Bu da hayvânât-ı süfliyeden daha aşşağı ve aynı şerrolan hayvânâtın hâlidir ki, bunlar insan sûretinde bulunan devâbb-ı şirrîredir. Yılanlara bile bir şey duyurmak mümkin olur da bunlara olmaz……..kulağı var hakkı duymaz, duymak iztemez, dili var hakk söylemez, söylemek istemez, aklı var hakkı teakkul etmez, etmek (akletmek) istemez, böyle sağır, böyle dilsiz, böyle akılsızlar yok mu, bunlar, hayvanların hayvanı, fenâların fenâsı ve nefsülemirde (hakîkatde) gerek kendilerine ve gerek diğerlerine karşı şerlerin şerridirler….” (İlk tab’ı, Cild:4, sh: 2383-84)
Merhûm Elmalılı onların dîn ve DİYANETLERİ hakkında da aynen şöyle ve hakkı pek cesur yazar:
“- ….Hâlık ve mahlûk her şeyin hakkını vermek ve ona göre muamele etmek ma’nâsına hakk bir din ve DİYANETLERİ hakkıyla bir DİYANET ve İSLÂM değildir. Hatta kısmen hakk da olsa muhtas olan hâlis bir hakk DİNİ ve DİYANETİ değildir. Hâlis muhlis bir hakk dini olan İslâm Dini ile tedeyyün etmez, şer’-i hakk ile ameli kabul eylemezler. Binâenaleyh dinleri bâtıldan, haksızlıkdan sâlim olmadığı gibi, dindarlıkları, dinlerine itaatleri de hakkıyla bir DİYANET ve itaat değil, din namına bir çok haksızlık, zulüm ve tecavüz yapmaya sâik bir guluvv ve teassub veya hakk ve hukuk ile oynayan DİNSİZLİĞE müsâvî bir AHLAKSIZLIKDIR.” (A.g.e. c: 4, s:2504-2505)
Koskoca Müfessir Merhum da onları böyle yerin dibine geçirirse, bu ahlaksızlara artık ne denebilir?
Mutlak Hakîkat ve Allâh’ın Dîni İslâmiyyet’i çocuk oyuncağı yapanların ve hakkı ketmedenlerin topuna da lâ’net…
(İntişârı: 06.11.2011)