Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)
DÜNYÂYI KUŞATAN VİRÜS HELÂKETİ, NÂMÛS VE AHLÂK BAHSİNDEKİ ISYÂN VE TUĞYÂNA ÇÂRE OLAMADI…
Meşrûtiyyet belâsından sonra cumhuriyyet zamanında da, Müfessir Merhûm’un yukarıda “müsâvât” buyurduğu, madamların dilinde “cinsiyet eşitliği” olan o zulüm ile “vahdet” ortadan kaldırılmış, “âilevî, ictimâî ve siyâsî terbiyenin temeli ve başlangıcı olan bu hukuk-ı mütekâbile” paramparça edilmişdir… Sâdece bu değil, âile mahremiyyeti ve nâmus ile ahlâk düsturları da, politikacı seviyesine veya köprüaltılı derekesine indirilmişdir!… Bunun içündür ki, artık cumhûriyet madamlarının yaban kısrağı gibi bugün eğere de ve semere de çifte atmalarınınana sebebi bu olsa gerekdir!…
Tabii İslâmiyyet’i sulandırmadan hedeflerine ulaşamayacak DİB’çi, KADEH’çi, Mortcadılı, LGBT renklerine bulanmış, Leydimsi, kadın ve âile çözücü, dernekçi ve “denekçi”, değnekçi, kötekçi ve hayat tarzı Batılı madamların, bütün bu feminist ve modernist cins ve genusların, bervechi âtî iktibâs edeceğimiz Tefsîr satırları karşısında bütün İSLÂMSIZLIKLARI ortaya çıkacağından, bunların dünyâsı nasıl çılgına dönecekdir, tasavvurunu Kâriîn-i Kirâmımıza bırakıyoruz! İşte bugün Türkiyâ’da, 15 asırlık İSLÂMİYYET’in önündeki en büyük ve tehlikeli ÇİN SEDDİ, bunlar; ve bunların arkasındaki görünmez karanlık istihbârî mihrâklardır…
İslâmî mutlak bir hakîkatdır ki, iki cins, fıtrat ve hılkatleri cihetinden mutlak bir farklılık arzeder. Bir insanın bunu görememesi, onun ya geri zekâlı oluşuna veya bile bile hakkı saklamasına delâlet eder. Ve iki cins, biribirinde olmıyan haslet ve kâbiliyyetlere sâhibdir. Bununla berâber erkekde hayat şartlarına mukâvemet ve mücâdele fıtratı, onun üstünlük, sâhiblenme, muhâfaza ve idârecilik tarafını öne çıkarır. Bu i’tibarla kadınların erkeğe ihtiyâcı, erkeklerin kadına ihtiyâcından daha çokdur. Bu islâmî bir hakikat olub, Merhûm müfessirimiz bunu tefsir lisânıyla şöyle beyân buyurmaktadır:
“İKİ CİNS, FITRATEN MÜTEFÂVİT VE MÜTEKÂBİLEN MÜTEFÂDIL YARATILMIŞLARDIR.”
“…her ikisinin yekdiğerine muhtelif cihetden muhtâc bulunduklarını ve bu sûretle erkekle kadın, fıtraten mütefâvit ve mütekâbilen mütefâdıl (farklı fıtrat ve hılkatde yaratılmış olub biribirlerine karşı farklı fazîlet ve kıymetlere sâhib) olduğu gibi, her erkeğin ve kezâlik her kadının da ferden mukâyese edilemiyeceği ve mâmaafih bütün bunlar topyekûn karşılaştırılınca, kadınların erkeklere ihtiyâcı, erkeklerin kadınlara ihtiyâcından fazla ve çünki beyân olunduğu veçhile asıl mi’yâr-ı fazîlet olan kesb ü iktisâb (dışarıda çaşarak kazanmak) nokta-i nazarından erkek, haslet-i faaliyyetle kâim (yaratılışındaki tabiat i’tibâriyle dışarıda çalışmakla ömür sürendir), kadın ise, hiss-i taat ve haslet-i kâbiliyyet ile (İTAAT hissi, hasleti ve kâbiliyyeti ile) rakîk ve câzibedâr bir fitratda ( ince duygulu, hassas yürekli, merhamet ve şefkati daha fazla ve erkeği cezbedici bir tabiat ve hılkatde yaratılmış) ve bunun içün kuvvet-i ricâl ile himâye ve muhâfazaya daha ziyâde muhtâc ve binâenaleyh binnetîce suret-i umûmiyyede fazl ü rüchânın (fazîlet ve üstünlüğün) ricâl tarafında bulunduğunu, VELÂYET-İ EMİR VE SALÂHİYYET-İ İDÂRENİN, (velîlik yani kadın ve çocukları temsîl ve onlar adına tasarruf sâhîbi ve idârecilik salâhiyyetinin) BİHAKKIN ERKEK OLAN RİCÂLE TEVDİİ VE KADINLARIN ONLARA İTAATI, HEM BİR HAKK VE HEM DE MENFAAT-I NİSVÂNIN MUKTEZÂSI OLDUĞUNU, PEK BELİĞ (çok iyi anlatan) BİR İ’CÂZ İLE (çok üstün bir şekilde) TEFHÎM EYLER (anlatır, bildirir.)”
Görüldüğü gibi, erkeğin fıtrat ve hılkati, ona, kadının tâbiyyet ve itaatini şart kılmaktadır. Kadının fıtrat ve hılkati de, onun, erkeğe itaat ve tâbiiyyetini kaçınılmaz yapacak bir keyfiyetde bulunur. Bunların istisnâları olsa da (kâideyi) bozamaz, hüküm küll üzerinedir… 97 yıllık maarif saptırması ile Haçlı Batı standartlarına körükörüne ve taassub derecesinde kendini kaptırmış ve aşağılık hissiyâtı içine saplanmış madamlar, “Toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi bir takım akıl ve ruh hastalıklarında da “kronikleşmişlerse”, artık onları bu illetlerden kurtarmak, korona virüslerinin elinden çekib almakdan binlerce kere daha zor hâle gelmişdir!.
Hele de “Erkeğe itaat” şeklindeki kat’iyyen islâmî bir hüküm, onları büsbütün kudurtmaktadır… Bugünki beşerî sistemlerin en netâmelisi olan layık ve kayık cumbokrasi, Kelâm-ı Kadîm’in “kadının itaati” buyurduğunu, “kadının ezilmesi, zulme uğraması, “teolojik faşizma”, pederşâhî âile, erkek tahakkümü, v.s.” gibi şeytânî tercemelere uğratdığından; ve bunlarla ateist maarifi vazîfelendirdiğinden, islâmî “âile telâkkîsi” bugün tamâmen çökmüşdür… Bunu yaparken de, beşerî ve lâyık sistemlerin şartlandırma şeytanlığı “Birey hayatı” diyerek, bireyselciliği=ferdiyetçiliği putlaştırmış, dînî telâkkîlerimizi kazıyıb atmışdır. Müslümanlık i’tikâdında olanların telâkkîleri, bu taarruzlarla tahrîb edilirken, “itaat melekelerine” fıtrat ve hılkat dışı istikâmetlendirmeler yapılmış ve islâmî itaat hasletleri yerine, beşerî sistemlere, onların partilerine, lider ve idârecilerine “itaat”, itaat denilerek değil, “taraftarlık, hür irâde ile sandığa gitme, özgür ve eşit yaşam, demokratik haklar, kadın hakları, v.s. gibi maskeler” altında kanalize edilmişdir… Halkın pek büyük bir kısmı bu fırıldağın farkında olamamış; ve fikirlerini bu hakîkatın dışında menfî tarafa işleterek istikâmetden çıkmışdır…
Cumbokrasi, kendi beşerîliğini bu 97 yıllık propaganda ile zâlimce ve ateistçe yaparak, bir milleti, kendi dînî telâkkîlerinden böyle koparmışlar; ve âile denilen “Millet ana hücreleri”, illetli ve çürük irsiyet âmilleri hâlinde çoğalmıya başlamışdır! Vahyin, müslüman âile genlerindeki bu “Birlik ve fıtrî hükûmet teşkîli” kâbiliyyeti iflâs etdirilerek, beşerî ferdiyetçilik üzerinden, gayr-i fıtrî ve hılkî bir “otoriteye kul ve esir olma planı” yürütülmüşdür…
Glabal çetelerin birer projesi olan bütün (beşerî sistemler), bu esas üzerinden yürüyerek, insanların HÂLIK TEÂLÂ’ya kulluklarının önünü tıkamış, onların HALK HÂKİMİYYETİ gibi tamâmen muhayyel ve müstahıl (muhâl) olan, kalbî ve hakîkî bulunmıyan sahte “itaatleri” üzerinden, kendilerine TAPILMASININ önünü açmışlardır…
Rasûle İTAAT, nasıl Allâh’ın Sevgilisi Aleyhisselâm üzerinden Kâinâtın Rabbine İTAAT ise, vahyî hakîkatın, hadîs-i şerîfler mu’cebince, âile reisinden en üstdeki HALÎFEYE kadar bütün ümerâya İTAATİ âmir keyfiyeti de, Allâh Azze ve Celle’ye İTAAT cümlesinden sayılıb telâkkî edilecek ve îmân-ı şer’î iktizâsı bilinecekdir… “Hâlık’a ısyân olan yerde mahlûka itaat olmaz” tahdîdi ile mukayyed bir itaat… Bu itaat silsile ve hakîkatının dışında, ferd ve cem’iyyet olarak “Birlik, beraberlik, hukûk, adâlet ve huzûr ile sükûnun” ortaya konulması ve menfî ihtilâf ve tefrikanın kat’iyyen îzâlesi aslâ mümkin olamaz, bu muhaldir…
Beyân olunduğu gibi, Mutlak Nizâm İslâmiyyetle, izâfî ve i’tibârî o beşerî ve şeytânî sistemlerin arasındaki en mühim ve nâmütenâhî farklardan birisi de budur! Beşerî sistemler, Mutlak Dîn olan İslâmiyyet’i kendi hüküm ve hükûmetlerine bağlıyarak, onun bu kabil ana husûsiyyetlerinin ortaya çıkarılmasına mani’ olur; ve kendi hayâtiyyetlerini de bu tür ve böyle zulümlerle idâmeye çalışırlar… Bunun içündür ki, beşerî sistemlerin bu hakîkatları yasaklamaları, halkların gözünden saklanır, maskelenir, ketmedilir ve onlar bu yollarla “Global Câhiliyyenin”, halkın kanını ve beynini emdiği sülükler hâline gelirler…
Dehhâmeleşen dünyâ eşkıyâlığı, dayatdığı bu kabil proje sistem, parti, lider, politikacı ve cambazlarla hakîkatı ortadan kaldırma SAVAŞI=HARBİ içindedir… Son “Korona virüsü” denilen vak’a da ele alınacak olursa, “Küresel Çete veya şeytanların” hâdiseleri nasıl Bunu gösterenler de, her zaman ve mekânda, bu şeytânî sistemlerin i’tibarsızlaştırma zulümlerine ma’rûz bırakılırlar…
Bugünün müslümanları, politikacı sahtekârların perdenin dışına taşıdıkları aldatıcı ve basit ritüel ve materyalleri (tavır, malzeme, kavil ve fiilleri) değil, perde arkasını görmek içün keskin FİKİR kılıcıyla hadiseleri neşterleyib onları (iç yüzüyle) görmek ve göstermek mahkûmiyyetinde ve mükellefiyyetinde bulunuyor… Aksi halde, her geçen gün, gene küreselci parmağında oynıyanların uydurub zihinlere sevkedib yerleştirdiği sloganlar ve içi boşaltılmış formül taslakları ve propagandalarla daha da zehirlenib geri gidecekler ve yalancı sistemlerin oyuncağı ve kuklası olmakdan aslâ kurtulamıyacaklardır. Kendilerini ne kadar iş yapıyor, da’vâ adamı ve müslüman zannetseler de, bu, hakîkatı aslâ değiştirmiyecek, akıbet her geçen gün şeytanın işine yarıyacakdır…
Bu i’tibarla, HEDEF ve GÂYE, globalizmanın damarı olan layık ve cumbokratik politika ve politikacıların dümen suyunda gitmek değil, slogan ve reklâma dayalı havanda su dövmeler de aslâ değil; YIKILANLARI YAPMAK, DEVRİM ADI ALTINDA İŞLENEN BÜTÜN TAHRÎBÂTI FİİLEN YENİBAŞDAN YAPMAK, ONARMAK VE TAHKÎM ETMEK OLMALIDIR.
Görülen odur ki, bu usûl, vahiy terbiye ve sügecinden geçmemiş GENÇLİĞE veya eslâfın eserleri ile hemhâl olamamış nesillerin nefis murâkabesi ile de tanışmamış dünyâlarına pek ağır gelmektedir. Fakat biricik USÛL de ancak budur… Usûldeki yanlışlık, mutlaka VUSÜLE aksedecek ve onu da çıkmaza sokacakdır…
Beşerî ve şeytânî sistemlerin, müslümanların önüne çıkardığı güler yüzlü düşman ise, dâimâ: “Bize, demokrasimize, onun partilerinden birine sığının, sizi ancak, SİZE EN YAKIN HİSSETDİĞİNİZ(!?) o sığındığınız PARTİMİZ kurtaracakdır” şeklindeki gözboyamadır!. Müslümanlar iki asırdır, bu kabil yalan tuzaklarına çekilerek âtıl bırakılmış ve BÂTIL da böylece devamlı yol almışdır… Üstelik de bunu, şer’î bir takım hakîkatları, bâtılı tervîc içün mevkii ve mevzii dışında kullanarak yapmışlar; ve meselâ mecellenin “Ehven-i şerreyn ihtiyâr olunur, berâat-ı zimmet asıldır” gibi nice maddelerini istismâr etmişlerdir. İslâmiyyet’in, dünyâyı “Dâr-ı İslâm ve dâr-ı Harb olarak ikiye ayırması” ve fıkhın hangi hususlarında ehven olan şerrin ihtiyâr olunacağı nazar-ı i’tibâre alınmadan yapılan bu te’vil ve kasdî tahrîf ve tasarruflar, kitâba bağlı kalmayı esas almıyan ve kulakdan dolma yaşayan kalabalıkları dâima şübhe, tereddüd ve sapmalara sevketmişdir…
Din, ahlâk, nâmus, âile ve cinsiyet telâkkîleri, 1000 yıllık bu toprakların mutlaka dışından pompalandığından, halkın, bunlarla fıtrî ve hılkî varlıkları her geçen gün bozulmuş; ve ortaya, aslımıza âid olan gerçek kıymetleri (değerleri) duymaya aslâ tehammülleri olmıyan; ve ne garibdir ki tekerleme hâlinde “Osmanlı tornuyuz” demekden başka da aslına bağlılığı kalmamış nesiller çıkmışdır…
ELLERİNDE, “DELİLSİZ, MÜCTEHİDSİZ, FIKIHSIZ, MEZHEBSİZ VE USÛLSÜZ, GÜNCELLENMEYE EĞİLEN BİR İSLÂM OLSUN!” DİYE YIRTINIYORLAR!
Halbuki başı bezli bu “Müslümanlık da taslıyan” madamlar, kadının erkeğe itaatinin edille-i erbaa (Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs-ı Müctehidîn) ile sâbit temel bir îmân ve İslâm hükmü ve kânûnu olduğunu; bunun, “Zârurât-ı dîniyyeden=İslâmiyyet’in olmazsa olmazı” bulunduğunu; ve zârûrât-ı dîniyyeden bir tek mes’elenin inkârı veya onda şübhenin bile, bir Müslümanın din ile alâkasını kesib onu (mürtedd) yapacağını bile bilemezler, veya hafife alır umursamazlar!. Duydukları zaman da aval aval bakar, kaval kaval çalar, maval maval da dinlerler!. Cehâletleri de, kıyâfetlerindeki şahsiyetsizlik, modaya esâret, hüviyetsizlik ve taklitçilik, Batı gâvurlarına özenicilik, modern görünme psikozu gibi zavallılık veya hastalıklarla mütenâsib olduğu içün de, bilseler bile, inanmadıklarından, bunları şiddetle reddederler… Onlar içün, “yaşamlarında veya kuru taraflarında” İslâm’da kalmak veya ondan çıkmak gibi bir endişeye aslâ yer yokdur!. Yeter ki, içinde bulundukları Batılı hayat tarzından yani “yerli ve millî” olmakdan (!) ve böyle dedirtmekden çıkmasın ve “gelenekçi veya aslına bağlı” dedirtmesinler!…
Gerçi biz, hemân beyân etmeliyiz ki, islâmî mîzân, terâzî, ölçü ve kânunlar, sâdece Müslümanların i’tikâd ve tatbîk etmeleri içün vardır. Modern Batılı hayâtı yani “madam yaşamını” muhtelif felsefeler ile, yani ateizm, ataizm, deizm, kamalizm, lâikizm, cumbokrasi ve feminizm, v.s. ile benimsemiş ve kabûllenmiş olan cumhuriyet madamları, adı geçen (islâmî i’tikâd ve tatbikle) mükellef de değillerdir. Onları bunun içün tenkîd ve tahtıe etmek gibi bir abesin peşine de düşmeyiz… Din ve inançları ne ise, o istikâmetde, sağa sola sürtünmeden ve erâcif sıçratmadan, adam ve madam gibi akıllı-uslu bir hayât sürmeleri hâlinde, onlara ilişib canlarını yakmamamız eşyânın tabiatı iktizâsıdır!.
Ancak.. din ve inaçları, İslâmiyyet’in dışında olduğu hâlde, kendi kafa kıvrımları içindeki felsefî evham, kuruntu, takıntı, modaya tapış ve “desinler” lüksü, hayâlât, îmân-ahlâk-nâmûs çarpıklığı, hırs ve ihtiraslarla, “İslâm’ın esâsında bunlar vardır, bunlar islâmîdir, İslâm bizim dediğimiz gibidir” yollu beyanlar sıkarak, sünnetsiz Şeyhülislâm (!) kesilir de, Azîz Dîne bulaşır ve ona sıvamaya kalkışırlarsa, o zaman madamların azgınca tecâvüzleri ruznâmeye gelir; ve buna, haddi bin kere aşmak, haltetmek, ahlâksızlığa soyunmak, zulme teşebbüs, hezeyanlar savurmak, tahakküm püskürmek, rezâlet, kepâzelik ve sürtüklük v.s. adı verilir!.
KAT’Î NASLARLA SÂBİT FARKLARA RAĞMEN, “TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ” DEMEK, DİNE İĞRENÇ BİR HAKÂRETDİR…
Echel ve KUŞBEYİNLİ madamları değil, Müfessir Merhûmu ta’kib edelim:
“Ve işte ERKEKLERİN Nübüvvet, İmâmet, Velâyet, İkâme-i şeâir, (İslâm’ı temsîl eden alâmetleri yaşatmak) Hudûd-ı Kısasda Şehâdet, (Kısas cezâsı içün şâhidlik), Vücûb-ı Cihâd, Vücûb-ı Cum’a, Ezân, Hutbe, i’tikâf, Asabelik (baba tarfından akrabalık), Katl-i hatâ (hatâ’ yoluyla ölüme sebebiyyet vermek) ve Kasemede tehammül-i diyet (yemîn netîcesi diyet yüklemek), Talâk u ric’atde İstiklâl gibi bir takım hasâis ve Hukûk-ı Vezâif ile temâyüzleri de, bu cümledendir.”
Dînî mükellefiyetler noktasından kadın-erkek farklılığına bakılırsa, bunda da yukarıda beyân buyurulduğu gibi pekçok noktada aslâ müsâvât (eşitlik) olmadığı apaçık anlaşılacaktır. Kadınlar, hayız zamanlarında da bazı farklı taraflara sâhib bulunurlar. Namaz kılamaz, oruç tutamaz, Kur’a-ı Kerîm’i tutamaz, Kur’an okuyamaz, mescid ve câmilere giremez, zevcelerine karşı bazı hudutlara riayetsizlik yapamaz, v.s. gibi… Bütün bunlar, yahûdiyyetde olduğu gibi kadınların hakîr görülmesi şeklinde gösteriliyor!. Yukarıda tâdât edilen bunca farklılıklar, İslâm-sevmezler, oryantalist şeytanlar, ataist kamalistler ve nice münâfıklar tarafından mâzîde olduğu gibi Şerîat-ı Garrâ’nın aleyhinde kullanılmış, bugün de, daha şirretçe ve kahpece dillendirilmektedir…
Bütün bu ayrılık ve müsâvâtsızlıkların bir nice hikmetleri olduğu munsîf (insâflı), vicdanlı ve aklı olanlara ma’lûm bulunduğu bilinse de, bunlar, feminist münkirliğin ve aşağılık hissinin pençesine düşmüş, DİB’çi, ilhâdiyatçı, ham softa, leydimsi, dernekçi, deneksi, değneksi, köteksi, sözleşmeci, KADEH’çi, Mortcadıcı, LGBT’ci, modernist ve dînimizi beğenmez sürülerin; şımarık, sonradan görme, hoppa-zıppa, düşünce kâbiliyyeti meflûc ve zıvanası bozulmuş muhıtların kabûl edemediği nasipsizlik bahisleridir…
Aklı asgarî derecede olan bir insan bile, îmân etmediği bir dîni kâbûl etmezse, ona erâcif sıçratmak veya tahrîf içün, işini gücünü bunlara tahsîs edib şeytanlaşmaz. Bu sürüler ise, imân etmedikleri dîne inanıyor gibi görünüb gözboyamak içün, o dîni istedikleri şekle sokub, “İşte İslâm budur” diyerek, kendilerini de halk ve Müslümanlar nezdinde “MÜSLÜMAN” göstermenin ve böylece onları aldatıb kullanmanın âdîliği ve mübtezelliği peşindedirler…
Maalesef bu tür hâinlik ve şirretlikler, 1908’den ve bilhassa 1923 Lozan hezimetinden sonra Türkiya’da irtifâ kaydetmiş, günümüzde a’zamî noktaya çıkarılmışdır!
Gerçek Müslümanların, bu tipler kim olursa olsun, bunların, İslâmiyyet’i içden bozmak ve dolayısıyla yok ekmek hedefindeki insî şeytanlar olduğunu bilmeleri şartdır; ve aksi hâlde, onların dümen suyuna giren ve kendisini Müslüman zanneden her ferd, bu şeytanların irtikâb etdikleri şirk, fitne, hayâsızlık, îmânsızlık ve hâinlik gibi bütün iğrençliklere aynen ortak olmuş olacakdır…
ÂİLE REİSLİĞİNİ İLGÂ, İSLÂM’I, ALLÂH CELLE’NİN İRÂDE VE HÂKİMİYYETİNİ MÜNKİR OLMAKDIR…
Müfessir Merhûm buyurur:
“Kavvâmûne ale’n-nisâ’” olarak, âilede (erkeklerin) HAKK-I RİYÂSETİ HÂİZ OLMALARININ bir sebebi, bu tefâdül-i fıtrî (yaradılışlarındaki üstünlük), biri de (Ve innemâ enfekû min envâlihim) erkeklerin mallarından bir kısmını mehir ve nafakaya sarf etmeleri KAZİYYESİDİR=hükmüdür.” (c.2, s. 1348-49)
Madamlar, Global projelere ters düşdüğü içün, “Erkeğin kavvâmûn olarak Reislik HAKKINI elde tutmasına” aslâ tehammül edemezler; bu, onlar içün, hayatlarına âile reisinin tahdidlerinin (irâdesinin) girmesi, dolayısıyla dünyânın sonu demekdir!. Böylece doğacak “eşitlik” kanseri ile iki cins, öyle bir nihâî noktada buluşacaktır ki, paylaşdıkları aynı evin bir odasında kadın, oynaşıyla oynaşırken; evin başka bir odasında da erkek, aynı oynaş eşitliğinde bulunabilecektir!. Bugün Haçlı Batı’nın birçok memleketlerinde (Alamanya, İskandinav ülkeleri ve İngiltere’de, v.s.), Global projeler, bu noktalarda epey ileri (!) istihâleler geçirmiye başlamışdır!. Bu iğrenç ve şeytânî (hayat tarzının), “çağdaşlaşma ve modernleşme, laikleşme, demokratlaşma, sosyal aktivite, v.s.” gibi ta’birlerle yumuşatılıb ısıtılarak, modernist ve erkekleşmiş madamlarımız tarafından halka servis ve reklâmı yapılmaktadır…
İngiliz öncülüğünde yapılan “Türk İnkilâbının” da, bu kabil “Devirim-evirim ve dömelimlerden” geçerek, milleti uluslaştırması geciktirilemezdi!. Bir şekilde, bir asırdır kıble yapılan vahşî, karanlık, insanlık dışı ve insanlık kâtili Batı, bu noktasıyla da taklîd edilmeli ve “Sürekli devirim ve evirim peşindeki kamalizm”, fıtratını ortaya koyarak, “yerli ve millî” slamcı, başı bezli ve emin ellerde hedeflerine vâsıl olmalıydı!..
Halbuki İslâm, kuvvetli-sâlih-sâlim, fıtrî ve hılkî bir âileye gidişde “Kavvâm olan erkeği reis ve metbû’ makâmında” görmeyi en birinci şart olarak vaz’etmektedir…
İşte (Aile Reisliği), islâmî âilenin yaşatılmasında birinci ŞART bulunduğundan, AKP’nin “yerli ve millî” iktidârında kaldırılıb yok edilmiş, âileler başsız bırakılarak, kadın ve sâir âile ferdleri (cinsiyet eşitliği) gibi bir helâket ve felâket adına dipsiz ve ipsiz kalmışlardır!.
Bunun içündür ki, (Eşitlik hesâbı ve uğruna) madamların biri, “Erkek, kadının nâmûsuna karışamaz” derken; öteki madam hududları çok daha genişleterek, “Erkek, kadının AHLÂKINA karışamaz” diyecek; ve böylece kadın, kendisine karışılamıyan, erkek de, kadına “kaşının üstünde gözün var” diyemeyecekdir!. Binnetîce âile, hılkat garîbelerine hass bir istihâleden geçirilecektir!. Böylece, (Sihirbazlara hass evokasyondan, virüslere hass mutasyondan, maymunlara hass Darvinik evolüsyondan veya ipekböceklerine hass metamorfozlardan) geçerek, insanlık dışı kademelerden de atlayıb zıplıyarak, Global proje tam işleyiş kazanacakdır!..
KÂNÛN VAZ’EDİCİLER, KULUN KULA TAPDIĞI İLÂHLAR YAPILMIŞDIR!
Müfessir Merhûm’un ifâdesiyle “İmtiyâz-ı Rubûbiyyet sınıf-ı ruhbandan parlömanlara geçince”, artık insanlar insanlara tapar olmuş; ve “Nâmûs ve ahlâk telâkkîleri” de Allâh Azze ve Celle’nin irâde ve hâkimiyetinden çıkarılarak, para-lamentolardaki (yüzlerce tanrıya) bağlanır hâle getirilmişdir!. Böyle olunca da, BİRBUÇUK AY KADAR EVVEL, 8/Mart/2020 târîhindeki “Kadınlar Günü” denen Global Eşkıyâların uydurduğu günleri vesîle yaparak, bazıları, Ankara DİB’inin pro Profu Madam Martı gibi, “Erkek, kadının nâmûsundan sorumlu değildir!” diyerek saçmalamış; bazı saraylı ve leydimsi birileri de, “Başkasının ahlâkından sorumlu olmak kimsenin görev tanımı değildir!” soyundan lâf ü güzâf sıkabilir hâle getirilmişdir!. Çünki artık, “layıklık ve dembokrasi” denilerek, İslâmiyyet’in yerine, para-lamentodaki parti parti yüzlerce (600 tanrının) irâde ve hâkimiyyeti oturtulmuşdur!.. Bu tâğûtî sistemin ıstılâhâtında (terminolojisinde) helâl ve haram, şirk ve fısk gibi mefhumlar olmadığı içün de, Kelâm-ı Kadîm tefsirlerindeki “Fıskdan kaçınmıyan YALANDAN da kaçınmaz.” gibi muhalled ve sübhânî kânunları olmıyacak; adı geçen layık-seküler-ateist muhıtlarda adı geçen kânunlar aslâ kâle bile alınmıyacak; ve böylece, bu kabil bir sistemi yalansız yaşatmak muhal hâle gelecektir!.
Yalan, sistemin lâzım-ı gayr-ı mufârıkı (olmazsa olmazı) olduğundan da, böyle bir sistem, İslâmiyyet’i, karşısında bir tehdîd unsuru ve murâkıb gibi görmiye tehammül edemeyeceğinden, mutlak ma’nâda onu sulandıracak; ve onu, asliyetinin dışında bir kılıf ve kılığa sokacaktır ki, bu, o dînin yasaklanması veya kat’iyyen tecrîd altına (karantinaya) alınması, yani ölüme terkedilmesi demekdir… Bu, adı geçen vasat ve sistemde kaçınılmaz bir netîcedir…
Dolayısıyla “Fıskdan kaçınmıyan vasatlarda YALANDAN da KAÇINILMIYACAĞI” kaziyyesi, mutlak bir hüküm hâlinde karşımıza çıkacak; “Nâmus ve ahlâk” babında madamlara söyletilenlerin, islâmî îmân ve telâkkîler karşısında doğru olmaları, zâten muhâl demek olacakdır…
(Mâba’di var)
İntişârı: 18.04.2020 / 22:47:21 (tt)