(1) Erdoğan Laiklik Misyoneri Mi Veya Takke Düşdü (Daha Doğrusu Sarık Düşdü) Şeyi Göründü Mü?…
16 Eylül 2011
(3) Erdoğan Laiklik Misyoneri Mi Veya Takke Düşdü (Daha Doğrusu Sarık Düşdü) Şeyi Göründü Mü?…
29 Eylül 2011

T.C. Başvekîli Receb Tayyib’in şimâlî Afrika memleketleri olan dünki Osmanlı vilâyetlerinde “laiklik misyoneri” olarak beyânlarda bulunuşu,

ERDOĞAN LAİKLİK MİSYONERİ Mİ VEYA TAKKE DÜŞDÜ (DAHA DOĞRUSU SARIK DÜŞDÜ) ŞEYİ GÖRÜNDÜ MÜ?…

(2)

Ahmed SELÂMÎ

 

T.C. Başvekîli Receb Tayyib’in şimâlî Afrika memleketleri olan dünki Osmanlı vilâyetlerinde “laiklik misyoneri” olarak beyânlarda bulunuşu, müslümanları kalbinden vurmuş; ve ecdâdımızın da kabirlerinde kemiklerini sızlatmışdır…

O Osmanlı vilâyetlerinde Allâh Azze ve Celle’nin hâkimiyyetini yerleştirmek ve oraların (dârü’l-İslâm’ın), haçlı sürülerinin küfür, şirk ve zulüm çizmeleri altında çiğnenmesine sedd çekmek içün, Rasûl-i Rusül Aleyhi Ekmelittehâyâ Aleyhisselâm’ın Halifesi Büyük Ömer Radıyallâhu Anh Efendimiz zamanından beri, milyonlarca Şerîat evlâdı kanını dökmüş ve canını vermiş, milyonlarca hâne bu uğurda babasız, evlâdsız, yârsız kalmışdır. Bütün bunlar Fransız keferesinin uydurduğu (laiklik) denen“dinsizlik” içün değil, Kâinâtı Yaradan’ın irâdesine râmolmak içün “i’lâ-yı kelimetullâh” aşkıyla yapılmışdır…

Laiklik denen “dinsizlik” ve musîbet, müslüman milletin en aziz varlığı olan dînini yaşatacak yegâne kuvvet demek olan HILÂFETİN yani (ALLÂH HÜKÛMETİNİN) yok edilmesini istihdâf eden (hedef bilen) ve 1789’da ortaya çıkarılan bir Fransız uydurmasıdır. Bu nesne, Fransız ateistlerinin (dinsizlerinin) papalık teşkilâtı olan kiliselerin hâkimiyyetinden (ruhban sınıfının zorba hükümlerinden) kurtulmak üzere, mücerred kendi husûsiyyetleri içinde hayata geçirdikleri ve Mutlak Hakîkat olan İslamiyyet ile kâbil-i te’lîf olması aslâ düşünülemeyen (muhal olan); ve Âdem Aleyhisselâm’dan beri hiçbir müslüman devlet ve ülkesinde de kat’î sûretde görülmeyen bir freng (gayr-i müslim-kefere) prensibidir… “Vatandaşlık” mefhumu gibi…

Bu da aynen “laiklik” mefhûmu gibi, “Fransız Ansiklopedistlerinin” yani vahye aslâ inanmayıp, hümanizma, modernizma, sekülerizma ve pozitivizma karması tamâmen kendi icâdları olan “dîn-i tabiî” dedikleri beşerî bir religiona inanmış ateistlerin eseri…

Bir evvelki makâlemizde Müfessir Merhûm M.Hamdi Efendi Hazretlerinin tefsir satırları ile “laikliğin dinsizlik!” demek olduğunun sâdece birkaç satırla isbâtını yapdık… Yoksa aynı tefsirden 300-400 sahîfelik kitab çapında bir hüccet yakalamak son derece kolaydır. Bu hazîne çapındaki eserin dikkatle mütâlâasında bulunanlar, bu hakîkatı bütün çıplaklığı ile ve dehşetle göreceklerdir…

Libya’da verdiği beyânat ile, “Bu söylediğimin İslâm’a karşı bir yanı varsa, lütfen siz de beni İKNÂ edin” diyen Ankara Başvekîlinin bu son derece sakîm ve ters sözüne, iknâ olmayacağını adımız kadar bildiğimiz halde cevâb verecek; ve fakat hedefimiz, O’nu “iknâ etmeğe çalışmak!” gibi bir abesle hülyâlara dalmak değil, hakîkatın ortaya çıkarılarak mes’ûliyyetimizin yerine getirilmesi olduğunu ilân etmekdir. Gerçi Başvekîl’in “beni iknâ edin!” cedel ve cerbezesine inanacak saftiriklerden olma ihtimâlimiz, selîm bir akla değil, en uçuk bir tasavvura dahî girân gelecekdir!

Libyalı garîbanların da, “azılı bir deliden” kurtulma ve “can derdinde!” oldukları bir hengâmda, “et derdinde!” olan şarklı ve garblı politika cambazlarına “iknâ odaları!” açarak, “girin ulan şuraya!” deyip, meşhûr laik ve “ikna odaları başmu’cidi ve cumhuriyyet bayâniyyesi ve 6 okçu ve müzmin laikçi partinin vekîlesi N. Sertel denen şu kadının izinden gidecekleri!” elbetde beklenilemez!

Libya ehâli-i müslimesi, Merhûm Mücâhid Ömer Muhtar’ın terbiyesi ile yetiştiklerinden, emân verdikleri misâfirleri kim olursa olsun, kendi mahallelerinde “salyangoz satmaya” bile kalksa, ona şer’î nezâketi elden bırakmazlar; ve onun bütün hatâyâ ve taksîrâtını, acemiliğine, toyluğuna, şımarıklığına, islâmî görgü derecesiyle, ilim ve edeb keyfiyet ve ehliyetine bağlarlar…

Bu i’tibarladır ki, Libya ehâli-i müslimesinin Ankara Başvekîli Beyfendinin karşısına geçip:

“- Ehlen ve sehlen, Ekselans!”

Deyû başlayıp:

“- Ekselans! seni iknâ etmesine çok güzel ederiz de, bunu, misâfirimiz olan zât-ı devletlerinize karşı edebimize yakıştıramayız! Siz, Ankara’ya bir dönün, misâfirimiz olmakdan da halâs bulun, ondan sonrası kolaydır ve görürsünüz!”

Diyerek inşaallah noktayı koymuşlardır!

Sonra da Libya ehâli-i müslimesinin dili çözülür ve Kâinâtın bütün sağır sultanlarına kadar duyurarak, biavnihî Teâlâ şöyle irâde beyânında bulunurlar:

“- Efendiler! İkiniz haçlı Avrupa’dan gelir, petrolümüze göz dikersiniz, leş kargaları gibi tepemizde uçar, necâsetinizi tepemize bırakır, sonra da defolur gidersiniz! Ulan İngiliz ve Fransız keferesi! Bizim yüzlerce canımız kan dökdü, can verdi. Milletin 40 yıl, bir deli ve avenesinden çekmediği kalmadı… Şimdi de millet ve memleketimiz bir iç harb yaşadı ve yakılıp yıkıldı! Siz ise, baykuşlar gibi bu harabelerimize konup, bilmem neyinizin keyfi içün hesablar yapacaksınız, biz de buna eyvallâh mı diyeceğiz? Ömer Muhtar Merhûm ve etrâfındaki mücâhidler, sizin gibi keferelerden bizi kurtarmak içün esir oluncaya ve kellelerini siz Allâh’sızların kemendi ile darağaçlarında Haqq’a teslim edinceye kadar, binbir çile ve işkencelerden geçirilmedi mi? Şimdi biz, onlara ihânet edercesine; ve bunu irtikâb edince de, kalleşçe ve kahpece bir manzarayı boynumuza yafta gibi asarcasına yaşamaya devâm mı edeceğiz?”

“- Sen, Rize’li ve Kasımpaşalı, Anadolu müslümanı ana, baba ve sülâlenin evlâdı, Ankara Başvekîli Receb Tayyib Bey!

Sana gelince, şurasını çok iyi bil ki, adın, bizim adımızdan, ama unutma, bize 40 yıl hükmetme perdesi altında zulmeden adamın adı da Muammer’di! O da  içimizden biriydi! Ancak, bize, bizden biri olarak bakmadı; ve bizim dînimizi bize tatbik etmedi! Öyle zulmetdi ki, Allâh Rasûlü’nün, O Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ın hadîs-i şeriflerini devlet dâirelerinden indirip, kendi resimlerini ve lâf u güzaf ve deli saçmalarını “vecîze” ve mutlak hakîkatmış gibi onların yerine koyma megalomanisine (ne oldum deliliğine ve tuğyânına) kapıldı, milletin yüzmilyarlarını zimmetine geçirip, topyekûn hepimizi soyup soğana çevirdi…

Merhûm Mücâhid Ömer Muhtar’ımızın izini takib yerine, firavunlaşma yoluna girdi, kadınlardan muhafız birlikleri ihdâs edecek kadar sapıtdı, oğullarıyla işi uçkur krallığına ve şehvet imparatolluğuna kadar vardırdı!

Arkadaşımız Başvekîl! Bilesin ki, biz, Merhûm Mücâhid Ömer Muhtarımızın izindeyiz, o iz ile de Allâh Sevgilisi Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ın Mutlak Hakîkat buyurduğu çizgide… Buna dost olan dostumuz, düşman olan da düşmanımızdır…

Bu çizgi, senin bize satmak ve pazarlamak istediğin ve dünyânın baş belâsı batı (e d e n i y e t i n i n) Paris denen merkezinde 1789’larda, taa 220 sene evvel, frengili Freng ateizmasının kilise gâvurlarına karşı imâl edip uydurduğu, “çağ dışı, insanlık hârici ve İslâm’ı devletden tard âleti olan” o laiklik denen ucûbeden, mutlak ma’nâda münezzehdir…

Bu çizgi, İslâm coğrafyasında ruh ve beynini batıya kaptırarak “Fransız kalmış!” bütün politikacıların şeytânî çizgilerinden de, mutlak ma’nâda başkadır; ve vahye dayanmayan her nesneyi, şeytan tersi kabul ederek, onu nefy ü reddeder…

Bu çizgi ve bu hat, senin Sarkozi içün kullandığın “Fransız kalmak!” değil, “müslüman kalmakdır;” ve herkese de, “ne kaldığını!” apaçık hatırlatmak; ve Elmalılı Merhûm’un ifâdesiyle “hakk-ı sarîhi ketmetmenin küfür olduğunu!” topyekûn ins ü cinne tebliğ etmekdir…

Bizim, “laiklik” denen dinsizliğe değil, “Müslümanlık” denen Allâh sistemi “dindârlığa” ihtiyâcımız var…

Siz, “laiklik!” deyip hatta ona tapıp, bugünki terörü azdıran bir yola saptınız ve kalblerde “hikmetin başı olan Allâh korkusunu!” tuzla buz etdiğiniz içün de, bu gün, “âsayiş berkemâl!” diyemiyor, “berbatkemâl!” diye inim inim inliyorsunuz! Ve ne yapacağınızı da şaşırmış bulunuyorsunuz! Devlet ciddiyet ve hâkimiyyetinin elle tutulacak bir tek noktası kalmamış, Ergenekon kabili teşkilâtlar her yanınızı ahtapot gibi sarmış, PKK denen çeteler hergün gencecik asker ve polislerinizi katleder olmuş; ve can, mal, din, akıl, nesil emniyetiniz ortadan kalkmış; hortum, soygun, vurgun, sex skandalları, âile fâciaları, testereli kelle koparmalar ve resmen işletdiğiniz kerhânelerinizdeki kadın ticâreti, içinizi, rûhunuzu çürütmüşdür…

Yahudi-haçlı istihbârat ajanları taa ciğer ve damarlarınızda fink atarken, bir de kalkmış bütün bu kahreden hastalıkların ana mihrâk noktası olan “laiklik!” denen illeti, bize “ihrac etmeye!” kalkıyorsunuz!. Osmanlı ecdâdınız ve aslınız, “re’sü’l-hikmeti mehâfetullâh” derken, siz, frengili Frenk uydurması “laiklik” zikrinin meczupları mı olmalıydınız, pes…

Bu illetin bal gibi “dinsizlik olduğuna!” siz karar veremezsiniz, çünki siz, bir DÎN mütehassısı olarak buna kara verme ehliyet ve liyâkatına sâhib değilsiniz!. Buna karar verecek olan, Allâh ve Rasûlü’nün kayıtsız şartsız takipçisi, cümhûrî bel’amlıkdan münezzeh, hakîkî Şerîat ulemâsıdır.”

Merhûm Mücâhid Ömer Muhtar’ın izinde olanların söyleyebileceği, mücerred işte budur; ve bundan başkası ise mutlaka zâid ve abes…

“İknâ” olmak istiyor görünenlere, “iknâ olmaları!” içün değil, ama birinci makâlemizde de beyân etdiğimiz gibi haqqı söylemek ve mes’ûliyyetimizin iktizâsını yerine getirmek içün, Büyük Şerîat Mütehassısı ve Akâidde imam, Kudretli Mücâhid ve Şeyhülislâm, Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin satırlarını, (îmânı cılklaşmamış) ve laiklik denen musibeti şirin göstermek içün ona damat ve bayram urbaları geçirerek ve o musîbetin üzerinde yepyeni hüviyet ve ma’nâlar uydurarak göz boyamayan ve böylece müstakim kalabilenlerin ibret nazarlarına şöylece tedrîs, telhis ve tekdir ederiz:

“- Fransız meclis-i meb’ûsânında laiklik bahsi münâkaşa olunurken, bir meb’usun “Dünyâda laikliği yani dinsizliği, bütün şümûlü ile kabul etmiş bir millet gösterebilir misiniz?” diyerek îrâd etdiği i’tirâza cevab veren meşhûr laiklerden Maarif Nâzırı Erubeau’nun, “Evet Efendiler! Dünyâ’da böyle bir millet vardır; ve bu işi azim ve cesâretle tatbik ederek muvaffak olmuşdur. O da Türk Milletidir.” (1)

……………

(1)    “Fransız Nâzırının fotoğrafı ile beraber bu beyânâtı, 3 Kânûn-ı evvel 1928 târihli Milliyet Gazetesinin başında kemâl-i iftihâr ile neşr olunmuşdur.” (Yarın Gazetesi,15 Receb 1346 —- 9 Kânûn-ı sânî 1928) 

……………………………………………………………………………………………

Biz, işkembemizi değil, ehil olanları ve vesîkaları konuştururuz…

Beyânlarımız da, aldığı aksül’ameller karşısında çark etmek yerine, bunu, “Laiklik, İslâm’a ters ise beni iknâ edin!” cedel ve cerbezesine sarılarak örtmeye yeltenenlere değil, HAKKI, görmek ve teslîm etmek isti’dâdı taşıyan nasiblileredir…

Nasibse, Merhûm Şeyhülislâm Hazretlerinin son derece cesâretle ve (HAKKI da) bedâhet derecesinde yiğitçe ortaya koyan satırlarını iktibâsa devam ederiz…

(Mâba’di var)

 

(İntişârı: 22.09.2011)

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir