(Görmez bunu, Irak Şii Vakfı Divan Başkanı Abdulsahib Hüseyin El-Musavi ve
beraberindeki heyeti makamında kabul etti ve onlara söyledi.)
1) RTE’nın, Hayrettin Karaman gibi telfikçi adamların te’sîrinde kalarak 5-6 senelik zaman içinde, sünnîlik ve şiilik gibi i’tikâdî temel esaslar bakımından aralarında nâmütenâhî zıddiyet taşıyan iki din anlayışını aynı kefeye koyarak reddedişi vâkıasını yaşadık ve yaşıyoruz. Viyana’da “Ne demek sünnîlik, ne demek şiilik, siz müslüman değil misiniz yâhû?” diyerek gürlemesi; ve son zamanlarda çok değişik mekânlarda:
“Benim Sünnîlik diye, şiilik diye dînim yok, benim dinim İslâm! “Biz mezhebçilik noktasında ne şii dînindeniz, ne sünnî dînindeniz, o başka bir şey. Bizim tek dînimiz var; İslâm. Artık mezhep, meşrep, köken farklarımızı bir kenara bırakarak, tevhide ve vahdete sarılma zamanıdır!”
Deyişi de bir vâkıa…
Akıl hocalarından Hayrettin’in, 55 seneye yakın bir zamandır “mezâhibin telfîki” diye tutturması; kendisinin “müctehid” olduğunu Kanal 7 tv’deki A.Hakan’ın önünde i’lân etmesi; Batılılarca göklere çıkarılan ve masonluğu müseccel sâbık Mısır Müftüsü ABDUH’u “müctehid” i’lân etmesi; bir tv kanalında sorulan bir suale “Hanefîyeye göre mi İslâm’a göre mi cevab vereyim” diyecek kadar kendisini kaybederek zıvanadan çıkması, yani tv’lerle, “Hanefî “usûlü” ile İslâm’a varma yolunu İslamiyyet’in dışında apayrı bir dinmiş gibi gösterme (gözbağcılığı) ve iblisi bile şaşırtan hakâret ve küçümsemeleri; yıllardır Zaman gazetesi ve Fettoşist Abant toplantılarının güdücüleri veya demirbaşları arasında yer alışı; İbni Teymiye gibi cumhûr-ı ulemâya yüzlerce mes’elede tersleşib (guluvva) düşüşü.. işte bütün bunlar gösteriyor ki, SÜNNÎ dünyası, çok daha yukarılardaki (üst akıllar) tarafından, Beştepe merkezli bir hizâya sokulma veya ehlîleştirilme projesiyle karşı karşıyadır…
2) Bu endişe ve tehlikeyi kuvvetlendiren bir başka delîle de, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın nâmındaki zâtın bu projeye nasıl destekçi olduğu üzerinden veya böyle olduğu içün oraya getirilmiş olması vâkıasından vâsıl oluyoruz!. Mumâileyh, Dergah Mecmuasında ve kendi web sitesinde de neşredilen mülâkâtında “sünnîlik” usûl ve şahsiyetinden nefret eden ve kendi şahsî anlayışını “din” kabul edecek kadar da çizgi ve şîrazesi zıplamış îmân ve fikir kaçkınlarını, bakınız nasıl yüceltib takdîr ediyor? Onları, “İslam dünyasında İslami düşüncenin yeniden inşasına katkıda bulunmuş” mübârekler olarak nasıl selâmlıyor!. Ve onların, “yurt dışı tecrübelerinin oluşu ve islâmî düşüncenin (?) yeniden inşâsına katkılarda bulunmaları” ve bu adam veya madamların yurt dışına çıkarak oralardaki Batı kellelerinden nasıl irşâd olunarak “hür fikir, hür irfan ve hür vicdan” sâhibi çok kıymetli filozofik hürler olduğu nasıl takdîr ve takdîs ediliyor, nasıl hayranlıkla anlatılıyor, bunlara bir nazar atfedelim:
“Bu etkiyi Batılılaşma hareketleriyle sınırlamak eksik olur. İslam dünyasında İslami düşüncenin yeniden inşasına katkıda bulunmuş pek çok kişinin bu manada bir yurt dışı tecrübesi var. Cemaleddin Afgani, M. Abduh, Namık Kemal, Said Halim Pasa, Nureddin Topcu, Mevdudi, Seyyid Kutup, Ali Seriati, daha yakınlarda Fazlur Rahman, Ismail Faruki, Seyyid Huseyin Nasr gibi isimler ilk anda akla gelenler.”
Bay KALIN’ın ilk anda “İNCE aklına gelenler” bu kadarcık!. Hiçbirisi de “Ehl-i Sünnet” çizgisinde olmıyan, mezhebsiz, şer’î ilimlerdeki usûlleri tanımaz, Batı kafalı, mason veya masonik düşünceli, 14 asırlık İslâmiyyet’i aslâ beğenmiyen, reformist veya modernist, içdeki ecnebîler, kökü kemiren kurtçuklar…
Türkiye’de daha ne Tv ekranları ve İlahiyat-DİB hattında mostralık 5-6 düzinelik pahalı malzemeler de vardır ki, bunlar, “iyice kokusu çıkanlar” bölüğüdür diye, belki bu “İslâm’ı yeniden inşâ” yüksek mimar-mühendisleri kalemine uzak kalmışdır!.
Bu “İslâm’ı Yeniden İNŞÂ” projesi, asırlardır “İslâm düşmanlarının” en baş projesi olsa da, 1965’li senelerde Papalık ma’rifetiyle başlıyan “Hoşgörü-Diyalog” iblisliği ile yeniden ve birden parlamışdır!. Vatikan, en mükemmel Anadolu başbâyii olarak “Himmetzâde Fetokardinâle Hazıritlerini” en liyâkat ve ehliyetli bir (aktör) yani (hâdimü’l-nasârâ) olarak keşfedince, işlerin seyri bir başka fevkâl’âdelik arzetmişdi!. AKP kurmayları olan “Böyyük Osmanlı torunları” da, bu Vatikan Başbâyii adam ve madamlara “ne istediniz de vermedik” diyecek kadar bütün herşeyleri ile (devlet imkânlarını) emre âmâde kılmış; ve bu “haşhâşîlere” bütün “ihlâs ve samîmiyyet(!)leri” ile (müzâhir olub muâvenetler) takdîm etmişlerdi!. Herşeyin en ince (sırrı) ve (sihirli deyneği), dâimâ (haçlı batı)nın ma’nevî toprağını öperek ele geçirilebilirdi…
3) KALIN, İNCE ayar fikirleriyle, bakınız BATI’ya kaç derece zâviyeden başını yukarıya kaldırarak bakıyor:
“Bu düşünürlerin pek çoğu, Batı düşüncesini, onun güç ve zaaf noktalarını, iç tutarlılık ve tutarsızlıklarını yerinde görme imkânına sahip idiler.”
AKP kurmayları bile, o “yerli olma, Fransız kalmama” atar tutarlıklarında, ancak bu kadar yerli olabiliyorlarmış ki, bunun sırrı da, okuduğunuz bu satırlarla çok iyi anlaşılmış oluyor. Ancak, “İslâm’ı yeniden inşâ’ edecek mimar mühendislerimizin” daha on kat “batıyı tanrılaştırma” arzu ve iştihası, gelecek şu satırlarda:
“Bu yüzden yaptıkları Batı değerlendirmeleri, İslâm ülkelerindeki ikinci-üçüncü sınıf kaynaklara dayalı yerme yahut methetme tavırlarından daha derinlikli ve kalıcıdır.”
İslâm ülkelerindeki bu ikinci üçüncü sınıf kaynaklara dayalı yerme- methetme tavırları nedir, bunlar mübhem ise de, anlaşılan o ki, Haçlı Batı gâvurunu “değerlendirmeleri” daha “kalıcı ve derinlikli” imiş!. 2 ve 3. Sınıf kaynaklar nelerdir? Bunların, bu kadar mübhem geçilmesi ne demek oluyor?. Batı’ya gidib onların içinden idrâkler toplayınca, bunlar neden kendi kendimize âid kıstaslarla değerlendirmelerin üstünde, “kalıcı ve derinlikli” oluyor?. Bizim elimizdeki edille, neden Batı’yı tanımakda nâkıs kalıyor?. İlâhî yol göstericilik, neden (beşerî) anlayış, tesbit ve hükümlerin seviyesine çıkamıyor?
4) Sünnîlikden arındırılarak ortaya çıkarılacak pîr ü pâk “Müslümanlık”, meğer ne “mühendislik” emekleri altında İNCE ayarcı KALIN adamlar elinde dokunuyormuş da, kimsenin haberi yokmuş!.
Hele islâmî usûllerin yerine konulan şu “Avrupalı Alexsandr’ın bağçesinden kendi bağçemizi dikizleme metodolojisi”, fevkal’âdenin de fevkinde bir “KALINSAL” ince buluş olsa gerek:
“Batı medeniyet havzasına yapılan seyahat –hem fiziki hem de zihinsel manada— kendi bahçenizin dışına çıkıp ona dışardan bakma imkânı sunuyor.”
Evet, artık “Yeni TÜRKİYE’deyiz” ve kendini bile kendi mekânından seyredemezsin!. Beştepe’deki “Milletin Evi”, millet adına, Kalın ile de olsa ince eleyib sık dokuma tezgâhlarıyla harıl harıl işletilmekde… İllâki “Batı medeniyet havzasına” gidib, oranın “kutsanmış toprağına” ayak basmalı ve “dışarının” takdîs edilmiş haçlı toprağını, havası ve suyunu, içine, ciğerlerinin bütün bronş ve bronşcuklarına çekerek, ne biçim mahlûk olduklarını ancak anlıyabilmeli; ve hele Anadolu müslümanları bunu, ancak bu usûllerle onların içinde yaşıyarak idrâk etmelidir! Postmodernist vatan evlâdı ciğerpârelerimiz, kendilerine Mösyö Alexandr’ın bağçesinden bakınca, nefs-i emmâresinin filimlerini ancak o zaman görme imkanının olabileceğini, rûhunun derinliklerine içirebilmeli; ve oraya, ancak böyle bir “kutsanışla” girib çıkınca, basîret kuvvelerinin de tam işliyebileceğine inanmalıdır!
5) KALIN, İNCE ayar “İslâm’ı yeniden inşâ” mühendisliğine, çok daha incelerden incelere inib dalarak ve “Saygıdeğer ve velî ni’meti REİS” adına şöyle devam eder:
“Bu illa da kendi bahçenizi başkasının gözlükleriyle göreceğiniz anlamına gelmiyor. Ama şimdiki postmodernistlerin korkulu rüyası olan “büyük resim”i görebilmek için, nisbi olarak yabancılaşmanız, uzaklaşmanız gerekiyor. Bu aydınların yaşadığı buna benzer bir tecrübe idi. Onların başarısı -tek tek yapılacak eleştiriler bir tarafa- iki medeniyet havzasının yarattığı gerilimi bir fırsat olarak görmeleri ve o dinamizmi İslam dünyasına taşımaları olmuştur.”
Allâh Azze’nin Muazzez ve Mukaddes Dîni, dinden îmândan anlamıyanların elleriyle oyuncak edilmiye terk olunursa, netîce böylesine vehâmet kesbedecekdir: “Kendi bahçenizi başkasının gözlükleri ile görmek…”
Receb Tayyib Bey’in SÖZCÜSÜ Saraylı Kalın’a göre “Postmodernist” ne idüğü belirsizleri ürkütmemek içün, yani hiçbir noktayı beğenmiyen, “ilkesizliği ilke edinmiş” renksiz, kokusuz, (tavşan b..u) gibi felsefî şübhelerle her şeyi biribirine karışmış mahlûkâtı ürkütmemek adına, “kendi bağçene yabancılaşarak ve kendinden uzaklaşarak bakman gerekiyormuş!”
Saraymodern ve egzantirik kelleden çıkdığı içün, anlaşılması da fevkal’âde zahmetli, bektâşi sırrı kabilinden helezonik ve entellektüel îmâlâtı cümle kalabalığı…
6) İşte bu kafalarla “Sünnîlik reddedilirken”, 15 asırlık İslâmiyet yerinde kalacak (!) ve bunu da postmodernizma mürîdânı “gönül hoşluğu” ve iç içe geçmiş felsefî helezonlarla yakalayıb, “iki medeniyet havzasınınYARATDIĞI gerilimi” öyle bir dinamizme çevirecek ki, bu, “İslâm dünyasına taşınacak”; ve 15 asırlık dînin yerine “yeniden inşâ’ edilmiş” bir din oturtulacak! Üstelik de bunu, her AKP’li yurtdaşla beraber bütün 80 milyon, aç karnına kaşık kaşık yiyecek; ve “Sünnîlik’den kurtulub sapına kadar Müslüman olacak!”
Ve bu ana usûl üzerinden giderek, herkes tanrısına yüzakıyla kavuşacakdır!. Hindular ineğin sidiğini içerek NİRVANA’ya kavuşurken, bu “postmodernizma” cenâhına da hoşgörü lutfedilerek, onların da başka Nirvana’lar bulub onlara kavuşması böylece mümkin olabilecekdir!…
Evet, Sünnîliğe bu aşk u şevk ile vur ki, geride ilâç içün birkaç fiske MÜSLÜMANLIK kırıntısı veya (ritüeli) kalsın!
Sâbık Diyânet REİSİ Merhûm Ahmed Hamdi Efendi, 1950 evveli o 6 kazıklı 27 senelik ŞEFOKRASİ devrinde bile:
“BİZ ELHAMDÜLİLLÂH EHL-İ SÜNNET MEZHEBİNDENİZ!”
Derken, Beştepe Cumbaşkanlığı SÖZCÜSÜ Kalın Bey, “İslâmın yeniden inşâ’ edileceğinden!” bahsediyor!
7) Allâh Azze ve Celle Hazretleri’nin DÎNİNİ beğenmedin mi, yapacak tek bir şeyin kalır, o da Allâh Teâlâ’ya şöyle ünlenmendir:
“Eyyyy! Ulu Tanrı, biz seni değil, ammâ ve lâkin, senin dînini kusura bakma beğenmiyoruz! Bugün 15 asır evvelki şartlar yok. Sen bugünün şartlarına göre değil 15 asır evvelin şartlarına göre (Şeriat) göndermişsin! Olabilir, dalgın bir zamanına gelmişdir, bugün de işe yarar bir din olmasını hesablıyamamış olabilirsin! Biz bu açığı senin adına, ne yapıb ne edib kapatmak istiyoruz! Anınçün seninkinin yerine, postmodern darbe gibi, ne bileyim senin eksiğini tamamlamak gibi olacak amma olsun (sen kusurumuza bakma), ne yapalım, işte yıllardır seninkinin aynısının tıpkısı da diyebileceğimiz yeni bir din inşâ etmek peşindeyiz!. Bu i’tibarla sünnîliği rafa kaldırıb yerine Müslümanlığı (?) oturtacak, rahat olması içün de ZÂTINIZIN sıfât ve esmâsı hürmetine elimizden gelen kolaylığı iki elimiz kanda bile olsa senin hatırân hörmetine ona göstereceğiz! Hiç merak itme, emânet emîn ellerdedir! Canı, malı, ırzı, nesli, herşeyi “güvencemiz” altında o mübârek bir varlıkdır! Onu canımızdan aziz ve kıymetli bilib daha daha yeni dinler inşâ edilinceye kadar muhâfaza edeceğiz. Sabık DİB Başı (Ya.dakoğlu) veznindeki Bardakoğlu adamımız da, zaten bunu sarık cübbe altında bütün dünyâya alenen ve resmen ilân ederek aynen şöyle demişdi:
“Artık dini ve dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil; dünyaya bakarak inşâ’ etmek ve ona göre çizmek istiyoruz!”
Ya.dakoğlu veznindeki Bardakoğlu, hiç değilse Saray SÖZCÜSÜ gibi anlaşılması bilmece çözmekden bin beter cümlelerden medet ummuyor; dümdüz ve her kellenin anlıyacağı “kurumsal” bir dil ve çene ile içini işte böyle boşaltıyordu!
8) Memleket içden ve dışdan azılı düşmanlarla çevriliyken, bu “yeni İslâm İNŞÂ’ ETME İŞİ” hemen ruznâmeye gelmese de, zülf-i yâre dokunulmasa ve ğadab-ı ilâhî celbedilmese olmaz mıydı?
Nedir bunca TEHÂLÜK?
DÂVÛDZÂDE Ahmed Efendi ile de, bir FİTEN VE firkat âteşi yüreciğinizi sûzân iderken! Çankaya ve Beştepe’nin yol güzergâhları, Anıttepe’ye tekmil vermeye bile fırsad vermeden, sola kıvrılır ve oradan sağa savrulur ve ayrılırken!..
Nerden çıkdı bu LUTER’e özenerek İslâmiyyet’i beğenmeme ve sünnîliği kovub, İslâm’sız İslâm “inşâ’ etme” hülyâsı?.
Şiiler de kendi nefs ü hevâlarından bir “İslâm inşâ’ ve ihtirâ’ eylediler” ammâ, bu etdiklerini kendileri de beğenmeyib dünyanın ve hele Sünnîlerin bu “edilenleri” görmemesi ve bilmemesi içün tutdular, bunları saklamak üzere “takiyye” yoluna gitdiler!. Saklamak, gizlemek, ketmetmek ve tersini göstermek… Yoksa güldürecek veya çileden çıkarıb, muhâtabları elinde ve önünde perişân olacaklar! Üstelik bu takıyyeyi, îmanlarının 6 şartından biri yapdılar!. Ne o, İslâm dışı İslâmlıklarını bu takıyye çarşafıyla örtecekler ve bütün uydurma, yalan, iftira, hakka iftirâ ve yamukluklar bu (takiyye) örtüsü altında gösterilmeden kalacak! Hindistan’da 5 asır kadar evvel Ekber Şah da muhtelif dinleri karıştırıb bir (kokteyl) hazırlatmak istediyse de, o da sökmedi!. Şimdi Ankara “Yeni bir İslâm inşâ’ ve ihtirâ’ eyleyecek” öyle mi?. Kolaysa ve yüzünüze gözünüze bulaştırmadan, altında kalıb pestiliniz çıkmadan bir şeyler yapabilecekseniz, işte meydân!.
Çarpılmıyacaksanız devâm edin!
9) Siz hiç duymadınız mı:
“Hakk sillesinin yokdur sadâsı,
Bir vurdu mu hiç yokdur devâsı!”
Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm “Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayın” buyururken; Ashâb-ı Güzîn bu YOLDA iken; tabiîn, tebe-i tâbiîn, müctehidîn ve etbâı “ehl-i sünnet ve’l-cemaatiz” derken; CHP’nin en ceberut ŞEFOKRATLIK zamanındaki Diyânet Reisi Merhûm Ahmed Hamdi Efendi bile:
“BİZ, ELHAMDÜLİLLÂH EHL-İ SÜNNET MEZHEBİNDENİZ!”
Derken… 15 asırdır ümmet BUNU derken; siz, demiyeceksiniz ve yeni “İslâm inşâ’ edeceksiniz!” öyle mi?
Güldürmüyor musunuz?
Bu ne çoluk çocukluk, basitlik!
10) Hârun Reşid Cennetmekân’ın vefâtından sonra yerine geçen (veledleri) millete (mu’tezile bâtıllarını) dayatdı da ne oldu?. “Kelâm-ı Kadîm mahlûkdur demedi” diye Büyük SÜNNÎ Müctehidi Ahmed İbni Hanbel (Rahmetullâhi Aleyh) Hazretlerini boynuna ip takarak Bağdad sokaklarında dolaştıran ve işkence eden Abbasî itleri, kimin dilinde rahmetle anılıyor veya onlar şimdi çukurlarında anırıyor?. Lâkin Büyük İmam milyonların imamı olarak hâlâ îmân, amel ve ahlâkda YAŞIYOR ve YAŞAYACAK!
Siz, Kahhâr-ı Zülcelâl ve Azîzün Züntikâm olan Allâh Azze’nin Ulûhiyyet ve Rubûbiyyet MAKÂMINA MI GÖZ DİKTİNİZ?
Siz hâşâ, “ALLÂH BİZİZ” demek istemiyorsunuz değil mi?
Anlaşıldı!
“BİZ ELHAMDÜLİLLÂH EHL-İ SÜNNET MEZHEBİNDENİZ!”
Siz değilseniz, ne isterseniz olunuz, bizi ırgalamaz, herkes kendi tanrısı ne ise onu bilsin! Ama bizim üstümüzde ve ensemizde boza pişirme seansları irtikâb etmeyin! Çünki “Bizim SÜNNÎLİK diye bir dinimiz yok!” sözü çok ağır bir söz! Biz (hâşâ) “Bizim İslâm diye bir dînimiz yok, Sünnîlik diye bir dînimiz var” mı demişiz?. Hangi sünnî böyle demiş?. İnsanların üzerine (karabasan) gibi çökmek, onlara cebretmek ikrâh etmek, hangi (insanlığın ve ahlâkın) kânûnu olmuşdur?
Kimseye karışmayın, çarpılırsınız!
Zülf-i Yâre dokundunuz bir kere!
Bedelini, biribirinize düşerek de ödemeniz mümkin!
11) Milletin mezhebinden, dîninden size ne? Siz “din ve mezheb mimar-mühendisi misiniz?”
Sıkıysa ve erkekseniz, “mezhebçilik” yaparak kan döken kâtillere sesinizi yükseltin, parmak sallayın, gözdağı verin!.
Sünnîler ne zaman “mezhebçilik” yaparak eşkıyâlık kahpeliği ve cânîliğine soyunmuş?
Târih, kör olsanız, gene önünüzde, okutun!
Üç-beş telfikçi, mason Efgâni’ci, mason Abduh’çu ve mezhebsiz zibidinin, Ukbâ’da size fâidesi mi olacak? Onlar, MÜCTEHİD İMAMLARIN yerini alarak kendilerini PUTLAŞTIRMA hesâbındaki Müseylimetik megalomanlar!.. Sizin nüfûzunuzu kullanan şeytan sürüleri… Sizi kukla yapıb kullanma peşindeler, siz kukla mısınız?
Ne kadar bomboş adam ve madamlarmışsınız!
YAZIK!
(Mâba’di var)
(İlk intişârı: 04.05.2016)