Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)
EHL-İ SÜNNET MEZHEBLERİNİN OLMADIĞI YERDE İSLÂM’DAN BAHSEDİLEMEZ!
Ağızlarına, doğrudan doğruya “Sünnî mezhebleri ve onlar üzerinden İslâm’a muârız olmayı” alamayanlar da, bunu, “mezhepçilik” ta’bîri ile yürütmektedirler. Bu kalabalıklar evvelâ “mezhebçilikden” ne anladıklarını (zerre miskal mertlikleri varsa onunla) ortaya koymalı, bulanık suda balık avlama gibi pek düşük hâllerden vazgeçmelidirler. Bu “Mezhebçilik” mezbeleliği ta’birine, Osmanlı ulemâsının lisânında değil de cumbokrasi devri diplomalı ve makam-rakam yüklü cühelâsının dilinde rastlanmasının elbetde bir sebebi vardır!.
Osmanlı’nın İslâmiyyet anlayışında, sünnî mezhebler (Fıkıh Mektebleri) olmadan, edille-i erbaayı (Kur’an’ı, Sünneti, İcmâı ve müctehid ictihadlarını) anlamak mümkin değildir. İslâm Hukûkunun bütün şu’belerini tedvîn eden, İslâmiyyet’in îmânî, ibâdî, amelî, ahlâkî, ictimâî, iktisâdî, siyâsî, idârî, askerî ve topyekûn beşerî münâsebetleri nizamlıyan ve hukûkî bütünlüğünü en mükemmel şekilde ortaya koyan, dinde en üst mütehassıs olan mutlak müctehidlerdir. Bunlarda, ilm-i vehbî, akl-ı selîm, meleke-i fekâhet gibi bir müctehid içün olmazsa olmaz ve kesb ile (sonradan çalışmakla) elde edilemiyen hasletler bulunması şartdır…
Asr-ı Seâdetden uzaklaşdıkça, hele 150 yıldır ve bilhassa günümüzde o mutlak müctehidlerin binde biri kadar ehliyet ve liyâkât sâhibi bir allâme bulmak mümkin olamamış, şimdilerde bu işin sahtekârlığına soyunanlar, mutlak müctehid de ne, mutlak müslüman olmak derecesinden bile mahrûm, tufeylî ve bel’am cinsi aşşağılık iblislerdir…
Bugünün müctehid karikatürü, aslında “İslâm Muârızı” maskaralarında bırakınız bu hasletlerden zerre miskâl bulunmayı, tam tersine, bunların zıdd-ı kâmili karektersizlikler haddinden de fazla bulunmaktadır… Her türlü ahlâksızlık ve beşerî sistemlerden emdikleri zehirler, bunlarda tabiat-ı sâniye hâline gelmişdir…
Ümmetin, üzerinde 12-14 asırdır icmâ’ ve ittifak etdiği, haklarında mu’cize çapında kütüb-i sitte hadisleri dahî vârid bulunan o mübârek ve mutlak müctehidleri bırakarak; şahsiyetleri bile oturmamış, hergün bir başka dalâlet yumurtlıyan, beşerî sistemlerin ve onların parti-pırtılarının mecnun ve trolleri olmuş ve binbir felsefî sapıklığın misyoneri yapılmış, hiçbir samîmî tavır ortaya koyamıyan, komedyen veya Tophâne kabadayısı kılıklı, suratlarında zerre kadar meymenet bulunmıyan o bir takım sokak serserisi ayarındaki bazı ilhâdiyatçı ve Ankara DİB’i maaşlıların, herşeyden evvel “İnneddine ındallâhi’l-İslâm” olan mutlak bir DÎN hakkında ağızlarını açmaları bile, ne îmânla, ne ahlâklâ, ne salâhiyyetle ve ne de insanlıkla kâbil-i te’lîf edilebilir… İslâm’ı tahrîf ederek ortadan kaldırmakla (vazîfelendirilmiş) bu mahlûkât ve mahrûkât, Lozan Andlaşmasının zârûrî bir netîcesi olarak İslâm’ın ve müslümanların içinde peydahlanmışlardır…
Bunların tamâmına da verilen bir tek ana vazîfe, ümmetin, bu mübârek ve hakîkî müctehidlerin İslam’a (edille-i erbaaya) bakışını iptâl ederek, bu şeytanların peşine takılmasını te’mîn etmekdir. Böylece, Allâh’ın Dînini ortadan kaldırarak bunun yerine, bu şeytanların uydurduğu, felsefî, izâfî, beşerî, dembokratik, nefis hezeyan ve gaseyanlarını, binbir türlü gözboyama tezgahdarlıkları yaparak insanlara üfürmek, onları İslâmiyyet’den koparmak, kendilerini veya belli eşhâsı tanrılaştırmakdır…
Bu sürülerin hiçbirinde zerre kadar îmân bulunmadığı gibi, 15 asırdır “İslâm” diye ortaya konulan dînin (nizâmın), “yanlış bir din anlayışı olduğunu” da işliyerek, gâyeleri, Müslümanların kalblerine şübhe tohumları ekmekdir. Sonra da, o câhil bırakdrbaayı şâibe altında bulundurmak içün vazifelendirilmişlerdir. Mekteb, fakülte, dernek, vakıf, Kuramer, Sözleşmeler, Kadem’ler gibi yüzlerce teşekkülün en ana ve birinci hedefi, “15 asırlık İslamiyyet’in doğru değil yanlışlar üzerine oturtulduğunu, bunun içün de bu yanlış din anlıkları zavallı insanları, kendi sürüleri hâline getirmek içün bunların önüne, “İslâm” nâmını verdikleri uydurma bir felsefeyi “dinmiş” gibi sürmek, bunların en ana taktikasıdır…Dikkat edilirse, bir eksiksiz bunların tamâmı da, binbir yalan, desîse ve iftirâya sarılarak, Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerinin hadîs-i şerîflerinden başlamak üzere, bütün edille-i eayışının bugünün ihtiyaclarına cevâb veremiyeceğini” söylemek; “öyle ise, bunun doğrusunu biz inşâ’ ederiz” diyerek ve bunu da durmadan tekrarlıyarak propaganda ve reklâm etmekdir… Bütün bu ifsâd hareket ve planlarının, dış mihraklara âid ve 1909’dan beri de ısrarla ta’kîb edilen bir proje olduğu aslâ unutulmamalıdır…
“DÎN, VAHİYLE DEĞİL DÜNYÂYA BAKARAK İNŞÂ’ EDİLİR!”
Bunun içündür ki 2003 ilâ 2010 arasında AKP güdücülerinin Ankara DİB’i başına geçirdiği Yarda.oğlu veznindeki Bardakoğlu denen zat, 10-15 yıl evvel, o zamanlar şu yâveleri alâmeleinnâs saçıb savurmakdan bile hayâ etmemişdir:
“Artık Dîni ve Dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinden değil, dünyâya bakarak yeniden inşâ’ etmek ve ona göre çizmek istiyoruz!”
Bre İslâm Muârızları!
15 asırlık “Geçmiş dönemlerin kitabları satırlarına kadar atıldıktan sonra,” ortada ALLÂH’IN DÎNİNDEN ZERRE KADAR BİRŞEY KALIR MI?
VE:
“Dünyâya bakarak inşâ’ edilen ve ona göre yazılıb çizilen” şeye, zerre kadar “ALLÂH’IN DÎNİ İSLÂMİYYET” demek mümkin midir?
İşte layık cumbokrasinin, AKP güdücüleri ve sarık cübbeli oryantalistlerle Aziz Dînimizi getirdiği nokta budur…
Ondan sonra da gelsin:
“Laiklik İslâmiyyetin güvencesidir, Türkiya’nın nükleer enerjisidir, layıklık bütün dinlere ve inançlara eşit mesâfede olmakdır!” nâneleri…
“Sevgili ve biricik canımız dinimiz, artık uygulanamıyacağı içün güncelleyib beşerîleştireceğimiz, böylece tanrısı olacağımız pek mübârek, kitabını da Ramazanlarda hatmedib durduğumuz!” mübârek dînimiz…
“Ezanlarını, madenî ve mekanik sesler ve borazanlarla ezan olmakdan çıkardığımız; ve o ezanlarını, hasta, bebek ve ihtiyarların kulak zarlarının anasını bellercesine ve patlatırcasına bağırtdığımız”; ecdâd yâdigârı ve teberrüken ve yanıbaşımızda gürül gürül okutduğumuz ve ezanlarıyla tâ yüreciğimizde taşıdığımız dînimiz!.
“Virüs kovalamak içün din görevlisi ruhbâna yatsılardan sonra ilâhilerini, salavatlarını okutarak gözboyadığımız ve kendisine pek âşık olduğumuz, canımız-ciğerimiz-kutlu-mutlu-putlu-şutlu biricik dinimiz!..”
İşte bu kabil laflar üzerinden, masallar, ninniler, şaşırtmacalar, gözboyamalar, milleti dinden îmândan etme üfürükleri, medyum seansları!..
Kürsülere Feto gibi salya-sümük ağlaşan birer de (Ruhbân) takımı adam ve madamları yerleştirilirse, ma’bed aksesuarları tam tekmîl yerli yerini almış olacakdır!
Müslümanlıkdan zerre miskâl nasîbi olan, “geçmiş dönemlerin KİTABLARINA” bir nokta kadar, o korkunç dilini Ebû Cehil gibi uzatamaz; ve şirkin göbeğinde dans eden gâvur “Dünyâsına bakarak, yeniden dîn inşâ’ edib yazmaya” bir tek harf çapında bile kıyâm edemez; ve böylece, “felâket ve helâketime ebediyyen tâlibim” demeyi ise aklından bile geçiremez!…
İSLÂM MUÂRIZLIĞINDA GÖRÜLMEMİŞ İNÂD!
Bardakzâde’nin bu yâve ve İslâm reddi, aradan 10-15 yıl geçdikden sonra ve hele Ankara DİB’inin sırmalı kaftanı ve fabrikasyon sarığı gövdesinden sıyrılıb, Raizlik koltuk ve makâmı da kabaları arasından ansızın çekilince, adam alt tarafı üzerine kakılıb kalakalmışdı! Bu derin ıstırab ve acıyla da, aynen Bigiyefçi Görmez gibi ekmeğini yediği ÇANAĞA etmek üzere sinsi ve kindâr bir muhâlefete soyundu!. AKP politikacıları da, bu kabil çanağa siyen akademi-siyen siyicilerle 15 asırlık Allâh Dînini “Güncelleme, değiştirme, dönüştürme, söğüştürme, döğüştürme ve bölüştürme projelerini” böyle yüzüne gözüne bulaştırarak, gûyâ memleket ve din-diyânet idâre etmektedir!.
Bigiyef reformistliğindeki Görmez gibi Yardak ve Çardak veznindeki Bardak ve Bardakoğlu takımlarının başçekeni Ali Efendi, geçdiğimiz ay, yıllar evvelki yavesine (1/Nisan/2020)de tekrar mal bulmuş mağribî gibi sarıldı, onu bir nevi hortlatdı! Ve o İslâm muârızlığını daha da gür bir sesle şöyle dile getirdi:
“Üçüncü, beşinci asırda yazılan kitaplardaki bilgileri tekrar ederek, insanlara dîni anlattığımızı düşünemeyiz.”
Bardakoğlunun “İlâm Muârızlığı eşbaşkanı Görmez-Körfez yoldaşı da şöyle diyor:
“Bizim günâh-ı kebâir’leri Kur’ân’ı ve Sünneti dikkate alarak güncellememiz gerekiyor.” (2.5.2020 Karar Gazetesi)
Ne denir, kafa oryantalist olunca, üst tarafdan çıkanlar da, başka yerden çıkanları aratmıyor! Adam ve madamların tek derdi, müctehid imamlar ve ulemâmız üzerinden İSLÂM MUÂRIZLIĞI… LÂYIK SİSTEM, BU MUÂRIZLIĞI 27 SENELİK CHP şefokrasi ve jakobenizminde silindir şapka, frak ve sinekkaydı suratla yürütmüşken, sonrakiler ve bugün AKP güdücüleri, bunu, sarık-cübbeli ve sakallı çehreler ve kellelerle yürütmektedir!.
ORYANTALİST İSLÂM MUÂRIZLARI, AKIL TUTULMALARINI “BİLİM” DİYE PİYASAYA SÜRERLER!
Serde İslâm Muârızlığı varsa, İslâm’ın esâsına, saf ve duru şekline, Peygamber-i Zîşân Aleyhisselâm’a yaklaşdıkça mı, yoksa O’ndan uzaklaşıldıkça mı vasıl olunur?. Bu, ONLAR TARAFINDAN tam tersden ele alınacaktır! Yardak ve Çardak veznindeki kelâm ile iştihâr edenler, eğer “İslâm Muârızı” olmasalar da, samîmî müselman olsalardı, aklen, îmânen, mantîken, vicdanen, hayâen ve nâmûsen şöyle demeleri en asgarî insanlık borcu olurdu:
“İslâm’ın pırılpırıl şekli, Asr-ı Seâdet’de bilinmiş ve yaşanmışdır…
Sonra, buna en yakın ashâb devrinde…
Sonra, Tâbiîn, daha sonra tebe-i tâbiîn, sonra da müctehidîn devrinde…
Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerinden uzaklaştıkça asıl ve esasdan uzaklaşılmış, hele 15 asır sonra, Haçlı-yahudi, Batı vs. felsefe ve kaçıklıkları Müslümanlar arasında o kadar yayılmışdır; ve hele hele 1909’daki ittihadçı-mason ihtilâlinden günümüze, İslâm, Kur’an’ı ve Şerîatıyla öylesine yasak edilmiş, onu tahrîf ve tağyîr tecâvüzleri öylesine gemi azıya almışdır ki, beş paralık da olsa bir müselman, nasıl olur da bunun tersini düşünüb ağzına alabilir ve ağzından çıkanı başka yerinden çıkandan bin beter hâle getirir?.
İslâm, merkeze yaklaşdıkça kıvam bulur, merkezden uzaklaştıkça kıvam kaybeder!. Oryantalist gözboyama ve sahtekârlık, bunun tam tersiyle yürüyerek, bugün, İslâm muârızlığını zerre kadar saklıyamıyacak kadar pervasızlaşmış ve çukurunu da böylece isbât etmiş olmaktadır!”
Îmânında, südünde ve kanında zerre kadar virüs olmıyan som ve saf bir Müslümanın, bundan başka bir HAKK görmesi ve bilmesi, aklen ve naklen muhâl çapında imkânsızdır!
İSLÂM’IN GEÇMİŞİNE MUÂRIZLIK, MÜSLÜMANIN DEĞİL, HAÇLILARIN VE MASONİK BAKIŞIN ŞİÂRIDIR!
Akademi-siyen birâderân-ı bîmezhebiyân, İslâm muârızlığını, müctehid imamlar üzerinden yürütmenin o kokmuş taktikasıyla yol alacağını sanıyor!. “Üçüncü-beşinci asırdaki o mübârek kitablar” olmasaydı, günümüze ne Kelâm-ı Kadîm, ne Sünnet, ne icmâ ve ne de Kıyas.. ne tefsîr, ne hadîs, ne kelâm ve de ahlâk-tasavvuf gelebilirdi…
O KİTABLAR olmasaydı, İslâmiyyet’i bugüne, hangi zındığın veya zahgocun taşıması ihtimâli düşünülebilirdi?.
Birâderân-ı bîmezhebiyân ü kâfiriyân da, zâten buna içerleyib öyle bir yanıyor ki, yazıb söylediklerini tımarhânedi garîbanlara söyleseniz onların akıl ve mantığı bile ısyân eder!. Muârızlar, bütün aklî melekelerini çileden çıkmışcasına feryâd etdiriyor ve aşağıya alacağımız TASVİRİMİZ bu ZIVANADAN ÇIKIŞIN BİR NEBZECİK TEMSÎLİ sayılabilir! Kaçırmak üzere bulunan Kaçıklarımız demek istiyorlar ki:
“KEŞKE ve KEŞKE, o 3. ve 5. asırda yaşamış müctehidler, ictihadlarını tedvîn etmeselerdi de, bugüne onların ictihadları gelmeseydi!. Akıl almaz bir gayretle, kuyumcu hassâsiyetini bine katlarcasına bir dikkat ve mes’ûliyyetle Kıyâmet’e kadar devâm edecek ve onmilyarlarca müslümana kendisini öğretib îmân etdirecek ve yaşatacak bir dîni, bu adamlar nasıl böyle kelime kelime, cümle cümle işlemişler, hayret ve dehşet!
Bu adamlar, bize üç paralık ekmek kapısı bırakmıyacak kadar herşeyi yerli yerine bu kadar nasıl oturturlar da, biz, bunlardaki tınak ucu kadar bir i’tibâra, şöhrete, hürmete, mevkıa, makâma, izzete, şevkete sâhib olamayız! Devletlerin, hükûmetlerin, locaların, sistemlerin, entellerin, dantellerin, darbecilerin, heybecilerin, lobilerin, kralların, kraliçelerin, tanrıların, tanrıçaların, zartların ve zurtların verdiği bunca rütbelerimizi, etiketlerimizi, makam ve mevkı’lerimizi hiç kimse takmaz ve boynuna asmaz, bir yerlerine iliştirmez mi olmalıydı?..
Deli gönül: “Cihânın kıçına ver ateşi, Roma’yı yakan Neron gibi yak ve kül et, dumanlar bulutlarla kucaklaşırken sen de denize nâzır balkona çık ve org mu, gitar mı, piyano mu ne bulursan delirmiş gibi bas tuşlarına…” diyor… Raiz’den ödül ve modül alan Fâzıl gibi bas ve tuşlar da mumyalanmış fir’avn iskeletine dönüb yamuluncaya kadar da sövüb SAY! Fazıl Say gibi say ve inlet ortalığı…
Ne demek, bizim hiç adımızın bir câmi kürsüsünde, bir fetvâ kitabında, bir fıkıh külliyâtında, bir büyükler sohbetinde, bir küçükler zirvesinde, bir beştepe recebsiyonunda geçmemesi; Leydiler, leylâlar, leylâklar, madamlar, martı-mazeller ve karı-gazeller, sarı-güzeller arasında dilden dile, gönülden gönüle dolaşmaması?. 10-12 asır evvelin “imamları” hâlâ “imam da imam” diye zirvede, biz onbinlerce imamın âmiri, onca imamın sırmalı kaftanlı ve fabrikasyon sarıklı DİB’iş KRALLARI olduk, binlerce, onbinlerce imamın üstüne çıkıb oturduk, ÂMİRİ olduk, ammâ o eskinin bir tek imamının binde biri, iki gram divit tozu olamıyoruz!
Bizleri bu manzara, çatlatır, patlatır, atlatır, zıplatır… Hatta virüssel ateşlenmemiz (pozitif) çıkarsa, 19 rakamının kutsallığı ve putsallığı elinden tutarak (19 Mayıs tapınsalında) mozoleye çıkar, Atakamal büyük totemimiz huzurunda harakiri bile yapabiliriz!
Biz bu çağda kapı kadar diplomalar, bitlogolar, piçmolalar, zıplamalar, poklomalar, oklavalar alalım, duvarlara asalım, 10-12 asır evvel gelmiş elin “imam” dediği, “müctehid imam” dediği, evet evet (imam) dediği o (imamların) saltanatı, bizim tepemizde, önümüzde, dört bir yanımızda “sosyal mesâfe” bile tanımadan fink atsın!
Çıldırmak işten bile değil! Bir pandomik ve akadomik hadise bu, bu, akademik, apostolojik ve ekümenik bir salgın da sayılabilir! Bundan bizi maske ve hijyoner, lejyoner ve cümle şeytaner kuvveler bile kurtaramaz! Kafa, kelle ve paçayı yemesek bari, ayyyy bana birşeyler oluyooor!
Bu virüs bvşka virüs, bu, günde beş kere minârelerden 150-200 desibel âvâz ile kulak zarlarımızı 106’lık havan mermileriyle dövercesine dövüyor, patlatırcasına ötüyor! Biz cinleniyor muyuz yoksa, deliriyor muyuz, ayyyy kızlar koşun! Kız Martı nerdesin, huuu Hûriye kııız, ayyy ben fenâlaşıyorum! Pandomi geliyor kanat çırparak, gözüme pandomiler görünüyor, eski imamların zikirleri fikirleri ve zirveleri kulak zarlarımızı delik-deşik ediyor, hayır hayır bizgaliba cinlendik! Medyum Memişe hemen haber salın, helikopter tutub gelsin, ayyy yoksa mozoleye mi çıksam, hangisi iyi gelir?. Boğuluyorum! Bu eski imamlar yüzünde galiba (akıl sağlığımı yitirdim), yoksa bunların âhı ve rûhâniyyetlerine savurmamız yüzünden mi kaymaya başladık!?
……………………………………
Bu “imam pandomisi” adamı ve madamı sadece hasta etmez, gebertir, süründürür, söndürür, salya-sümük ağlatır, perişân eder, kardinal eder, pırasasör eder, Hocia kılar, DİB’işletib apıştırır, yapıştırır, manyaklaştırır, güncelleştirir, genleştirir, gevişlettirir, gebeşleştirir, gerginleştirir ve zıvanadan çıkarır!..
10-12 asır evvel gel, kitablar yaz, ictihadlar yap, bunlar vaz’-ı ilâhî olsun, onmilyarlarca insan bunlara Allâh’ın emir ve yasakları diye bağlansın; biz 15. hicrî asırda, atomun internetin, tekniğin, kekliğin, akıllı robotların, fikirli dijitallerin ve mantıklı virüslerin cirit atdığı bilimsel ve çözümsel çağüstü çağların tepesinde yaşıyalım, kimse bizim esâmîmizi beze sarıb bir Allâh kuluna sadaka diye vermesin!
Biz böyle asistanlığın, doktorasyonun, doçentasyonun, pırasasörlüğün, dekanlığın, bakanlığın, rektörlüğün, poktörlüğün içine eder, dışını kalaylar, kenarını yaldızlar ve cümle hısım akrabasını ve ervâhını baldızlarız!
Yeter be, 4 imam da dört, iki akaidçi de iki, anladık, bize ne zaman sıra gelecek?
Mezara yaklaşıyoruz paçozlar, saç-sakal ağardı, değirmenci yamağına döndük bre! Anamız bizi fırlatdı ise, kitâb kurdu, kütübhâne sineği olsunlar, akademi-siyen, altını pisleten, üstünü kirleten olsunlar diye mi doğurdu yâhû?!.
Başlarız böyle dünyânın, böyle loca ve hoca gezinenlerin, böyle sistemin, devletin, hükûmetin, böyle akademyanın, böyle kapedokyanın ervâhından! Ve hatta ervâh-ı Tayyibe ve Tâhiresinden!.
Ah be, ah… Ah ulan be ah! Nerden çıkdı bu 3. ve 5. asrın müctehidleri, o imam kere imamları?.
Ve Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâsa, o 3. ve 5. Asrın müctehidleri gözü ile bakan bir ümmet ortaya çıkmasaydı, şimdi herkes bizim masal ve martavalları dinler, bizler de HOCFENDİ olur, HOCİA olur, FETO-METO-METRO olur, Vatikan homosu olur, tükrük hokkamızın gramı 1000 altından alıcı bulurdu!
Bu takdirde meydan bize kalır, biz de Haçlı Avrupa küferâ ve şürekâsının oryantalist felsefelere buladığı yalan-dolan dolmalarını bu İslâm bakıyesi coğrafyaya ne kadar rahat servis ederdik!.
Şimdi o 3. ve 5. Asırda yazılıb tedvîn edilen müctehid imamların kitabları, karşımızda sanki Çin seddi!. Aş aşabilirsen, yık yıkabilirsen! Ne Kitab’la rahat oynıyabiliyoruz, ne Sünneti kökünden ibtâl edebiliyoruz, ne icmâ’ı kendi kalıplarımıza sokabiliyoruz ve ne de “ictihad” nâmına ortaya atdığımız “teşehhîleri”, yâveleri, şeytânî soytarılıkları ve yalan-dolan dolmalarını ehâli-i etrak ve ekrâda ve milel-i İslâmiyye’ye rahat rahat servis edib yedirebiliyoruz!. Bizim mallara herkes “sosyal mesâfeden” bakıyor, sanki bir santim bizim mallara yaklaşan virüs kapıb Haydar’la Döngeloğlunun yanına çivi gibi çakılacakmışcasına kaçıyor!
Devr-i Dilârâ-yı Cumhûriyyede, Vatikan silsile-i merâtibindeki “Asistan, doçent, prof, dekan, rektör, bilmem ne” ta’bîr ve derecelerine mi erib erişmedik! Böylece, ilim-bilim ve filim gösterisi ve sahtekârlıklarında ilerlemek içün o kadar sıkıntı çekib pırasasör cübbeleri, zünnarları, kardinal külâhları mı giymedik!. Gel-gör ki, bunların topu da birbuçuk çukur hamûlesine değmiyor!.
Geri sarsak, tornistan etsek, patinaj denesek hepsi boş! Yola girdik bir kere, ya devâm ya devâm… Tamam demek muhâl!
Artık bu yola, mâdem düzdüler bizi, biz de bu yolda ya Haydar pros-eros-soros gibi ölecek “virüs şehidi” olacağız; yahut da gebererek mozolesantirik niyâzî bilineceğiz!.
AKP güdücülerinin gözlerinin içine baka baka “Revizyonistiz” de dedik, gene de locaların gözüne giremedik, saraylara yaranamadık! Adam ve madam nice iri ve leydisel ve türbansal avratlar önünde icrâ etdiğimiz nâzik ve hâzik onca reverans ve dömelikanslarımız görmezden gelindi!
Harem-selâmlık bariyerlerini aşarak madamlarımızla ma’a âile göz göze yapdığımız nice muhtalit (karma geyiklenmelerimiz) yani moderen ve yediren seanslarımız, hiçbir “Doğru ve sahih bilgi ve akıl açılım ve saçılımları” ortaya koyamadan kırıştırılıb sıfırlandı!.
“Revizyon” uğruna yapdığımız reverans ve “dömelimler”, kadir bilmez idârecilerimiz elinde hepsi de “gömelimler” eylenirken; nice alın terli emeklerimiz ve nice “bilimsel ve filimsel projelerimiz” de, politikacılarımızın bizleri kullanmaları ile bir anda ve beklenmedik bir dönemeçde revize ve rezile edildi! Yeni “bilimsel, akılsal ve düşünsel İslâm öngörümüz”, daha doğmadan ölmüş bulundu!
Gözleri çıkasıcalar, etdiklerini ve ektiklerini bulasıcalar, bulanıb bulaşıcasılar, revize ve rezile olasıcalar!
Kutile’l-Harrâsûn!
Benim, iç sızılarım ve sıkılarımla çıkardığım, sonra da bizzat benim o mübârek ellerimle, Ankara DİB’inin o sırmalı kaftanını ve fabrikasyon sarmalı sarığını geçirib giydirdiğim GÖRMEZ bile, Körmez ve Körfez olub, beni, benim istediğim gibi GÖRMEDİ!. Eksik olmasın, gene de “tavşanın sidiği denize katıkmış” deyib teselli buluyorum; bir iki kelâm desteğiyle de olsa şimdilik benimle… Benim gibi aynı safdayız ve “İslâm muârızlığı ve iktidâr muhâlifliği” peşinde hafifden sürtüyoruz! Dozu ne zaman çoğaltır, azdırır ve Davuloğlu-Bacacan ve Şövalye Abduş gibi ne zaman davul-dümbelek çalar hâle geliriz şimdilik bilemesem de, KÖRMEZ hocamla “bilimsel ve revize ve rezile” istişârelerimizi yapdıkdan ve bunları basın toplantısı ve toslanması sıkdıkdan sonra, kamu ve tamu ateşi önünde akademi-siyence siyib, silib süpüreceğiz!
Şimdilik KÖRMEZ hocam da, müctehid imamlarla gelen büyük günahların revizyon ve rezilasyonu içün vazîfelendirildi! Olsun, bu işler böyle yürütülür! Böyle böyle, kemire kemire, “kebîre mebîre-sağîre safiye” diye diye, ucundan kenarından dişliye dişliye, sıçan gibi ufalaya ufalaya işi götürmekden başka çâremiz de kalmadı! Çokluk ve pokluk olsak, sürülerce akademi-siyen olsak da, herbirimizin mesâne-i siyenhânemiz aynı istikâmete, aynı debi ile, aynı şartlarda ve aynı netîceyi verecek gibi akademik siyme işlemi yapamadığından, çok yazık ki akademi-siyen tarafımızın verileri ve perileri, “bilimsel ve dembokratik” ictihadlarımızı iştihalara yedirmiye kâfî gelemiyor!. Her ictihâd-ı akademi-siyenimiz içün niceleri, “Bu da, bu da, bu da hastiratdan deyib” papatya ve yeni çıkan hastirat falına bakıyormuş!
Kutlu, putlu ve mutlu şeker bayramımız geçib gidince, KÖRMEZ hocamla yeni bir proje üzerinde çok ciddî çalışmalarımız hatta çalıştaylarımız olacak! Belki politik yeni atılım ve yatırımların, uzanımların ve dömelimlerin içine de girer, LGBT hakklarının güvenceye kavuşturulmasının şart olduğuna inancımızı, saray-ı hümâyunda (danışman veya dadanışman) olarak kuvveden fiile bile çıkarırız!.. Böylece, Böyyük Raizimizin rızâsını da alır, belki arayı “sosyal mesâfe” kadar karîb eyleriz!. Üç günden fazla küs durmak yakından kös dinlemek kadar zararlıdır diye de duymuşsunuzdur!
Nihâyet ve netîceten:
Çalap, Çorap, Gotte, Dieu, Yahve, Nirvana, Teo, Mao, Feto, Tanrı ve Tanrıça, bütün “bilimsel, sahih ve fizikötesi güç” ve hörgüç ne varsa, hepsi de cemi’ cümlesiyle, hiç inanç farklılığı gözetmeden, tam bir hoşgörü ve fikir özgürlüğü aşkı ve şevki ve meşki içinde bizlerin (layıksal) yardımcımız ola!
Âmennn!”
Hulâsa, sırmalı kaftanı sırtından, cilâlı oturağı altından alınıb Ankara DİB’inden postalanınca, eşşek sırtında köy kasaba va’z veren hıristiyan azizi Piyer Lermit gibi bu ikili de, “o tv senin bu tv ve medya benim” diyerek dolaşmıya ve yâveler saçmıya başladılar… 2023 seçim-geçim dönemecinde ya Abacan’ın ya Davuloğlu’nun pırtısından veya Şövalye Abduş’un davul tozu minâre gölgesi altından para-lamentoya girer ve oradan da “İslâm Muârızlığını ve Raiz muhâlifliği” çitelemiye ve revizyon ve rezilasyon püskürmeye devâm ederlerse, belki yüreklerinin yangı ve baygısı biraz da olsa savgı bulmuş ve serinlemiş-dinginlemiş olabilecekdir!
“HELÂL-HARAM, SAĞÂİR-KEBÂİR, FALAN-FİLÂN, BUGÜN GEÇMEZ, GÜNCELLE VE DEĞİŞTİRİB DÖNÜŞDÜR GİTSİN!”
“Görmez” ism-i kemteriyle müsemmâ ve Körmez-Körfez vezninde seyreden ve Saray doruklarına içleri hıçkırıklarla dolu iken bile erişib yaranamıyan bu tekâüt eskileri, şimdiye kadar rahat söyliyemedikleri zamirlerini artık pek açıkdan ve o îmân-küfür telbîsi taktikasıyla, hem de, Mübârek Ramazan’da gasey.n eder oldular!. Diyor ki Bigiyefçi Görmez Pırasasör:
“Bizim günâh-ı kebâir’leri Kur’ân’ı ve Sünneti dikkate alarak güncellememiz gerekiyor.” (2.5.2020 Karar Gazetesi)
Görmez, neleri GÖRÜR oldu ki, böyle boyundan bin karış yukarılardaki işlere burnunu sokar oldu?
Hadi “Güncelle” çelebi!
Saray da “İslâm Güncellenmelidir!” diyor…
Desteğin de, taa en tepeden var!
Seni tutan kim, hani?. “Dembokratik hakkım” dersin, “vicdânî kanaatim” dersin, “dîn ve îmân özgürlüğüm, özkörlüğüm” dersin, “Dembokrasi, layıklık, cumbokrasi” dersin, “Bigiyefçiliğimin, oryantalistliğimin, İslâm muarızlığımın depreşmesi, azması, dürtülerimin hormonlarımı zıplatması” dersin, neler ve neler dersin, yaparsın!
Hadi erkeksen yap, bizden söz, seyredeceğiz ve kılına hata gelmesini de istemeyeceğiz!
Ammâ dediğini yap!. Kuvveden fiile çıkar, ortalığa fit atıb, minder dışına sıvışma!
“Bu zamanda şu haramlar sökmüyor, bunları mubah yapalım, şunları da feminist ve LGBT’ci ve livatacı gençliğin gazını almak içün “insancıl” ve “cinsiyet eşitleyici kılalım!” de…
Erkeklik, mertlik, yiğitlik ve GÖREN gözlü olmak bunları iktizâ eder GÖRMEZ!
Meydan sizin, Kur’an ve Şerîat da nasıl olsa yasak, gıkı çıkmaz!.
Hadi, Luterlik makâmı da münhâl!
Revizyoncu Bardakzâdeyi, telfikçi Karamanlis’i, Deist-meist Yaşar gibilerin ervâh-ı kerîhesine kadar bütün Şamanistlerin, ateist ve ataistlerin ruhlarını da etrafına topla ve Luterliğini bütün hünerleri ile ortaya dök! Hangi haramları helâl, mubah veya müstehâb göstereceksen bir iki misâl ile işe başla!
Kavl-i mücerredde kalıb, bildik fitnebazlıklarla ortaya bir fit atıb, sonra da kenara çekilib seyretme!
“Kur’an’ı ve Sünneti DİKKATE alıb” sen sâdece cenâbet gezmeye bir kılıf bul, yeter!
Bundan başla, gerisi çorap söküğü gibi gelir!
Hadi!
Çık meydana ve haykır, korkma, dinleyen ve peşine takılan pekçok insan bulacaksın! Seni “Haramları mubah kılan tanrımız” diyerek omuzlarına alacak LGBT dünyasını bile ayaklarının ucunda göreceksin!
Ha gayret!
Şöyle de desen daha erkekçe ve merdçe olmaz mı:
“Ben, İslâm’daki şu haramları beğenmiyorum, hoşuma gitmiyor! Biz, bize göre dini uyarlasak, esnetib uyutsak ve uydursak! Böylece, insanlar üzerinde para-lamentoların tanrılığı yetmiyor, biz, daha bodoslama yanaşıb işi daha kestirmeden ve bistüri ile değil de Ekvator ormanlarındaki Pigme ve Buşmanların baltalarıyla sallayıb işi bitirsek… Nasıl olur; çağa, çokluğa ve ayağa da uyar ve şifâ olur! Biz böyle istiyoruz!”
Desen… Daha mertçe ve erkekçe olmaz mı?
Ortada İslâmiyyet’in îmânî, amelî, ahlâkî, siyâsî, hukûkî, ictimâî, idârî, askerî, cihâdî, tıbbî, ezânî, ibâdî, salâtî, zekâtî, savmî, bayrâmî, âilevî, nikâhî, talâkî, haccî, şühûdî ve gaybî hiçbir esâsının otorite ve düstûr kabûl edilmediği, tam tersine, yasak veya tahdîd altında bulundurulduğu bir vasatda, sırtını, göbeğini, oturağını, apışını, böğrünü, kalçanı, ayağını, bacağını, göğüslerini, dilberâne münhanilerinin tamâmını, adam ve madam her şeyinle (LAYIK CUMBOKRASİYE ve onun anayasa ve kânunlarına) dayayacak, yaslıyacak, oturtacak ve narayı bacaksınız:
“Hayyyyyyt bre îmanım, yakarım uleeen!.
İslâm güncellenmeli! Haramı helâli, sagîresi-kebîresi değişmeli, dönüşmeli; bizim nefsimize tâbi olmalı, nefs ü hevâmızın hoşuna giden bir kılığa sokulmalı! Hangi devirdeyiz üleeen?
Hayyyyt bre, yakarım sülâlenizi!
Üçüncü-beşinci asırdan kalma Müctehidlerinizden, Müceddidlerinizden, Müfessir, Muhaddis, Mütekellim ve Mutasavviflerinizden kalma kitablarınızın topundan da başlarım!
Hayyyyyyttt ulan yıkılın karşımdan!
Bize, Batının, yahudinin, moskofun, acemin, rumun ve bilmem kimin kafatasını takınmış şövalyeleri derler!.
Haçlı Seferlerini tamamlıyamadık! Mekke Medine, Kudüs ve Ayasofya’nızdan başlatmayın! DÜNYÂ DEVLETİNE gitmek varken, tek dîn, tek bayrak, tek vatan, tek millet ve tek dünyâ devleti varken.. arz-ı mev’ûd boşuna mı idealimiz bizim uleeen!
Biz bu işi MİHRABDAN HALLEDECEĞİZ demedik mi?
Demedik mi haa?
Dediysek, demişizdir!. Demişiz isek yaparız! Yapacaksak, önümüzde durmayın, tez yıkılın!…
Dembokrasinizden, hakk-hukuk, hürriyet-zürriyet ve gugukunuzdan, eşitlik, eşeklik ve şekk-şübhenizden başlatmayın!
Ezer geçeriz, vakit yaklaşıyor…
Hayyyyytt ulan bre!
Biz, Luterlerin, pederlerin, müncîlerin, decâcilenin, cebâbirenin, zalemenin, revizyoncuların, reformcuların, sosyal cinsiyet eşitlikçi ve tetikçilerinin ve heykelistlerin nesliyiz; âsımların, âsîmlerin, çum çocuklarının, Lût kavminin, Acemlerin, Semûd’un, Suûd’un, Samîrî’nin, Samurun, hamurun, hamursuzun, Hamurabi’nin, Âd kavminin, Moğolların, Cengizlerin, Cenevizlerin, bütün dünyânın, tek devletin, o kabillerin ve o kabilelerin çocuklarıyız!
Değiştireceğiz, değişeceksiniz!
Dört delîlinizi de değiştirib çöpe atacağız, hem de sarıklı cübbelilerle…
CHP silindir şapka, frak ve papyon gravat, sinekkaydı surat, döndürülen avrat v.s ile yapdı; biz, sarık, cübbe, sakal, başı bezli madam, v.s ile dîninizi îmânınızı benzeteceğiz!
Köy Enstitüleriyle yapamadığımızı câmilerinizle, ilahyapyatçılarınız ve Ankara DİB’inizle…
Dibine ve köküne kadar!
Hayyyyytt bre uleeen!
“Yerli ve Millîyiz!”
Var mı i’tirâzı olan?
Biz Dünyâ devletinin militanlarıyız! AB bizim kıblemiz, ya ona gireriz, veya dünyâyı başınıza geçiririz! Tıbbî yardımlarımızı görmez iseniz biz göstermesini biliriz!
HOCİA Efendiye, işini yarım bıraktırmayız!
Bu işi tamamlatacağız!
Hayyyyytt bre! Açın yolları…
1909’dan beri anlamadınız, artık daha da anlamazsanız, iş makinalarıyla yıkar geçeriz…
Hayyyytt ulan bre!
Dembokrasinizden, partinizden, sandığınızdan, oyunuzdan, oynaşınızdan başlatmayın! Bunların hepsi de göstermelik!
Dinmiş îmânmış, geçdi o devir üleeeeenn!
14-15 asır evvelki hükümler bugün uygulanır mı?
Hastiratdan açdırmayın ağzımızı, ne demişsek o!
Bizden ruhsat alamıyana iskân yok!”
(Mâba’di var)
İntişârı: 18.05.2020 / 06:40:58