(5) Zıyâ Selçuk, Köy Enstitüleri Ve Akp Chp’lileşirken…
18 Mayıs 2020
Bay KK’ya Göre Câmideki Ezân Ve Marş Aynı Kutsalmış!
28 Mayıs 2020

ZIYÂ SELÇUK, KÖY ENSTİTÜLERİ VE AKP CHP’LİLEŞİRKEN…

(6)

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

VAHYE DAYANAN DÎN, CEDDİMİZ VE SELEFİMİZİN 15 ASIRLIK EMÂNETİDİR, ONLARI YÂDETMEK VE REHBER EDİNMEKLE MÜKELLEFİZ…

Böyyük Raiz ve Ümmet imamı Sarayından “İslâm Güncellenmelidir” deyû cihâna i’lânâtda bulunursa, bu imamına bakan cemaatin o küçük raizleri, DİB’çi eskiler, akademi-siyen ve yiyenler de, elbet o böyyük imamın yapdığından daha beterini yapıb ortalığı taaffün bombardımanıyla topa tutacaklardır!…

Hulâsa 33 dereceli “millî ve yerli” Mason birâderândan cumhurraizleri C. Bayar’ın, kehânet veya istidrac noktasına gelmiş oluyoruz!. İstiklâl harbinin sahtelerinden biri olan ve o zaman “Galib Hoca” adıyla gözboyayan mumâileyhin pek meşhur sözünü tekrâr etmeden geçemeyiz:

“Biz, Lozan’da Batılılara söz verdik, Türkiya’dan belli bir zaman içinde Müslümanlığı kaldıracağız, bunu da mihrabdan halledeceğiz!”

Din mektebi diye açdıkları mekteb, enstitü ve fakültelerden hangi oryantalist “Asım Nesilleri” fırladı, bunları nasîbi olanlar elbetdeki görüyor ve görecekdir… Biz ise, Ankara Üniversitesi denen yerin İlâhiyâtını 4 yıl ziyâret edib müfredâtını pek yakından ta’kîb etmekle, oralarda gül mü, zakkum veya Ebû Cehil Karpuzu mu yetiştirildiğini ayne’l-yakîn görmüşüzdür… Yüzdeyüz şehâdet ederiz ki, bizim, Merhum Cedd-i Azîzimiz Bartın Müftüsü ve Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhanevî (Halidî-Zıyâî) halîfesi Merhûm Muhammed Rif’at Efendi Hazretlerinin Dergâh, Medrese ve Câmisindeki tedrîs ve irşâd hattından devr aldığımız yani Abdülhamîd Cennetmekânın Osmanlısı eliyle bizlere taşınan İslâmiyyet ile, bu ilâhiyyatda ta’kîb etdiğimiz cumhûriyet müfredâtının ortaya koyduğu dîn, biribirine nâmütenâhî zıt ve hasım, hatta düşmen, apayrı iki dînden ibâretdir…

Biz, aradaki farkı biiznihî Teâlâ bedâhat derecesinde gördük; ve, ikisi arasındaki mukâyese çatlatan kıyaslamayı da, herşeye rağmen biavnihî Teâlâ çok iyi yapanlardanız, diyebiliriz…

 Birinin ak dediğine, öteki kara diyecek kadar bir fark…

15 asırlık vahye dayanan Allâh’ın dîni: “Selefin, selefin de selefine.. Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerine kadar sımsıkı perçinlenib bağlanmadan ve ta’kibçisi olmadan, nâmütenâhî İslâm devleti ve ni’metinden zırnık kadar nasiplenemezsin” derken; ötekisi ise, mutlak olarak tersini söyleyib: “Zırnık kadar selefe bağlanırsan, içinde yaşadığın asrın doğmalarına TAPAMAZ; ve çağ dışı, felsefe dışı, beşerîlik dışı, hümanizma, feminizma, ateizma, deizma, kamalizma ve globalizma dışı kalırsın!” diyen bir dîn… Yüzde yüz biribirini nefyeden iki kutub…

“ENBİYÂYI ANMAK İBÂDET, SALİHLERİ ANMAKSA GÜNÂHLARA KEFFÂRETDİR…”

Vahye dayanan din; ve karşısında, uydurulan ve resmîlik mührü ile piyasaya sürülen birçok dînin ve felsefî ideolojinin halitasından (haltından=karışımından) ibâret beşerî bir religion…

Rasûl-i Rusül Aleyhi Ekmelittahâyâ Sallallâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretleri buyurur ki, “Peygamberleri anmak, ibadettir, salihleri anmak günahlara kefarettir.”  (Kenzü’l-Ummâl, c.15, s.918, h.43584)-(Deylemi)

İşte, selef-i sâlihîne olmazsa olmaz derecede  bağlıyan binbir emir ve sebebden bir tek hadîs-i şerîf…

Biz, Cedd-i Azîzimizden tevârüs etdiğimiz Osmanlı Ehl-i Sünneti iktizâsı, Enbiyâ ve Sâlihîni ne kadar yâdedib zikreder ve onlara kat’iyyen kopmaz bir bağ ile bağlılığımızı devâm etdirirsek, o kadar hayât hakkına sâhib olacağımızı bilmek mevkiindeyiz; ve fakat, bütün bunlara rağmen, üzerlerimizdeki hakkları ile minnet borçlarımızı ise, binde bir bile ödemiş olamayız… Hele onları unutarak zikretmemek ve yâdetmemek, (Kenûd=Nankör) olmak gibi insan fıtrat ve hılkatinde Hâlık’ın yaratdığı bir nakîsa da var ise…

İngiliz îmâlâtı vehhâbiyân ve lâ mezhebiyye, layıklık, topyekûn beşerî sistemler ve Karamollaoğlu’nun hasret duyduğu “İngiliz sekülarizmi” ve binlerce felsefî şeytânet, İslâm milletini bu (kenûd=nankörlük) silâhı ile vurmuş, bundan sonra da aynı taktika ve vuruşlar, gaflet veya hıyânet içindeki iç mihrâklar elinde devâm edecekdir…

 5 vakit namazlarımızın arkasından 20-30 kelimeden ibâret isim listesi yapıb bunları zikredib yâdetmenin 20-30 sâniye gibi pek cüz’î bir zaman aldığını, istiyen herkes tecrübe edebilir…

Herkes kendi büyükler silsile-i merâtibinden 20-30 mübârek isimden bir listeyi ezberlese, yukarıda beyân etdiğimiz hadîs-i şerîfin berekât ve füyuzâtına neden sâhib olamasın?.

Üstelik bir başka hadîs-i şerîf ile de, “Ümmetimin fesâda uğradığı bir zamanda benim sünnetime sıkıca ittibâ’ edene şehid (bir başka rivâyetde yüz şehid) ecri vardır.” buyurulmuş ve istifâdelerimiz kaç cihetden kaç katına çıkmış olmaktadır!…

Bugün ise, öylesine fesâd (ifsâd) içinde, küfür ve şirk çukurunda bulunulmakda; ve devir öylesine zıvanadan çıkma devri olmuşdur ki, “îmânı muhâfaza elde ateş korunu tutmakdan zor olmuş”dur. Böyle bir zamanda Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz gibi cihân mürşid ve kurtarıcısını, tamâmı şart olmakla berâber bir tek sünnetine bile “temessük etmekle” hatırlamak ve onunla rûhânî ve nûrânî kopmaz bir bağ kurmak ne kadar büyük bir vazîfedir. Aynı zamanda bunun, ne kadar büyük kazanç te’mîn edeceği, aklı iğdiş olmamış beşeriyet içün bedâhaten ortadadır…

MÜSLÜMAN, KİMLERİN PEŞİNDE OLACAĞINI VE TARAFINI İYİ BİLİR, TARAFSIZIN TARAFI HİÇLİK VE P..LİKDİR…

Böylesine muazzam bir ticâreti kaçırmanın akıl kârı olamıyacağını, her aklı başında Müslüman kat’iyyen takdîr ve te’yîd edecektir. İslâm muârızı revizyonist ve reformist, nevzuhûr, sarıklı ve cübbeli hannâs ise, edille-i erbaayı kökden kazımanın peşindeki nasibsizler olarak bu islâmî hakîkatlara karşı çıkıb, bunları inkâr edib/etdirme yolundan da aslâ ayrılmamaktadırlar…

Meselâ, biz, sâdece 6 Ülül’azim Peygamberimizi, i’tikadda 2, amelde 4 müctehidimizi, Gavs-ı A’zam, Ahmed Errufâî, Şah-ı Nakşîbend, İmâm-ı Gazâli, İmâm-ı Rabbânî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî, Muhammed Zihni, Muhammed Rif’at, Mustafa Sabri, Muhammed Âtıf, v.s. gibi enbiyâ, evliyâ, ulemâ, sulehâ, vükelâ, şühedâ ve asfiyâ hazerâtını yâdedsek, başka ehl-i sünnet Müslümanlar da kendilerine göre bir yâdediş listesi yapsa, selefimizle aramızı açıb alâkamızı kesmek istiyen “İslâm Muârızlarının”, gâyelerine vâsıl olmaları aslâ mümkin olamıyacakdır! Böylece bütün enbiyâ zikredilerek hadîs-i şerîfde geçen “ibâdet” ve sâlihîn kullar da zikredilerek “günahlara kefâret” ve buna munzam, ikinci hadis-i şerîf mu’cebince de bir diğer cihetden pek muazzam bir kazanç elde edilmiş ve defter-i a’mâlimize yazılmış olacaktır…

Varsın, İslâm muârızı oryantalist çömezleri, revizyonist, reformist, telfikçi, mezhebsiz, selefî-necdî-saûdî-vehhâbiyân-harîcî-rafızî-a’cemî-kamâlî-heykelî-cübbelâ-zübbelâ ve binbir sapıtış içindeki sünnetsizler, bunlara binbir kulb takarak, binbir kuduruşa geçeceklerse geçsinler.. canları cehenneme… Bizim içün birtek gâye, Ceddimizin ve selefimizin ve onlar üzerinden Hâlık’ımızın rızâsını kazanmayı hayâtın en temel hedefi bilmekdir… Varsın onlar (Hannâs) olarak biribirlerini azdırsın ve kudurtsunlar, bizlere bakarak bin kere zıvanadan çıksınlar, onların kaderinde olan zâten budur; ve bizim, bunun önüne geçme imkân ve ihtimâlimiz de yokdur ve olamaz… Onlara ne kadar ve nasıl muhâtab olacağımız, bizim ne kadar vazifemize taallûk ediyorsa, bizim yapacağımız bundan başkası da değildir…

Zaten, edille-i erbaayı münkir olub İslâm’dan çıkmadıkça, onların zırnık kadar rızâsına ermek ihtimâli de yokdur! Şu hâlde kat’iyyen tebeyyün ve taayyün eder ki, onlar, bizi ne kadar ceddimiz ve selefimizden ayırmak ve (hannâsa) teslîm etmek, tâğûtlara köle yapmak isterlerse, biz, kendimizi bin kat daha şiddet, azim ve ihlâsla bunun tersini yapmak mükellefiyeti, me’mûriyyeti ve mahkûmiyyetinde bilmek mevkı’indeyiz…

Bizim her zaman ve her yerde mürâcaat hattımız bellidir; müctehid imamlarımızın, müceddid ve mürşidlerimizin edille-i erbaaya kıl kadar muhâlefet etmeden önümüze koydukları kânun, kâide, hüküm, ef’âl-i mükellefîn ve düsturlar 15 asırdır Peygamber-i Zîşânımız Aleyhisselâm başda olmak üzere ne ise odur… Müslümanları bu hakîkatın dışına çıkarmak istiyenlerin bir eksiksiz topu da, hannâsın ve tâğûtların birer ajanı bilinecek; ve onların tuzak ve çukuruna düşmemek, “Müslümanım” diyenin en baş ve birinci vazîfesi olacakdır…

BİR MÜSLÜMANI, BAHİS MEVZUU ETDİĞİMİZ HAKÎKATLARIN DIŞINDA, HİÇBİR ŞEY ASLÂ BAĞLIYAMAZ…

 İslamiyyet gibi mutlak hakîkât ve en büyük ni’meti, bizlere binbir müşkil ve çile ile asran ba’de asrin (asırdan asıra mütevâliyen, elden ele devredib binbir çileye rağmen taşıyıb nakleden) ehl-i sünnet selefimizi, salât ü selâm, rahmet, hayır ve minnetle yâdederken; zikri geçen “cumhuriyet sarıklı ve cübbelisi” İslâm muârızları ise, sarık-cübbe altında tam tersini yapmakda, bu pek kıymetli selefimiz içün bütün ifsâdât, nankörlük, aşağılama, i’tibarsızlaştırma ve her türlü “asl inkârı” mechûliyetler kusmanın peşine düşmüş ve düşürülmüş bulunmaktadırlar…

“İslâm muârızı oryantalist ve tahribkâr cebhenin” “ictihâd kapısı açılsın” yâveleri de, bugünün ortaya atdığı bir hezeyân değildir. Bu, bütün “İslâm Muârızı” şarklı ve garblı ifsâd merkezlerinin temcid plavı gibi ısıtıb ısıtıb öne sürdüğü iğrenç bir şeytanlıkdır.

 Zaten günümüzde “Mezhebçilik” diyerek İslâm’a saldırmaları, zaman zaman tasrîhinden korkub kaçınsalar da, ehl-i sünnet mezhepleri üzerinden olmakda; bunlar hedef alınarak yapılmaktadır!. Çünki diğerleri, ki bunlar İslâm târîhinde “fırâk-ı dalle” olarak geçer, zâten “Müslümanlık iddiasında” bulunsalar da, i’tikadlarında “küfre müeddî” nice sapıtışların bulunduğu bedâhat derecesinde ortadadır. Üstelik bunlar, “Vücûd hikmetleri İslâm’ı ortadan kaldırmak” olarak tedvîn ve kanalize edilmiş dalâlet mezhepleridir… Vehhâbiyye, Ahmediyye ve İsmâiliyye v.s. gibi nice dalâlet mezheblerinin İngilizler başda olmak üzere haçlı ve yahudi eli ve ajanları vâsıtasıyla o bölgeleri zulümlere boğdukları apaçık bilinen hakîkatlar cümlesindendir…

Oryantalist İslâm muarızlarının bu kabil dalâlet fırkalarıyla bugüne kadar hiçbir alıb veremediklerine de, ciddî olarak aslâ rastlanılamamışdır. Bugün İslâm’ı değiştirmiye, revize ve reformize, tahrîf ve tağyîr etmiye ma’tûf hangi yâve ve küfür formülleri ortaya atılıyor olursa olsun, bunların tamâmı da, târihden gelen aynı bayat şeytanlaşmaların birer tekrârıdır… Bugünkilerin ağzında ve kaleminde salyalaşmış ve İslâm’ı tahrife ma’tûf ne varsa, hiçbiri kendilerinin olmayıb, asırlardır Haçlı-Yahudi ve sâir şirk merkezlerinin hazırladığı, hazır, bayat, kokuşmuş ve harc-ı âlem tahrîf ve tahrîb malzemeleridir… Bu malzemelerin, daha da müessir kullanılması içün, İslâm’ın içindeki ma’lum tip ve nasipsizleri ileri sürmek çok yerinde olacakdır! Bunların sûret-i hakkdan görünmeleri, daha da kolay olacağından, bu dış mihrâklar onları, taşeron ve tetikçi eşkıyâlar olarak kullanır! Plânlarını onlara tatbîk etdirir; ve binbir bahâne uydurarak, İslâmiyyet’i bunlarla  bozma ve karalama hâinliğinde onları öne çıkarırlar!…

Bahse mevzû’ etdiğimiz müctehidliği, bu adı geçen “İslâm muârızı” hezele, sudan ucuz öyle bir hâle getirib hakîkî keyfiyetinin dışında bir basitliğe ircâ’ ediyor ki, bu bile, bunların hâinlikde hudûd tanımadıklarının en kuvvetli delillerinden bir sayılmalıdır.

Müctehid olmak, doğrudan doğruya Allâmü’l-Ğuyûb Azze ve Celle Hazretlerinin in’âm ü ihsânı ile kazanılır. Bunlara munzam, bütün şer’î, aklî ve ictimâî ilimleri de müctehid-i mutlak olan zevât-ı kirâm elde etmiş ve bunların tamâmını, edille-i erbaa istikâmetinde bihakkın hayâta tatbîk eder olmuşlardır.

MÜCTEHİD OLMIYANLARA TAKILMAK, MÜTEHASSIS CERRAH YERİNE KASABA MÜRÂCAAT GİBİDİR…

Böylece, bu nâdîde zevât-ı kirâm, sâhalarında dürr-i yektâ gibi temâyüz etmiş ve cihân çapında otorite olmuşlar; fıkhı, bir kuyumcu dikkat ve inceliğiyle, rızâ-yı ilâhîye tam riâyet ve nâiliyyetle işleyib tedvîn ederek, mutlak müctehidlik makâmının 13-14 asırdır (imamları), liderleri, başbuğları ve kumandanları olmuşlardır…

Günümüzdeki tâğûtî sistemlerin, anti-İslâm, münekkid ve oryantalist kafalı çömezler yetiştiren mekteb ve fakültelerinden, klâsik ma’nâdaki “icâzetnâmelerin” bindebiri kadar kıymeti olmıyan ve bu (diploma) denen uydurmaları ele geçirenler, oralarda “Tedris a’zâsı” bile olamayıb, kendi ta’birleri ile “akademi-siyen” olmuş; ve bunu, bir meziyetmiş gibi etraflarına üfürüb üstünlük kurmaya ve herşeyin bileni bulunduklarına özendirilmişlerdir! Ve üstelik, mübârek selef ulemâmızı beğenmiyen, hatta bir kısmına da bühtanda ve tahtiede bulunan bu kabil nasibsizlere göre, bu müctehidîn hazerâtının ictihadları “vaz’-ı beşerîdir; dolayısı ile de, icmâ’ ve kıyâs-ı fukahâ ile sâbit hükümler (hâşâ) dîn değildir!.”

İşte Mason Bayar’ın dediği “Biz İslâmiyyet’i Lozan’da Batılılara verdiğimiz söz gereği Türkiyâ’dan kaldıracak ve bunu da mihrabdan halledeceğiz” sözü, bu usûllerle hayata geçirilerek irtikâb edilmiş, edilmekde ve edilecekdir…

“İlâhiyâtçı Cumhûriyet oryantalist ve bel’amlarının” reformist  Efgânî-Abduh-Karamanlis çizgisinde olanları, onların, “Müctehid icmâ’ ve ictihadlarının vaz’-ı beşerî olub, vaz’-ı ilâhî olmadığı” şeklindeki hezeyân ve gaseyanlarına sarılmadan, kütük gibi kitablar yazıb içlerini binbir hurâfât ile doldurmadan da edemezler!. Edille-i erbaamıza tasallutla “beşerîlik” isnadlarının, İslâmiyyet nazarında hiçbir hakîkatı yokdur ve olamaz. Bu küfür ve hezeyanları, İslâmiyet sûret-i kat’iyyede kabûl edemez, etmemişdir. Onların bu iddiaları, mutlak müctehidlerin ictihadlarını, alel’âde insan fikri ve muhâkemesinin bir netîcesi gibi gösterib, kıymet ve i’tibardan düşürmeyi istihdâf eder. Böyle olmalıdır ki, “Müslümanım” diyenler, o mutlak ve bihakkın müctehid olan zevât-ı kirâmın “ictihadlarını”, asırlar evvelinin şartlarına göre yazılıb-çizilmiş ve dolayısıyla bugüne cevâb veremiyen hükümler olarak telâkkî etsinler!. Ve bu oryantalist-reformist kafalı ilhâdiyatçılar, böylece, kendi uydurmalarını yani “ictihâd nâmını verdikleri şeytânî teşehhîlerini”, câhil kalabalıklara reklâm peşine düşebilsinler!

Büyük İslâm Müctehidleri ise, ümmet-i merhûmeye pek büyük bir lutf-ı ilâhîdir. “İslâm Muârızı Oryantalist yamağı ilhâdiyatçılar” ise, kendilerini, allâme-i cihân da bulunan o mübârek ve mutlak müctehidlerin yerine oturtarak, kendi şeytanlıklarını da o büyük müctehidlerin ictihadları yerine koyarak, böylece kendi dessâs ve müfsid varlıklarını “sahte peygamberler” misillü devâm etdirebilmek taktikası ve ıkınışında bulunurlar!…

İCTİHADLARA “VAZ’-I BEŞERΔ DEMEK, ORYANTALİST ÇÖMEZİ İSLÂM MUÂRIZLARININ KÜFRÜDÜR…

Bu nokta, bugünün “İslâm telâkkîsini güncellemekde, yani saptırmak ve değiştirmekde”, en mühim ifsâd usulü olarak sistem hizmetkârı politikacılar tarafından da  kullanılmaktadır…

İslâm ve dolayısıyla Müslümanlar nezdinde ise, Mutlak Müctehid olarak İslâm târihinde bihakkın yer alan zevât-ı kirâmın ictihadları, aslâ vaz’-ı beşerî değil, “vaz’-ı ilâhîdir.”  Böyle olmazsa, o ictihadlarla ortaya çıkan hükümlerin “DÎN OLARAK” yani Allâh Azze ve Celle’nin irâdesi olarak kabûlü ve tatbîki abes olur; ve o kadar ki, kul irâde ve aklına tapmak gibi, son derece korkunç bir netîce de ortaya çıkarır…

Zâten anti-İslâm ve oryantalist sistem hizmetçileri de bu kabil isnâd, mugâlata ve desîseleriyle, “Hakîkî ve kadîm Müctehidlerimizi” i’tibarsızlaştırıb ortadan kaldıracaklarını zu’mederler!. Bu İslâm Muârızları, değil Müctehidîn Hazerâtının, Nebî Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinin bile helâl-haram ta’yîni ve hükmünde bulunamıyacağı küfr ü bâtılı ile zihinleri idlâlden aslâ çekinmezler…

Efendimiz Aleyhisselâm’ın Kelâm-ı Kadîm’i tefsîri ve ondan çıkardığı binlerce hüküm yok sayılırsa, bu, doğrudan doğruya Kur’ân-ı Mübîn’in iptâli ve ilgâsı demekdir. İcmâ’ ve Müctehid ictihadları da böyledir… Bu İslâm Muârızları, Sünnet, İcmâ’ ve kıyâs olmadan Kur’ân-ı Kerîm’in olamıyacağı usûl kânûnunu, kendi isimlerini bildikleri gibi kat’iyyen bilirler. Edille-i erbaayı ortaya koyan, Kelâm-ı Kadîm’in bizzat kendisidir. Ancak müfsidler içün, Kur’ân-ı Kerîm’e inanıyor görünerek Kur’an-ı Hakîm’i iptâl taktikası esasdır; ve bu iblislikle bütün edille-i erbaanın iptâli hedefine varacaklardır… Yoksa hedefleri Kelâm-ı Kadîm’i bırakıb diğer üçünü ibtâl değildir… Kelâm-ı Kadîm’e doğrudan ibtâl da’vâsı açamadıklarından bu yola başvururlar…

Kelâm-ı Kadîm, Sünnet, icmâ’ ve kıyâs’dan kurtarıldı mı, o zaman Kur’ân-ı Kerîm ile oynamaları ve ona kendi bütün şeytanlıklarını söyletmeleri son derece kolay olacak; ve patronlarının keyfine göre, gene adı “İslâm” olan böyle uydurma ve beşerî bir dîn ile, insanlar istedikleri gibi aldatılıb oynatılacak ve istedikleri şekle sokulmuş olacaklardır…

Öyle ya, “Vaz’-ı ilâhî” olarak telâkkî edilmiyen ictihadlara “DÎN NÂMI” verilmediği takdirde, bunların çöpe atılmasında neden bir tereddüd veya mahzur olsun!. Bütün hedefleri, bu kabil şeytanlıklarla KİTÂB ve SÜNNETİ, topyekûn îzâhât ve hakîkatıyla yaşatacak olan icmâ’ ve mutlak müctehid ictihadlarını ortadan kaldırmak; ve bu boşluğu, kendi şeytânî teşehhîleri, sistem yalakalıkları, reformcu hezeyanları, dinsiz hevâ ve hevesleri ile doldurmakdır. Binnetîce, Kitâb ve Sünneti de bu şekilde ortadan kaldırmak, hakîkatı dışına sürgüne göndermek, dumûra ve kısırlığa uğratarak hükümleri bozulmuş bir keyfiyete dûçâr etmek mümkin olacakdır…

Bu şeytânî usûl ve taktikalar yeni değil, asırlardır revizyon ve reformasyon peşindeki iblislerin durmadan üfürdükleri bir hezeyân ve boşaltdıkları bir gaseyândır… İslâmiyyet’in edillesi 4 olub, bu, KİTAB, SÜNNET, İCMÂ’ ve MÜCTEHİDLER tarafından bu dîn-i celilin en baş düstûru ve olmazsa olmazı (lâzım-ı gayr-ı mufârıkı) olarak sâbitdir. Bunun üçe, ikiye veya bire indirilmesi, o bir’in de yok edilmesi içündür ki, bunda, bütün 15 asırlık ehl-i sünnet ulemâsı, başda Kelâm-ı Kadîm’e istinâd ederek istisnâsız müttefikdir…

ORYANTALİST ÇÖMEZİ AKADEMİ-SİYENLER DEĞİL, MÜTEHASSIS DÎN ULEMÂSI ESAS ALINIR…

Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri, Tefsîrinde, Peygamber-i Zîşân Aleyhisselâm’dan i’tibâren mes’elenin aslını son derece sarîh ve vazıh olarak ve ehl-i bid’at, ehl-i ihânet ve dalâlin rağmına şöyle ifâde etmektedir:

“Hakâik-i dîniyye ve mesâil-i teşrîiyyede, tekerrür müşâhedesi ve tecribesi asırlara mütevakkıf, nice metâlib-i mühimme vardır. Ve bunun içün ilm-i dinde dahî, akıl ve naklin ehemmiyeti derkâr (ma’lûm)dur. VE FİLHAKÎKA İSLÂM’DA DA  VAZ’-I İLÂHİYİ BİLDİREN DELİL DÖRTDÜR. KİTÂB, SÜNNET, İCMÂ’-I ÜMMET, KIYASDIR. VE BUNLARDAN EVVELKİ ÜÇÜ MÜSBİT (isbât edici) VE DÖRDÜNCÜSÜ MUZHİR (ızhar edici meydana çıkarıcı)DIR.” ( 1936 TAB’, c.1, s. 88)

Görüldüğü gibi, İslâm muârızları, ilâhiyatçısından Ankara DİB’çisine, layıkçı politikacısından echel medya şakîlerine kadar bütün oryantalizma familyaları, İslâmiyyet’in 4 ana temelini yıkmak içün, kimisi müctehid ictihadlarına “vaz’-ı beşerî” deyib hükümsüz bırakmaya çalışır, kimisi, icmâ’ ve sünnete sataşır, kimisi de “Peygamber helâl-haram vaz’edemez” diyerek müşrikleşir!.

Son zamanlarda bunlar, Kelâm-ı Kadîm’in de, bazı âyetleriyle değiştirilerek, günümüz müşriklerinin ağız tadına uygun bir yaz-boz tahtası hâline gelmesini istiyecek kadar gemi azıya almış ve kudurmuşlardır… Hatta “Kur’ân yeniden yazılmalı” çukuruna atlıyan kubur fâreleri bile görülüb duyulabilmektedir!.

Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs-ı müctehidine, ümmetin üzerinde icmâ’ ve ittifâk etdiği bihakkın mütehassıs Mutlak Müctehidlerin gözü ile bakmadıkça, “urvetü’l-vüska”ya vâsıl olmak, Müslümanlar içün mümkin değildir… Bunun da isbâtı, 15 asırdır târihin şehâdetiyle yaşanmış olan İslâmî hayat; ve başda, Asr-ı Seâdet olmak üzere İslâm Târîhidir. Bunu görmeyib de suları yokuş yukarı akıtmak gibi bir abes ve sapıtmaya kalkan yeni peydahlanmış “Haçlı-yahudi kafalı ve oryantalist çömezi bilgiç hâinler gürûhu”, sâdece suları bulandırır!. Bu bulanık ve mikrop yuvası, fosseptik hamûle karışmış sudan da, ancak kendileri ile, idlâl etdikleri echel-i cühelâ ve ekfer-i küferâ içer veya bunun reklâmını yapar dururlar!

Bu bulanık sulardan içenlerin encâmı ise, Elmalılı Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin tercemânı bulunduğu Şer’-i Şerîf’in şu umûmî formülünü ortaya koyan cümlesi ile ifâdeye kavuşur:

“Sagîrede ısrâr kebîreye, kebîrede ısrâr küfre dâî olur. Küfür ise her şenâatı yapdırır.” (1936 tab’, c. 1, s. 370)

Adı geçen sürülerin hayatları yakînen tedkîk edilecek olursa, bu formül ifâdenin onları îzahda müthiş bir düstur olduğu ayne’l-yakîn görülecektir…

Bugün her şenaati yapandan da geçilmiyorsa, sagîre (küçük günahların), kebîre (büyük günahların), tepeden tırnağa her yeri işgâl ederek küfre dâî olmasından, bunun da her rezâlet ve alçaklığı ortaya koydurmasındandır…

İşte bir-iki asırdır türeyen oryantalist çömezi mezhebsiz ve laik gürûh, her şenâatı bunun içün yapmakdan zerre kadar kaçınmıyor… Kaçınmazlar, çünki “îmânlar” zîr ü zeber olmuş, 18 yıllık AKP de, DİB rüesâsı yapdığı sarıklı-cübbeli adamlarla “İslâm’a muârızlığı” yürütmüş, sonra da onların her birini kendisine (muârız-hasımlar) olarak karşısında bulmuşdur!. Fettoşundan, Arınçosuna, Badakosundan Körmezo’suna, Şövalye nişanlılarından Davuloçosuna ve Babaçanosuna… v. sâiresine kadar…

Maarif gibi en mühim bir merkez de, sanki hiç başka adam kalmamış gibi, bugün en militan “Köy Enstitüsü Kafası Taşıyan” bir adamın ellerine teslîm edilmişdir ki, bunun acısı da, çok yakında cıyaklamalarını agoradan cihâna duyuracaktır!

Yârenler de, Piskevitçi Turko-Devleto ile Maocu Perinço-Derinço gibi ecâib zıd kutubların zıt buudları kalmış, kökden kopuldukça kopulmuş; olan ise, Allâh Azze’nin dîni ile garîbân Anadolu ehâlîsine olmuşdur!

Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri, bütün bu olanları da, ilmî ve muhteşem bir lisân ile şöyle îzâh ve hulâsa buyurmaktadır:

“Tâbi’ göründükleri Kitâb’ın tamâmına hakîkaten mü’min-i sâdık olmıyarak onu kendi GÖNÜLLERİNE VE HEVÂLARINA GÖRE ANLAMAK İSTİYENLER, Kitâblarının bir kısmına inanırsa, diğer kısmına inanmaz; ve bu sûretle BİRİNİN İNANIR GÖRÜNDÜĞÜNÜ DİĞERİ İNKÂR EDER, BUNLAR DA HEVÂLARININ İHTİLÂFI NİSBETİNDE İHTİLÂF EDERLER. Bunun netîcesi de, KİTABSIZLIĞA VE EN BÜYÜK NİZÂ Ü CİDÂLE MÜEDDÎ OLUR, HAKKDAN TEBÂÜD ETDİRİR (uzaklaştırır.) Bu da CEM’İYYETLERİ PERÎŞÂN EDER VE AZÂB-I EBEDÎYE SEVKEYLER.” (1936 TAB’, c.1, s.594)

Bu mübârek satırlardan da apaçık anlaşılmaktadır ki, “kitâb” diyen SAHTEKÂRLARIN “KİTABSIZLIĞI”, BEDÂHAT DERECESİNDE ORTADADIR…

Mezhebsizlik mezbeleliği, “mezhebçilik” uydurmaları, edille-i erbaamızın dördüne de mevzii ve mevkiinden bakmayı yok etmiş, kuru, azgın, determinist ve çarpık bir akılla bakmayı temel esâs hâline getirmişdir…

Mâba’di var

İntişârı: 23.05.2020 / 04:43:29 (tt)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir