(5) Virüs Devrinde Bile, Ankara Dib’i Fıtratları Îcâbı Gene Tahrîf; Ve Bulanık Suda Balık Avlama Peşinde!
11 Nisan 2020
(7) Virüs Devrinde Bile, Ankara Dib’i Fıtratları Îcâbı Gene Tahrîf; Ve Bulanık Suda Balık Avlama Peşinde!
18 Nisan 2020

VİRÜS DEVRİNDE BİLE, ANKARA DİB’İ FITRATLARI ÎCÂBI GENE TAHRÎF; VE

BULANIK SUDA BALIK AVLAMA PEŞİNDE!

(6)

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

 

ERKEK, ÂDEM ALEYHİSSELÂM’DAN BERİ ÜSTÜNDÜR, ERKEKDİR, ÂİLEDE REİS VE METBÛ’DUR. KADIN, ONUN MUÂVİNİ VE TÂBİİDİR Kİ, FITRÎ VE HILKÎ AHENG VE MÎZÂN DA ANCAK BUDUR.

Politika, medya, ilhâdiyât akademyası, bel’amlaşmış ham softa kaba yobaz sürüleri, heykelizma ve feminizma kurbanlarının topu da Kur’ân terâzîsiyle “Fasıklar grubudur” ki, Hucurât Sûresi 6. Âyet bunu ortaya koyar ve  âyetin meâli şöyledir:

“Ey, o bütün îmân edenler! Bir fâsık size bir haber getirirse, onu tebeyyün etdirin.–birdenbire kapılmayın da beyân isteyin.Tahkîk edib anlayın, dinleyin. Fıskdan kaçınmıyan YALANDAN da kaçınmaz.”  (c.6, s. 4456)

EVET, GÜNAH VE HARAMLARDAN KAÇINMIYANLAR YALANDAN DA KAÇINMAZLAR. Bu müthiş islâmî kânun ve düstur bütün politikacıları, ateist ve feministleri ve bütün gayr-i Müslimleri ihâta eden umûmî bir ana esasdır. “Müslümanım” diyenler, bu düsturdan uzaklaşdıkları derecede, dünyânın her yerinde aldatılmış ve dolandırılmışlardır!

Dolayısıyla Global şeytanların parmaklarında oynıyanların “Müslüman görünmelerine, mîllî ve yerliyiz” şeklindeki yutdurmalarına inanılamıyacağı gibi; “Cinsiyet Eşitliği” denilen en galız yalanlara da aklı başında bir müslümanın zerre kadar kıymet vermesi düşünülemez. Bu tip (fâsık) sürüler, erkek ve kadını fıtrî ve hılkî tabiatları dışına çekmek içün en büyük silâh olarak (YALANI) kullanırlar ki, aşağıdaki âyet  mealleri ile tefsîr satırları, bunu kat’iyyen isbât edecekdir. Ancak bunlar, kendi şeytânî ideolojilerini ve global çetelerin istikâmetini kendilerine dîn edinmiş olub, müslümanlara te’sir edebilmek içün kendilerinin de (Müslüman) olduğunu utanmadan söyler; ve onları bu yolla tuzaklarına düşürmek isterler. Bunların “Başörtüsü” takmaları da sâdece bir maske olub, kendilerine “Müslüman” dedirterek halkı peşlerine takmak içündür!. Halbuki Müslümanlığın, erkek ve kadın, nâmus ve âile, ahlâk ve beşerî münâsebetlerin tamâmındaki topyekûn asâs ve telâkkîleri, bu global şeytanlarınkinden, görüleceği gibi sonsuz derecede ve fevkal’âde farklıdır…

Vahye müstenid olanla, (nefs emrindeki akla) dayanan arasındaki, mukâyese çatlatan farkı kastediyoruz…

NÂMÛS VE AHLÂK, LÂYIK SOSYOLOJİ HURÂFELERİNE DEĞİL, İSLÂM’A DAYANIRSA VAR OLUR, AKSİ HALDE ÇÜRÜR…

Müslüman içün bir tek i’timâd edilecek kaynak, mu’teber şer’î müdevvenatımızdır. Meselâ Elmalılı Tefsîrinden tedkîk edelim:

1000 yıllık Müslüman Türkün (Nâmûs, Ahlâk, Âile, Îmân ve her asıldaki telâkkîlerini, Global Çete projeleri istikâmetinde değiştirmeye uğraşanlar, bugün politika, medya ve her türlü müessesâta çöreklenerek   icrâ-i mel’anet eylemektedirler. Ankara DİB’inin; ve Leydimsi ve sözleşmeci dernek, denek, binek ve kânûnların nefesi buna yetecek midir, bu ayrı mes’eledir! Onlar istedikleri “Nâmûs ve ahlâk telâkkîlerini hangi batılı menfezlerden taşıyıb kendilerine giydirirlerse giydirsinler”, amma bunları, vezn ü terâzî sâhibi Müslümanlarla onların mahallesinde aslâ kolay satamazlar, bedeli çok ağır olur!. Alıcı bulacakları kenar mıntıkalar, kendilerini “Müslüman” zanneden, modernite ve kamalite hayat tarzı içinde bulunarak, güya bunlara karşı duran ve İslâmiyyet’i müdâfaa etdiği zehâbı ve hülyâları içinde bulunan içi boş zavallı kalabalıklardır…

“Nâmus ve Ahlâk” bâbında söz söyliyecek DİB’çi ve Leydimsi madamların, Müslümanlık’daki bu mefhumlarla alâkalı olarak söz söyleme salâhiyyetleri; ve ilim, irfân, ehliyet ve dirâyetleri olmadığı da îzahdan vârestedir. Bu kabil madamların kendi inanç, religion ve ideolojilerine ve global merkezlerin güdümüne göre yapacakları propagandalar, müslimanları aslâ bağlamaz ve en küçük bir kıymet de ortaya koyamaz…

Müslimanlara, Globalizma standartlarına göre “nâmus ve ahlâk” mühendisliği dayatmıya, onların îmân ve telâkkîleri ile oynayıb bunları değiştirmiye kalkmak, zorbalık ve zulmün en çirkin bir şeklidir… Bunların, diktatörlük veya dembokrasi adı altında irtikâb edilmesi de, hiçbir şeyi değiştiremez… Bu kabil teşebbüs ve hatta taarruzların, nereden gelirse gelsin Müslümanlar nazarında keenlemyekûn oldukları da mutlakdır. Çünki Müslümanların yegâne mîzânı, edille-i erbaa ile önlerine konulmuş olan şer’î kanûn, hukuk ve fıkıh nizamlamalarıdır… Zâten Müslüman demek de, “Ben ancak bu kânun ve nizamlara göre yaşarım” diyen insan demekdir…

Global dünyâ çetelerinin projeleri istikâmetinde “cinsiyet eşitliğini” esas alan “Sözleşmeci, KADEM’ci, DİB’çi, 6824’çü”, “Kadının Beyânı Esasdır” gibi hezeyanları kânunlaştırarak hukûkun ırzına geçici, 5816 gibilerle de korumacı değil kokutmacı ve korkutmacı, v.s, nice denek ve binek veznindeki dernek,  cem’iyyet veya şebeke varsa, bunlar, politikacıların ve onlar elindeki hükûmetlerin en çirkin yüzkaralarıdır… Müslümanlığı dillerine pelesenk etdiği hâlde, bu kılık altında Müslümanlığın sinir uçları ile oynamak, onu, ellerindeki kaba kuvvete dayanarak Globallerin projelerine uygun kalıplara dökmek, bunun mühendisliğine soyunmak, tekrar ederiz ki, (Gayretullâh’a Dokunur) ve gadab-ı ilâhîyi celbedib, sonu, helâket ve felâket getirir. Buna sebeb olanlar da ebediyyen mücrim sandalyesinden kalkamaz, muhaller fi’n-nâr ve perîşân olur giderler…

Bugün pek çok fitnenin temelinde, “Cinsiyet eşitliği” denilen, bilhassa bir asırlık Batı fitnesi ve seytânî projeler yatmaktadır. Böyle bir eşitlik, insanlık târihindeki en azgın ve kuduruk bir sapıklıktır ki; gözün önünde duran  hakikatleri, misilsiz bir şeytanlıkla inkâr, tahrîf, tağyîr, tebdîl ve tarîb etmekdir. Cinsleri yaradan ALLÂH Azze ve Celle, bu sapıklığı Kelâm-ı Kadîmi ile insanlık târihi boyunca yasaklamış ve aşağıdaki gibi Müslümanları kat’iyyen bundan uzak tutmuşdur…

 Nisâ Sûre-i Celîlesinin 34. Âyet-i Kerîmesi Elmalılı tefsîrinde mealen şöyle:

“Er olanlar, kadınlar üzerinde hâkim dururlar. Çünki bir kere Allâh birini diğerinden ÜSTÜN YARATMIŞ, bir de erler mallarından infâk etmektedirler (Velâyeti altındakilerin nafaka, kisve ve süknâsını te’mîne mecburdurlar.) Onun içün iyi kadınlar İTAATKÂRDIRLAR.” (1936, c. 2, s. 1340)

“CİNSİYET EŞİTLİĞİ” DENİLEN BUTLÂN, KADINA ZULÜM VE ONU SÖMÜRME TUZAĞIDIR…

Aşağıya alacağımız (İstanbul – BİA Haber Merkezi 24 Mart 2011) kaynaklı haber, İslâm’ın edille-i erbaa esasları noktasından ele alındığında, dînî değerleri ne kadar umursamaz ve hiçe sayıcı bir keyfiyet taşımaktadır; ve ne kadar sonsuz bir hatâ ve butlandır ki, ehl-i îmân ve fikir, bunu dehşetle görecekdir:

“Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun düzenlediği “Daha Eşit Bir Dünya için Cinsiyet Eşitliği Komisyonlarının Rolü” temalı uluslararası buluşma Grand Cevahir Otel’de başladı.

İki gün sürecek toplantının açılışına Başbakan Erdoğan, eşi Emine Erdoğan, kızı Sümeyye Erdoğan, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı Güldal Akşit, yabancı ülkelerden temsilciler ve bazı davetliler katıldı.

…. (AKP) iktidarı döneminde kadın erkek eşitliği yolunda önemli gelişmeler yaşandığı savunuldu.

….Başbakan Erdoğan, Türkiye’de önemli değişimler yaşandığını, kadınların değişimin hem öznesi olduğunu hem de yönünü belirlediğini söyledi; kadın hakları alanında yapılan çalışmaları şöyle özetledi:

“Töre cinayetlerine müebbet hapis getirdik. Kadının siyasette, sosyal yaşamda etkin rol alabilmesi için güçlü teşvikler yaptık. İl genel meclislerinde daha fazla kadının yer almasını sağladık. 350 bin kız çocuğumuzu okullarla buluşturduk. İş kanununda yaptığımız değişikle kadınlar için eşit işe eşit ücret uygulamasını getirdik. Annelerin doğum iznini 16 haftaya çıkardık. Kadın istihdamını destekledik. Evde üretimi vergiden muaf yaptık. Bu adımların daha büyük bir değişime zemin hazırladığını görüyor ve umutlanıyoruz.”

….Emine Erdoğan ise: “Esasen toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda verdiğimiz mücadele bir hak mücâdelesinden öte, altını çizerek ifâde ediyorum, bir ölüm kalım mücadelesidir” dedi…….

Erdoğan ayrıca, Türkiye’de son sekiz yılda cinsiyet eşitliği konusunda önemli gelişmeler yaşandığını da savundu.

Bakan Kavaf ise bazı coğrafyalarda kadınların insan hakları ihlâl edilirken sessiz kalınırsa, toplumsal cinsiyet eşitliğinin kurulamayacağını söyledi…”

https://m.bianet.org/bianet/kadin/128843-emine-erdogan-cinsiyet-esitligi-olum-kalim-meselesidir

*

Görüldüğü gibi, “Toplumsal  Cinsiyet Eşitliği” denilen bu Global dünyanın dayatması gayr-i tabiilik, yalınız kadın fıtrat ve hılkatini değil, bu bozulunca, kadın fıtratıyla dengeleneceği mutlak olan erkek fıtratı da zarûreten tağyîr ve tahrîb olunacak; ve cemiyetin dîni, dil ü irfânı, âile ve târîhine kadar bütün ana temel, değer ve muvâzeneleri, zîr ü zeber olarak fıtrat dışına fırlıyacakdır…

İşte hergün, karısını veya kocasını veya “kız arkadaşını” veya metresini veya bilmem nesini öldürenlerin, boğanların, parçalıyanların, göle-kuyuya atanların, anasını-babasını veya oğlunu kesib biçenlerin haberleri…

Cem’iyyet (Anadolu insanı), cinnetlik bir noktaya doğru sürüklenmektedir!

Temelde yatan yegâne sebeb, “cinsiyet eşitliği” safsatasıyla kadının ve onun üzerinden erkeğin “fıtrat ve hılkatinin” bozulması…

Bu, global merkezlerin bir projesi olarak “dünya insanlarını” sürüleştirme, şuursuzlaştırma, zombileştirme ve kanını-iliğini sömürme projesidir…

Nisâ Sûresindeki 34. Âyetin tefsîrine bakılacak olursa, burada ortaya konulan islâmî (mutlak) esasların üzerine, bir Müslüman, Müslümanlık’dan çıkmadan söz sarfedemez… 

Kadınlar, erkeklere nazaran fizîken zaîf ve rûhen nahîf, hassas, hissî ve nârin olmaları hasebiyle, hakları çok, vazifeleri azdır…

Erkekler ise tam tersine, fizîkî kuvvet ve ruhî metânetleri sebebiyle hakları az, vazifeleri çokdur…

Eşit (müsâvî) kabûl edilmeleri hâlinde ise, onların bu fıtrî ve hılkî yaratılışlarını tahrîf, tağyîr ve şiddete ma’rûz bırakmak, kaçınılmaz olacaktır…

 Müsâvât ile, ya erkeğin hakları çoğaltılacak ve kadının hakları azaltılacak; veya kadının vazifeleri çoğaltılıb erkeğinkiler azaltılacakdır ki, eşit bir seviyeye gelmiş olsunlar!.. Bu takdirde kadının haklarından çekilmiş, vazifelerine de yükleme yapılmış olacaktır ki, bu, işte KADINA en modern şeytan ZULMÜDÜR…

Ahmak, çatlak; ilim, akıl, muhâkeme ve merhamet fukarası, görgüsüz, echel, haddini bilmez ve akıntıya kapılan süs tavuğu, başına 2-3.000 TL’lik çok pahalı bezler saran nice madamlar, global şeytanların dümen suyuna girince, aslında, “Dünyaya dayatılan Kadın Günleriyle, Kadına Zulmün Peşine düşürülüyorlar!”

Fakat bunu, mühürlendiklerinden aslâ göremiyor; nasibsizlik ve beyinsizliklerine de bir türlü doyamıyorlar!.

Bunların başlarına sardıkları bezler de “Müslümanlıklarının” kat’iyyen bir ifâde ve iktizâsı değil, halka, kendilerini “Müslüman” zannettirerek, onları, kuyruklarına takmak içün bir gözboyama ve bir yemdir…

Elmalılı Tefsîrinde, bahsetdiğimiz âyet-i celîle meâlini tekrar görelim:

“Er olanlar, kadınlar üzerinde HÂKİM dururlar. Çünki bir kere Allâh birini diğerinden ÜSTÜN YARATMIŞ, bir de erler mallarından infâk etmektedirler (Velâyeti altındakilerin nafaka, kisve ve süknâsını te’mîne mecburdurlar.) Onun içün iyi kadınlar İTAATKÂRDIRLAR.” (1936, c. 2, s. 1340)

Başı bezli ucûbe madamlar ise, Batı vahşetine tapma adına, “iyi kadın olmayı” değil, erkeklere tahakkümü hedef yapan; ve “itaati” de kendisine çeviren; ve böylece Allâh Azze ile harbe tutuşan bir mahlûk tipini ortaya koymaktadır…

İslâmiyyet’in 15 asırdır kat’iyyen takarrür eden esaslarını bu madamlar zerre kadar kâle almadan; “Modaya göre şık giyinen ve çok entel, çok modern, çok sosyal, çok okumuş, çok bilgili, çatır çatır hakkını (!) savunucu, ev hanımı gibi cambazlıkdan anlamaz değil, çok havalı ve martavallı, v.s.” adına geçmek içün yaşarlar!.

Bunlar, Kadîm İslâmiyyet’e göre bugün yaşanamıyacağını her fırsatda gözlere sokan, “14-15 asır evvelki hükümlerin bugün uygulanamıyacağının” dâîleri olarak her mevzû’da çene çalıb bilgiçlik ve ukâlâlık yapabilen,  erkeklere tepeden bakmayı “cinsiyet eşitliği” diye çalkalıyan, kartaloz ve cadaloz çalımlar atmayı üstünlük ve meziyet tasavvur eden; İslâmiyet’den utandıkları içün, onun, herkesin anladığı gibi “geleneksellenmiş” bir din değil de, kendilerinin anladığı gibi “Günellenmiş ve genleri iyileştirilmiş” bir inanç sistemi olduğunun fetvâsını (!) veren;  ve tasavvurlarındaki bu muhayyel uydurma dînin, feminizma, hümanizma, sosyal aktiviteler ve modern hayat telâkkilerine açık ve çağa en uygun bir din olduğunu savururlarken de, kendilerini dînin en iyi savunucuları yerine koyan ve böylece birinci sınıf gözboyayan; ve bu şeytanlıklarını her bulundukları meclisde reklâm etmeyi en büyük “misyonları ve vizyonları” olarak sıvamayı ma’rifet sayan; kendilerini, kadınlardan başlamak üzere Müslüman coğrafyayı kurtaracak yegâne münciyeler olarak gören; ana ve anneannesi gibi eslâfının sessizliğini, onların neslinin tükenmişliği ve kendilerinin üreme ve türeme devri olduğuna kendilerini inandırmış bulunan, hılkat garibesi, neticeten: “Aslını inkârdan” beslenen, kupkuru bir kalabalık…

İKİ CİNSİ EŞİTLEMEK, ALLÂH’IN İRÂDE VE HÂKİMİYYETİNİ REDDEDEN BİR ALLÂHSIZLIKDIR…

En büyük husûsiyyetleri de, aşağıda görüleceği üzere zevclerine itaat yerine, bunu tersine çevirerek ve İslâmiyyet’e meydan okuyarak, adamları, madamlarına İTAAT eder bir çukura indirmek, orada kazığa bağlamak… Ve evinin sultânı olmayı kölelik telâkkî ederek,  her iş sahasında volta atan, mutasyon geçirmiş bir cins olarak da, erkekler arasında erkekleşmiş ve kadın hasletlerinden soyunmuş hâlde yaşamıya çalışan bir genus …

Âyet-i Kerîmenin, Muhammed Hamdi Efendi Merhûmun kalemine: “Bunlar, sokak serserisi, paspaslaşmış ve Müslümanlıkla alâkalarından bahsedilemez paçavralardır” dedirten, çarpıcı ve muhteşem tefsîrine geçelim:

“Bir kadının işine bakan ve muhâfazasına ihtimâm eden müdîr-i umûruna “Kayyimü’l-mer’eti” ve daha kuvvetli olarak “Kavvâmü’l-Mer’eti” denilir. Bu ta’bîr, erkeğin kadına HÂKİMİYYETİ, VE FAKAT KEYFEMATTEFAK (keyfe göre, rastgele) DEĞİL, “Seyyidü’l-Kavmi Hâdimuhum=Milletin Efendisi, onlara hizmet edendir” mazmûnu üzere hâdimiyyetle (hizmetçilikle) müterâfık (berâber) bir hâkimiyyetini ifâde eder.”

Böyle bir erkek-kadın ta’rîfi, beşerî ve bâtıl din ve sistemlerin hiçbirinde olmadığı gibi; buradaki incelik, hikmet ve sübhânîliğe, bizdeki (eşitlikçi ve yabânî madamların) akıl, îmân, fehim, zekâvet, ferâset, liyâkât, iz’an ve zihin kâbiliyetleri de aslâ yetişemez…Çünki onların kafaları, günlük o kadar ve binlerce havâiyyât ve fuzûliyyâtla işgâl altındadır ki, bu noktaları tefekküre bir dakika bile zamanları yokdur ve bu noktadaki hakîkatlara son derece yabânî kalmışlardır!…

Tefsîr satırlarına devâm edelim:

“Bir tarafdan erkeğin FADLINI ifhâm ederken (fazîlet ve üstünlüğünü anlatırken) , diğer tarafdan da kadının kıymet ü fazîletini iş’âr eder (bildirir). Ve bu tefâvüt (farklılık) içinde MÜSÂVÂT DA’VÂSINI KALDIRARAK, mütekâbilen (karşılıklı) bir muâdele-i mütefâdıla (fazîlet yarışında berâberlik) usûliyle öyle bir vahdet te’mîn eyler ki, bu vaz’iyyet İMAM İLE ÜMMET BEYNİNDEKİ (arasındaki) HUKÛK-I MÜTEKÂBİLEYE (karşılıklı hukuka riâyete) BENZİYECEK VE BU SÛRETLE TERBİYE-İ ÂİLE , TERBİYE-İ İCTİMÂİYYE VE SİYÂSİYYENİN BİR MEBDEİ (başı ve esâsı) OLACAKDIR.”

POLİTİKA BARONLARI, KENDİ HIRSLARI UĞRUNA ÂİLEYİ ÇÖZÜB YOK ETMEYE GİDİYOR…

Bugün kanserli ve varlığı yoklukdan ibâret, ilim oluşu bir gözkülleme olan (Haçlı Batı) sosyolojisini esas kabûl ederek, kafaları bu istikâmetde donmuş feminist madamlar, iki cinsin de kendisine hass fazîletlerini değil, felsefelerinin esâsında tümör teşkîl eden bir hodgâmlıkla, erkekden üstünlük horozlanması içine girmişlerdir!. Bunda, politika decâcile, cebâbire ve zalemesinin “kadın oylarına çöreklenme” hırs ve kuduzluğu da ana temel sayılmalıdır… Zaten kuşbeyinli madamları perde arkasından oynatan da, bu politika mafyalarıdır…

Ve dolayısıyla bu öldürücü faaliyetler, Türkiyâ’da da, bütün ictimâî aheng ve dengeleri allak bullak etmişdir. Müfessir merhûmun iki cins arasındaki bütün ahengin, “MÜSÂVÂT DA’VÂSINI KALDIRARAK” tahakkuk edeceğini apaçık beyânı, islâmî mutlak hakîkatın yani fıtrî ve hılkî yaşamanın bir ifâdesidir…

Mes’ele, iki cinsin berâberce kendi fıtrat ve hılkatları istikâmetinde bir fazîlet yarışı ortaya koyabilmeleridir. Halbuki iki cins, zehirlenmiş madamlar tarafından, başdan (müsâvât=eşitlik) butlânına çekilerek, bu berâberliğin yerine muhâsım oluş, adâvet  (düşmanlık) çakılmakda ve cinsler arası sürtüşme başlatılmış olmaktadır…

İmam ve ümmet arasındaki, metbû’ ve tâbi’ arasındaki, hukûka karşılıklı riâyet, madamların feminist kuş beyinleri elinde tahrîb edilmekde ve ortaya sâdece hırlaşma çıkmaktadır. Netîcesinde de, âiledeki, halkdaki ve siyâsetdeki terbiyenin başı ve esâsı böylece yok edilerek, çekişen, hırlaşan ve boğuşan bir ictimâî manzara, aynen bugün olduğu gibi kaçınılmaz olacak-olmaktadır…

“Kadının beyânı esasdır” gibi, hiçbir delil ve şâhid tanımadan hukûkun ırzına geçen ve cihan târîhinde eşine rastlanmıyan kânunlar; ömür boyu nafaka zulmü, soygun ve hırsızlıkları; 18 yaş altı evliliklere “tâciz” damgası basmak gibi vahşîlik ve Allâh’ın fıtrî ve hılkî kânunlarına şirk koşmalar; zinâyı suç olmakdan çıkararak serbest etmek gibi, pislik ve pi.likler; âile reisi olarak erkeğin sıfırlanışı gibi başsızlıklarla âilenin yokluğa ve teröre itilmesi.. ve bunlar gibi nice insanlık dışı haydutluklar, feminizmanın Batı emrinde olarak ortaya atdığı “Âileyi yok etme” projesinin birer netîcesidir… Ve bizdeki köksüz ve “asl inkârı içindeki” başı bezli bir takım madamların yaptıkları da, bunları havada kaparak, Müslüman-Türk varlığını gaflet veya dalâlet eseri olarak yok etme hâinlikleridir…

(Mâba’di var)

İntişârı: 15.04.2020 / 20:32:52

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir