Lâiklik 1789 Fransız İhtilâlini yapan ateist-yahudi işbirliği ile ortaya çıkmış; ve Kilise’nin, Devlet tepesindeki cenderesini kırmak üzere uydurulmuş bir prensip! O, Papalık otoritesini hükûmetin dışına iterek, kardinallerin uydurduğu “Droit Canonique” denen “Kadîm Katolik hukûkunu” ilgâ etmişdir. Türkiye’de de bu prensip, Lozan Muâhedesi ile 1923’de (gizlice) kabûl edilmiş; ve Papalık’a benzetdikleri Hılâfet ile, Katolik hukûku yerinde gördükleri “Kur’ana müstenid Hukûk” ilgâ edilmişdir. Bunlara bağlı olarak da, “inkilâb” diyerek, “Haçlı Hayat Tarzı” yepyeni bir din (religion) olarak, Mîsâk-ı Millî hududları içinde, kanırta kanırta zorla dayatılarak hayata geçirilmişdir… Böylece İslâmiyet’e âid bütün müesseseler bir eksiksiz, “nostalji vesîlesi veya tarîhî eser” hâlinde, üst üste yığılmış ve rutûbetli ve çürütücü mahzenlere tıkılmışdır…
Bugün kendilerini “Osmanlı torunları” olarak takdîm ucuzluğu ve gözbağcılığında bulunanlar, bunları görmeden ve zerre kadar da insâf taşımadan, “Osmanlı Hılâfeti’nin Devâmı” bulunduklarının propagandasında… Fransa ile beraber dünyada 3-4’ü geçmiyen bilmem hangi (laik) gâvuristanda, aklını üşüterek “Krallığın Devâmıyız” diyen cumhûriyetçi bir Freng gâvuruna rastlanamazken; Türkiye denen coğrafyada, ne kadar esef edilse azdır ki, bu cins müflis akıllarla şerefe zarar kuyruklu yalanlara her yerde rastlamak son derece olağandır!… Hatta, fesli külâhlı bir takım târihçi müsveddeleri bile, “bu kabil hezeyanlara” sâhib çıkmakda; ve iğrenç politika adına, Dîn’i de, Kitâbullâh’ı da istismârdan zerre kadar hayâ etmemektedirler…
1923’deki gizli Lozan prensibleri ile İngiliz muvâkat ve mutâbakatı üzerine te’sîs edilen yeni republicanın, “Osmanlı Hılâfetini” silib süpürmek vücûd hikmeti ile ortaya çıkdığı; ve onu devam etdirmekle zerre kadar alâkası olmadığı; ve bu yeni diktanın, “hılâfeti” ağıza almayı bile en büyük “vatan hâinliği” olarak suç saydığı, târihlerde apaçık yazmaktadır. O günleri yaşıyanların hâtırât sahîfeleri de, bunu, canlı şâhidler olarak isbât eder… Zaten bütün dünya, yahudi ve haçlı cebhesiyle “Osmanlı Hılâfetini” aslâ sevmez ve sevmediği kadar da ona o kadar düşmandır; ve fakat, “Laik dembokratik Cumbokrasi şekline” de, o kadar dost, yakın ve onu sâhiblenicidir… Çünki Osmanlı, alternatifi MUHÂL bir devlet sistemi ile, 6 asır dimdik ayakda kalmış; ve yahudi-haçlı dünyasının beşer üzerindeki zulm ve sömürüsüne kök sökdürmüşdür. Bunu son derece iyi kavrıyan dış dünyâ ve onların içdeki kuyrukları, Anadolu’da, devlet armasında “El Müstenidu Bi tevfîkâti’r-Rabbâniyyeti” diyerek, kuvvet, adâlet ve kudretini “Allâh’ın Tevfîkâtına istinâd etdirmiş” bir devletin varlığını, kendilerinin YOKLUĞU bilirler… Öyle bir devleti, Allâh’ın tevfîkâtından koparıb, ateist bir çizgiye çekmeyi yegâne çâre gördüler; ve bunu da, “Laicus” lâtincesi ile ifâde edilen bir dinsizleşmede buldular… Fakat bu “dinsizleşme”, halk ve dünya müslüman coğrafyasında nefreti mu’cîb olacağı cihetle, bunu, devamlı “şirin gösterme, İslâm’la kâbil-i te’lîfmiş gibi reklâm etme” cihetine gitmişlerdir. Bilhassa MTTB çıkışlı Kayserili Hacı Abdullah Bey, İngiliz Kraliçesi Madam’dan “nişanlar” aldıkdan sonra, bu “laiklik, dembokrasi ve İslâm arasından su sızmazlık” projesine çok iyi asılmışdır!
İşte bugün, hâlâ bu keyfiyet, bütün menfî ve ateist karakteriyle ve mutlak ma’nâda İslâm aleyhine olarak yıllardan beri devâm etdirilmek isteniyor. Şimâlî Afrika memleketleri dolaştırılarak “Laik anayasa yapın!” propagandasıyla vazifelendirilen o günün başvekîli Tavil Tayyib Paşa, bunu, içeride durmadan tekrarladığı gibi; Davudoğlu, Ömer Çelik, Mehmet Ali Şâhin, Bülend Arınç v.s. gibi mühim mevkilere getirdiği adamlarına da, her fırsatda, hatta olur olmaz zamanlarda bile tekrar etdirmektedir…
Bu cümleden olarak, M.Ali Şâhin’in Ruşen Çakır’la yapdığı röportajına bakalım:
Serlevha: “Dindarları biz laikleştirdik.”
Metin kısmından:
“Büyük Atatürk arkadaşları ile birlikde cumhuriyeti kurarken ve onun temel niteliklerini belirlerken, son derece isabetli hareket etmişdir. Bugün geldiğimiz noktada bunu çok açık bir şekilde görüyorum…….. Benimki tahkîkî laiklikdir, taklîdî değil, tahkîk ederek devletin laik karekter taşıması gerektiği sonucuna vardım. Ve bunu her yerde en radikal uçların bulunduğu yerde söylerim. İtiraz eden olursa, ona derim ki, söylediğin tipde bir toplumda herkes din adına biribirini keser.” (2.8.2006 Vatan)
“Büyük Atatürk son derece isâbetli hareket etmişdir” diyen bu adam, Sezer gibi bir ateistin bile söyliyemediği tapınma derecesinde bir (isâbet) teşhîsini neresinden uydurursa, cidden korkunç bir hâl!
Tasrîhi ehemmiyetle iktizâ eder ki, lûgatda “dindâr”, mütedeyyin müslüman demekdir; ve dînin emir ve yasaklarına göre bir (HAYÂT TARZINI) kendisine “imân etdiği bir yol ve şekil” olarak seçmişdir; ve bu onda, değişmiyen bir şahsiyet veya tabiat-ı sâniye hâline gelmişdir. Anadolu milleti 1000 sene bu keyfiyeti taşımış ve fakat bâlâda beyan etdiğimiz üzere 1923’deki Lozan tuzağı ile bütün bu hayat tarzı ve şahsiyet yıkılmışdır. Geriye kalan millet de, dünyâ târihinde görülmiyen bir jenosid (soykırımla) yok edilmiye çalışıldı. Böylece, milletin büyük bir kısmı DÎNİ’nden korkar ve kaçar hâle getirilmiş; ve Batı felsefesinin seküler (ateist) çizgisine çekilmişdir. Geride kalan ve kafalarında “helal-haram” mefhumları bulunan ve Lozan’ın zehirleyici kararlarını farkeden ve laiklik denen dinsizliğe (dini eksik görmeye) yanaşmıyanlara da “dindâr=mütedeyyin kesim” denilmişdir. Bunlara, 2. sınıf, hatta ve zaman zaman 5. sınıf insan muâmelesi yapılarak, modernize ve sekülarize olamadıkları içün de güdülmesi ve dinlerinin her emir ve yasağına değil de, rejimin müsâade etdiği bazı emir ve yasaklarına uymaları ve “avrupâî bir tarzda din anlayısına sâhib olmaları” içün, devamlı rûhî, i’tikâdî, ictimaî, hukûkî, iktisâdî ve siyâsî baskı ve cayrırma politikaları tatbik edilmişdir… “Dindârlar”, dîne karşı pervâsız olamamışlarsa, onlara, o kadar psikolojik ve sinsi, caydırma usûlleri ile ehlîleştirilmiye muhtâc, safradan ibâret geri bir sınıf gözüyle bakılmışdır…
İşte AKP güdücülerinden Şahin, bu “ehlîleştirme” işini de biz AKP yapdık ve “dindârları” dinlerinin bir kısmından vazgeçirmiye muvaffak olduk demiye getirmektedir!.
Şâhin Efendi’nin Aristo’dan tevârüs etdiği mantığına göre, bu millet, haçlı TAKLÎDİNE TAPTIRILINCAYA kadar laiklik nedir bilmezken, 1000 sene, “elinde Sokrat’lık laiklik baldıran zehri olmadığı içün” IŞİD denen vahşîler gibi başkalarını da değil, üstelik biribirini, kasatura ve kör kamalarla kıtır kıtır kesmiş, lime lime etmiş ve yamyamlar gibi de tuzlamadan hapır hupur yemiş demek ki!
İğrenç!
İmân-ı şer’î’nin “tahkîkî ve taklîdî” olanını biliyorduk!. Demek ki, dîni lâiklik olanların da “tahkîkî ve taklîdî” laiklik inançları varmış!. Kendilerinin mülkiyetindeki Cehennem’lerinin de (!) kaç cins ve tabaka olduğunu gene kendileri bilir!
Bir insan, AKP böyyükbaşı olarak 1000 senelik tarihimizi böyle tahtında müstetir olarak “biribirini kesen kana susamışlar” târîhi hâlinde dünyâya i’lân edebiliyorsa; ve bu da, su katılmadık bir iftirâdan başka bir şey değilse, bu adam ve madam soyuna söyliyecek bir tek söz bulunamaz!
Ve… Ve bu sözler, başından ayak tırnağına kadar AKP güdücüleri tarafından nefretle tekzîb edilmediğine göre, tasdîk, tasvîb ve tahsîn görmüş sayılır; ve adı geçenler de târîhe, “Türk kavminin dindârlarını biz laikleştirdik, biz ateistleştirdik” nânesi yiyen; ve bunu, hem de kemâl-i âfiyetle YİYEN nasibsizler bölüğü olarak geçer…
(İlk intişârı: 23.12.2015)