.
Tefsir satırlarına bakdığımız zaman, Kelâm-i Kadîm’in, bütün beşerî sistemleri reddetdiğini ve onların “Fıtrat ve Hılkati” bozan sapıklıklar, sapkınlıklar ve azmanlıklar olduğunu apaçık görüyoruz. Bütün bu bozguncu sistemlerin, gene onların meydana getirdiği topyekûn müessese ve unsurlarının da “Fıtrat ve hılkati bozan” gayr-i meşrûluklar olduğu îzahdan vârestedir. Allâh Azze ve Celle, “fıtrat ve hılkate” karşı bütün bu bozuklukların, ucûbelik ve garîbeliklerin, anarşi ve terör cinsi tuğyânın kat’iyyen yaşatılmamasını, bunlara taraf olunmamasını ve aslâ desteklenmemesini, ins ü cinne, en baş küfür, şirk ve haram olmaları sebebiyle kat’iyyen emreder… Hâlık Teâlâ’nın, “LÂ İLÂHE….” denilerek bunların kalbden yüzdeyüz ve tam olarak atıldığının ifâde edilmesini mutlak sûretde emretdiği, oryantalist çömezleri ile Fettoşist Kardinallere ma’lûm olsa da, Türkiya halkının bunu bilmediği , câhil bırakıldığı bedâhaten ortadadır. HALKIN, bunu kendisine hassaten bildirmiyen bir sistem işgâlinde olduğu; anayasa dayatması iktizâsı olarak da “lâyiklik (ateistlik) ilkesi doğrultusunda” halka ne kadar dinine müsâade edilecekse o kadarına “Müslümanlık” denileceği; bütün bunların ise “Fıtrat ve hılkate” karşı da terör estirmek demek olacağı, v.s’ler, bu memleketin halkından Bektaşi sırrı gibi saklanır!… Bîçâre ve suret-i mahsûsada câhil bırakılan halk, böyle bir narkoz altında oldukları ve binicileri ile “eğiticileri” olan politik büyücüler tarafından mecbûrî (at gözlüğü) takarak çarkı döndürdükleri içün, adı geçen hakîkatları nüfûsun binde biri bile göremez ve bilemez!…
Buna binâendir ki, hiçbir noktada “fıtrî ve hılkî” bir aheng aslâ olmayıb bozulduğundan, gene hiçbir noktada adâlet, hürriyet, emânet, istişâre, meymenet, hâl tarzı, huzûr, sükûn, istikrâr da kat’iyyen olmıyacakdır!. Aksi takdirde Cenâb-ı Vacîbü’l-Vücûd Azze ve Celle, bu “fıtrî ve hılkî” bozukluklardan sıhhat ü selâmet ve huzûr çıkması hâlinde “Yalan Söylemiş” olur!. Bu ise kat’iyyen mümteni’, müstahil ve muhâldir…
Osmanlı Müfessiri Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri bazı âyetler ile alâkalı şöyle buyurur:
“Onlar ki, dinlerini ayırdılar da şîa şîa (parti parti) öbek öbek oldular—yani umûmî fıtratı kavrıyacak açık bir ruh ve geniş bir hakk vicdânı ile hareket etmeyib her biri kendi husûsiyetine, kendi çıkarına, dar kafasıyla kendi kuruntusuna göre bir hevâ ile dînini ayırıb ayrı bir başbuğ arkasına düşerek şîa şîa, fırka fırka (parti parti) olmuşlar. “Her bölük kendilerindekine güvenmektedirler.” (Rum:32)—FITRATDAN ayrılıb taassub ile Hakkı gözetmemektedirler…..”
15 Temmuz 2016 Neo-Haçlı Seferini, politikacıların sığ ve sathî fırıldaklarından, te’villerinden, suçlamalarından, kendilerini akkaşık gösterme ve ona “Kontrollü darbe-Tiyatro, v.s.” demelerinden kimse aslâ anlıyamaz. En mühimi de, “Fıtrat ve hılkate” meydan okuyucu politikacı şeytanlıkları anlaşılmadan, bu “neo-haçlı seferini” hiç kimse îzâh edemez…
“Dembokrasi” denilen ve (Antik Yunan Aklının İfrâzâtı) olan ve “fıtrat ve hılkat” dışı bir sistemde, “Fettoşist bir haşhâşîliğin”, ABD, İngliz, Yahudi ve Vatikan dörtlüsü elinde, semirtilib dünyâ çapında azmanlaşmaması eşyânın tabiatına tersdir!.
Çarpık ve ucûbe bir sistemde böyle şîa şîa (parti parti) olmuş, hevâlarını ve gâvur aklını DÎN edinmiş bir cemiyetde, yalınız “15 Temmuz Neo-Haçlı Seferi Kuduruşu” değil, “PKK, DHKPC, LGBT, İst Sözleşmesi, Morçatı, KADEM, 6284, v.s.” gibi yüzlerce “fıtrat ve hılkat” dışı derneklerin, politik parti pırtıların, vakıfların; tefrikacı, soyguncu ve politik silâhlı-çetelerin, sarmaşık gibi ortalığı sarması zarûrî bir netîcedir, bundan uzak ve temiz kalmak muhâldir…
İSLÂM ne kadar ADÂLETİ taşıyacaksa, ŞİRK de, o kadar ZULMÜ taşıyacaktır ki, bu mutlak bir hakîkatdır.
“Ben Müslümanım” diyen her ferd, kur’ânî akıl ve mantık içinde hükme gitmekle mükellefdir. Zâten “Ben bu mükellefiyyetin sâhibiyim” deyiş, “Müslümanım” deyişle ifâde edilmiş demekdir… Bu “fıtrat ve hılkat içi akıl ve mantıkla” hareket etmeyi iptâl etdiği içün, ŞİRK, “En büyük zulm” olarak Kelâm-ı Kadîm’in cümle-i beyânında, en mühim kâidelerden biri olarak yer alır… Beşerî sistemler ise ŞİRKİ yaşatan en baş âmiller olduğundan, binnetîce ZULMÜ heykelleştirmekden aslâ uzak duramazlar. Bu i’tibarla, “fıtrat ve hılkati bozması mutlak olan” herhangi beşerî bir sistem içinde, darbesiz-harbesiz idâre; Neo-Haçlı sefersiz, Fettosuz, PKK’sız, yalansız, bölük-börçük olmadan, soygun-vurgun olmadan ve herc ü merc içinde kalmadan; gâvur oyuncağı yapılmadan yaşamak muhâldir. Bunun tersine olan politikacı beyanlarının topu da, insanları aldatıb gözlerini küllemiye ma’tûf sâhir (büyücü) sözleri bilinmesi zarûrî bir netîcedir!.
*
Fıtrî ve hılkî bozukluk ve ucubelikleri sadece, LGBT’ci hılkat garibelerinde veya onlara alâ merâtibihim destek veya tasvib ortaya koyan resmî İstanbul Sözleşmesinde, bir takım iri parti-pırtılarda ve bunların belediyelerinde; sağ tarafı uyutan ve iktidâr destekli KADEM’ik madam kalabalıklarında; veya sol tarafı uyutan Morçatı-orkatı teşkillerinde; veya 6284 sayılı Batı sokuşturması bozguncu ve ifsâd mihrâkı kânunlarda veya bunların mümâsillerinde değil; Dembokrasi, cumhuriyet, lâyıklık gibi nice beşerî sistemlerde; evet bütün beşerî sistem, ideoloji, doktrin ve religionlarda da görmek şartdır…
Tanzimat’dan, hele 1908’den ve hele hele 1923 Lozan Haçlı Seferi ve cumbokrasi devirimlerinden sonra Türkiya, beşerî sistemlerin (fıtrat ve hılkât bozma panayırına) çevrilmişdir. Dolayısıyla 15 Temmuz Neo-Haçlı Seferi, fıtrat ve hılkati bozulmuş bir vasatda zarûrî bir netîcedir…
Mükerreren tekrarlasak gene de azdır ki:
Ve bu fıtrat ucûbeliği ve hılkat garîbeliği gibi binlerce beşerî, idârî, siyâsî, hukûkî, iktisâdî, ictimâî, askerî, tıbbî, cinsî, cibillî zulmü, aşağıdaki âyet ve tefsiri ile ortaya konulan Rabbânî vasat ortaya çıkmadan, yeryüzünden kaldırmanın imkânı yokdur!
Hayır!
Bu, MUHÂLDİR!
Aksi hâlde, ins-ü cinni YARADAN sübhân (her noksandan münezzeh) Zât-ı Zülcelâl (hâşâ) yalan söylemiş olur ki, bu mümteni’ ve müstahil yani muhâldir…
Öyle ise, bütün beşerî sistemler, madem ki (fıtrat ve hılkati), LGBT muâdili siyâsî, iktisâdî, hukûkî, ictimâî, askerî, tıbbî, âilevî, rûhî, aklî, mantıkî ve cinsî bir sapkınlık ve azmanlığa raptetmektedir; öyle ise, dünyanın her yerinde her cins ve tür TERÖR, binbir cins ve şekli ile yaşanacak, bu, zarûrî bir netîce olmakdan zerre miskâl uzak kalamıyacakdır…
Tanzîmât, meşrutiyet, cumhuriyet, lâyıklık, feminizma, dembokrasi, v.s. ve bilmem ne ve nelerle, işte dünyanın ve Türkiyâ’nın, azgınların azgınlıkları elinde kaynıyan ve fokurdayan fitne kazanı hâli budur…
Tanzîmât, Meşrûtiyet, Cumhûriyet ve dembokrasi manyağı; ve İngilizci ve Neo-Haçlı Batı meczûbu olmak, bedâhaten ortada bir hakikatdir ki, FITRAT VE HILKATİ BOZMUŞDUR…
*
O KADAR BOZMUŞDUR Kİ, “Müslümanım” diyenler, aydın, münevver, ehl-i sünnet, mücâhid, muvahhid, mütedeyyin, mütefennin, vs. ve bilmem ne ve ne geçiniciler bile, bu bozulmanın içinde çalkalana çalkalana, “Bu bozulmayı hissedemez olmuş ve tam tersine cellâdına âşık olma” kabilinden bu beşerî sistemlere sadık birer bende hâline gelmişlerdir!.
Gûyâ bu yılda da politik uyurgezerler ve gerzek medya, 15 Temmuz 2016 Neo-Haçlı Seferi Kuduruşunun müsebbibi olarak, kendisini patronlarının ahırında “garantiye alan” Pensilvanya kardinalinin hâinliğini, sebeb olduğu cinâyetleri ve verdiği zararları anlatdılar!. Medya, internet ve matbuat ile, resmî ve politik ağızların, şunlar bunlar ve onların gerzekçe beyanlar ile ortaya koydukları manzaranın tamâmı da, “Fıtrat ve Hılkat Bozan Sistemin” lâf gaseyânından ibâret…
1964’de Graham Fuller denen CİA elemanının HOCİA’nın boynuna yuları geçirerek ve ona, “İslâm’ın omurgasını değiştirmek üzere KELİME-İ TEVHÎD’e ve mukaddes ve muazzez ezâna el atdırarak, bu en temel ana esas ve düsturdan Habîb-i Ekrem Aleyhisselâm’ın ism-i şerîflerini çıkartması; ve ortaya, Peygambersiz yani hiçliğe mahkûm ve Vatikan’ın damak tadına göre adı “İslâm” fakat zâtı gayr-i İslâm (fıtrat ve hılkat dışı) bir din uydurması, daha ötesi olmıyan bir Allâhsız’lıkdır; hâinlikdir, cinâyetdir, şerefsizliktir, kahpelikdir, dinsizliktir, satılmışlıkdır ve nâmütenâhî bir hüsrân ve zarardır… Hâl bu iken, Neo-Haçlı Seferinin bu sonsuz alçaklığı bugün hiç dillere alınmaz ve çer-çöp mevzu’larla mes’ele şova ve politikacı fikir fuhşuna inkılâb etdirilirse, bu, “Fettoşizimle mücâdelenin” nasıl tersine dönüb onları daha da azgınlaştırıcı bir iptizâle düşüldüğünün sâdece dehşetli bir hücceti olur…
*
70-80 yıldır (Taptıkları Antik Yunan Aklının İfrâzâtı olan Dembokrasinin), 27 yıllık korkunç zulüm devri şefokrasiye munzam, “Fıtrat ve Hılkatı bozması” sonunda ortaya çıkan zarûrî tablo, ancak bu olabilir!. Bu bozulmadan Türkiya’da nasîbini almayanlar varsa, bunlar, “Kâideyi bozmayacak olan istisnalardır” ki, nisbet bahis mevzu’ olduğunda, dile bile alınmayacak kadar cüz’î bir küsûrât teşkîl ederler!.
“Müslüman Mütefekkir” diye öne çıkarılan Müteveffâ Şevket bile, lâyık (ateist) sistemin nice şirk, hurâfe ve safsatası ile kafası ve kalbi karmakarışık olmakdan kendisini kurtaramamışdır!..
“Dembokrasi nimetdir, asıl cumhûriyetçi benim, cumhuriyet fazîlet rejimidir, Lâiklik İslamın esasında vardır”, başka yazısında ise aynen “İslâm laikliği kabul etmez, cumhuriyetle hılâfet berâber yürüyebilir v.s.” gibi “Fıtrat, hılkat, akıl, mantık, hakk ve hakîkât dışı” yüzlerce hurâfe ile kafa ve i’tikâdı bulanmış olarak (Neo-Haçlı Batı Değerlerine) imzâ atan, söz ve hezeyanlar savuran ve bütün bunlara rağmen de “İleri Müslüman” bilinen o Şevket Eygi bile, bu kuşatılmanın dışına çıkamamış; kendisi dalâlete sapmakla kalmayıb, nice insanların da dalâletine sebeb olarak hem dâll ve hem de mudill bulunmuşdur…
1970’lerde yurt dışında yaşamak zorunda kalınca bir müddet Beyrut ve Suûdilerde ikâmet etdi. Oradan, BUGÜN gazetesine tefrika edilmek üzere seri yazılar gönderirdi. Bu yazıların serlevhasına kadar ana fikri ise, İngiliz peydahlaması sapık Vehhâbî mîrasyedileri medh ü senâdan ibâretdi!. O târihlerdeki arşivlere bakılırsa bunların apaçık sırıtdıklarını herkes görebilir!. Türkiya’ya geldikden sonra 5-10 yıl geçince, bu sefer fıtratı îcâbı o “İstanbul Osmanlı Beyefendisi, efendimci ve İskenderpaşa sâbık İmamı Merhûm Zâhid Efendi’den İCÂZETLİ Şevket” fırıldak gibi dönmüş; ve “NECDÎLER” diyerek aleyhlerinde veryansın etmeye başlamışdır. Bidâyetde (selefî) olan mûmâileyh, hiçbir zaman saf ve berrak bir ehl-i sünnet çizgisinde istikrâr gösterib kalamamış, hep tenâkuzlar ve kafa karışıklığı içinde abuk sabuk yazılar yazmış ve nice gençlerin de kafalarını karıştırmış durmuşdur…
1964’lerde, İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Fârûk-i Serhendî Kaddesallâhu Sırrahu’l-Âlî Hazretlerinin “REVÂFİZ RİSÂLESİNİ” Bedir neşriyâtı içinde tab’ederek “Alevîlerin” müslümanlık dışında olduklarını savunmuş; son yıllarında ise “Alevîlik Müslümanlığın bir koludur, Müslüman kardeşlerimizdir” gibi ne idüğü belirsiz ve mütenâkız lâf-ı güzâflar sıkarak binlerce esef ki, gene idlâlâtına devam etmişdir…
1970’li yıllarda çıkardığı haftalık “Büyük Gazete” ile Erbakan ve Millî görüşçü dembokratlarla kıyâsıya mücâdeleye girmiş, “Erbakan Rejimin Adamıdır” tezini her nüshada işlemiş, muârızları da ona “Siyonist Mason uşağı” diyerek yıllarca saldırmış durmuşlardır. 25-30 yıl evvel ise,“Millî Gazete’de Muhterem Erbakan bana yazı yazma fırsatı verdi” diyerek minnetlerini ve şükranlarını arzederek “imzasını hergün gözlere sokma iştihasını” tatmine başlamışdır!. “Rejimin adamı” diye aleyhinde yıllarca yazdığı Erbakan, artık “Muhterem bir lutufkâr olarak” dilinde takdîr görmeye başlamış ve yıllardır gazete yerine koymadığı “Parti Bülteninin”, “DUÂYEN ÜSTÂDI” olub çıkmışdır!.
İşte, “Fıtrat ve hılkât dışı sistemlerin” nice ileri müslüman bilinenleri bile içinde çalkalayarak getirdiği nokta budur!. Püsküllü Kedir ve bazı yumuşak adamlarla Dembokratik LÂYIK Saray SOFRASINA oturarak rızıklandığı da bilinmiyen bir hakîkât değildir! Halbuki, nice yazılarını biliriz ki, “Devletlû Efendilerin sofralarına çökenler, onların davulunu çalar, onların meddahlığını yapar, aklı başında müslümanlar bunlardan uzak durmalıdır!” meâlindedir… Adı geçen, bu noktada da sınıfda çakanlardan birisidir…
Hem dall hem mudıll olan ve müslümanlar arasında yer alan “fıtrat ve hılkat tahrîbâtına” uğramış adam ve madamlarla mücâdele, hepsinden zor olsa da, müslümanlar, “MUTLAK Hakîkatı müdafaa” adına bunu yerine getirmeye mecbûr ve mahkûmdurlar…
Kendisini, Muhammed Zâhid Efendi Merhûm’dan aldığını söylediği “Dînî mevzularda yazı yazma iznini, İCÂZET diye saptırarak”, bunu, bütün şer’î mevzularda çalakalem ve mes’ûliyyetsizce “fetvâ vermelere” kadar şâmil kılmış, cür’et etmişdir… Dolayısıyla zâtını, her mevzuda sâhib-i salâhiyyet görerek, “İslâm Cumhuriyetinden, İslâm Demokrasisine ve İslâm Burjuvazisine” kadar uydurduğu gayr-i şer’î terkiblerle, Allâh’ın Dînini böyle şeytânî mefhumlarla tamamlamaya kıyâm etmiş, bundan zerre kadar rahatsızlık duymayacak ve çekinmeyecek kadar da câhilce kalem oynatmışdır…
Şer’î yeminlere “ritüel” demekden “tasavvuf İslâm’ın mistik boyutudur” demelere; “236 âyeti yok sayın” diyen, nice kafir ve mason devletlû nemrutlara “müslümandır” hükmünü basmalara; “Allâh yoksa bile O’nu yaratmalıyız” diyen Prof. Rütbeli alevî dedesi (Zillettin Boğan) misillü heriflere “medhiyeler ve asâletler” düzmelere; ateist ve kızıl kamalist (.oklamış) veznindeki heriflerden mahkeme menfaatı gördüğü içün onları “âdil, âlî ve merhûm” göstermelere; ve “İngiliz kralına oradaki müslümanların itaati lâzımdır”dan, bilmem nelere kadar yüzlerce galîz ve zarûrat-ı dîniyyeyi redde müeddî (bid’atları), müslümanlar arasında yaymalara kadar, indî ve i’tibârî zihin ifrâzâtını “köşe yazısı ve 28 yıllık meccânî hızmet kahramanlığı” ambalajları olarak “Erbakan ümmetiyle bazı saf gençlere” içiren, bu zihni karmakarışık adamın, bunca ma’rifetleri hangi “Müslümanlıkdır”; ve diline pelesenk etdiği hangi “estetik-köstetik boyut ve dürüstlüklerle” kâbil-i te’lîf edilecekdir?!..
Bitpazarlarında dolaşarak çer-çöp toplamayı, “Özbek pilavı” tariflerini, bilmem ne “şerbeti içimlerini”, bilmem ne ve neleri yazı diye kâriînine yediren; “Müslüman kadınların giyim kuşamı içün PARİS MODA EVLERİNE sipârişlerden” bile bahis açarak yazı yazan, onların kafalarından “estetik-köstetik modernite maskaralıkları” geçiren bu adamın “fıtrî ve hılkî” vechesini ne yazık ki, nice müslüman bile göremedi ve göremiyecek de…
Merhûm Sadreddîn Yüksel Hocaefendi’nin ziyâretinde iken, adı geçen de, birkaç doktor arkadaşı ile zuhûr eder! Türkiye’ye “Dâr-ı İslâm” dediğini bildiğimiz içün, biz mevzuu hocadan ilmî vechesiyle dinletelim düşüncesiyle mes’eleyi Hoca’ya suâl eyledik. Merhum Hoca, şiddet ve celâdetle “Dâr-ı Ridde” olduğunu beyan etdiği zaman, echeller hemen i’tirâzı basmışlar ve şöyle nefis ve teşehhî köpürtmüşlerdi:
“Ama Efendim! O zaman cumaya bile gidecek kimseyi bulamayız!. Zaten 5 vakit namaz kılan yok denecek kadar azaldı!”
Bu ibâre ve îmânın sâhiblerine Rahmetli Hoca:
“Şeriatın dediği budur. Sizin keyfinize göre hüküm olmaz!”
Yanındaki doktor da:
“Benim babam müftü, o da me’murlara yaptırılan mu’tâd “yemini” yapdı, o da mı kâfir oldu?”
Hoca:
“Rızâsı ile ve ikrâh-ı mülcî olmadan yapdı ise evet!”
Eşşekden düşmüşe dönenler ve keyfini din zannedenler olmasına rağmen, ne yapalım ki hakîkât böyle idi!!!
Dillerden “Ehl-i Sünnet” lâfı ve istismârı düşmiyecek, amma iş ciddiyet kesbedince, maskeler böyle düşecek; ve o istismârın altında uyuyan ve uyutanlar, böyle düzinelerce bid’at, inkâr, şübhe, tereddüd, tahrîf, teşehhî ve bilmem neler ve nelerle, (erbâbına) sırıtacak!
İslâmiyyet’i, kendi indî, izâfî, nefsî, hevâ ve heveslerine; keyf ü şehevâtına göre şekillendirerek, eslâf-ı ızâm ulemâmıza ittibâ’ ve inkıyâd dışına fırlayanlar, dîne zarar verenlerin en önünde giden sahtekârlardır… İslâmiyyet’e en büyük zararı, yere bakan yürek yakan, sûret-i hakk’dan görünmeyi beceren, bilgiç, sinsi ve muannid herifler vermişdir…
Müteveffâ, bunun içün de, amelen “Fâsık-ı Mütecâhir” olarak gıybetini yapdırmış; fıskına munzam nice kâriîninin ve muârefede bulunduklarının “îmanlarına da yanlış hedefler göstererek” nicelerinin ebedî hayatını tehlikeye bile atmışdır… Dâimâ tenâkuz ve tezatlar içinde yuvarlanmış, yazdıklarının bir müddet sonra tersini yazmakdan hiç sıkılmamış ve utanmamışdır.
“Kıbrisî” denilen İngiliz dümen suyundaki tasavvuf istismarcısı kalpazan ile ve gene o İngiliz maşasının göklere çıkardığı (Hâşâ min huzûr) Adnan Oktar gibi ar damarı çatlamış ve dîn-îmân zerreleri uçkuruna fırlamış ve alenen “Masonum, İsraile saldıranın tepesine gök kubbeyi yıkarız” diyecek kadar satılık heriflerle ve (Püsküllü Kedir gibi ayarsızlarla) aynı karelerde bulunarak fotoğraf çekdirmekden bile hazer etmemiş; ve yediği bunca (hal.ları), Hesab GÜNÜ seyretmekden bile korkmamış, göze alabilmişdir!
Mûmâileyhe, 30 civârında makâle yazarak mes’ûliyyetlerini sıralayıb uyarmamız, muhâtabımızı zerre kadar ıslâha medâr olmamış; binlerce esef ki, her geçen sene idlâlâtına meşhur inâd, ucûb, bilgiçlik, cehâlet ve enâniyyeti ile hız vermişdir!. 6-18 yaşları arasında yatılı kaldığı Galatasaray misyoner mektebinden topladığı yanlış idrâkler ve onlardan kurtulamayıb sık sık o mektebini medh ü senâ edişi de nazar-ı dikkate alınırsa, mes’ele, daha da karmakarışık bir vecheye bürünecekdir!.
Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle, bizden, “Efendim nakaratlı İstanbul Beyefendisi veya muhallebi çocuğu olmayı” değil; sahih ve kuvvetli bir ehl-i sünnet “îmân, amel ve ahlâkı” istiyor. Bu ana mes’eleden uzak kalan T.C. vatandaşı olmuş nice zavallılar, kulakdan dolma şişirmelerle netîceye varmaya alıştırıldıkları; MÜŞÂHEDE, İSBÂT, VESÎKA, tedkîk ve tahkîk ehli olamadıkları ve bu (fıtrat ve hılkat dışı) sistemde de olamıyacakları içün, vardıkları netîceler hiçbir zaman hakikatla tetâbuk etmiyecekdir…
Adı geçenin, îmânlarda açdığı rahneyi bundan sonra sarmak ve izâle etmek, nasıl mümkin olabilecektir, cidden çok müşkîl ve mühim bir mes’eledir… Biz, bundan sonra da daha mufassal yazarak, adı geçenin “ehl-i sünnet” diyerek, “ehl-i sünnet dışı nice teşehhîlerine” işâret edib, onları cerh etmiye ve herşeye rağmen ve kim olursa olsun, vüs’atimiz nisbetinde Mukaddes ve Muazzez Dînimizi “echellerin teşehhîlerinden temizlemiye” çalışacağız… Aslâ değişmiyecek hattımız, Büyük İmâm Ebû Hanîfe, İmâm-ı Mâtürîdî ve Ahmed Zıyâüddîn Rahmetullâhi Aleyhim Ecmâin Hazerâtı başda olmak üzere bütün Eslâf-ı Izâm El-i Sünnet Efendilerimizdir. Bunlara tutunmadan, bunları dinlemeden ve ta’kib etmeden, üç paralık sistem aklı ve ilmi ile Allâh ve Rasûlü Aleyhisselâm’a varıb bağlanabileceğini zanneden kuşbeyinliler, yeter ki gölge etmesinler başka ihsan istenemez, zerre kadar da istemiyoruz… Gölge edenler de, cisimlerini (hedefimiz) yaparlar ki, gölgelerine kadar herşeylerini ademe mahkûm belleriz!
Bu gibi Büyük İMAMLARIMIZI yani sünnî güneşlerini bırakarak, sahte ışık böceklerinin ve hele reformist, revizyonist, güncellemeci, modernist ve resmî yarasaların (fıtrat ve hılkat dışı şeytanlıkları) peşine düşmek, bütün müslümanlar ve insanlardan ebediyyen uzak bulunmalıdır…
“Erzel-i ömründe” insanların hangi derekelere düşdüğünü, bugün görüb anlıyabilecek “i’tikâd hassâsiyyeti taşıyan ve vesikaya müstenid yazmayı temel alan” ve “fıtrat ve hılkati” sağlam kalmış Müslümanların, hatır gönül dinlemeden, “Hakk ve Hakîkati” herşeye rağmen ve ancak Selefimizden ve (Osmanlı Ehl-i Sünnet ulemâsından) tevârüs etdiği şekli ve keyfiyeti ile müdâfaa etmeleri en büyük vazife bilinmelidir. “Emr-i ma’rûf ve nehy-i ani’l-münkerde müdâhanenin, belâları umûmîleştiren beş hususdan biri olduğu”, Büyük Osmanlı Müfessiri Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin tefsirinde kayıdlı, musarrah ve muvazzah bir hakîkatdir…
*
Verdiğimiz yukarıdaki misâlle de demek istiyoruz ki, bütün beşerî sistemlerin, insanlığın “Fıtrat ve hılkatini resmen ve alenen bozduğu”, Allâh Azze ve Celle Hazretleri tarafından Rûm Sûresi’nin 30. Âyet-i Kerîmesinde apaçık beyan buyurulduğu gibi, Müfessir Merhûmun satırlarıyla da bunun îzâhları, son derece anlaşılır şekilde; ve akıl, mantık ve îmân sâhiblerinin idrâklerine pek mükemmelce ihtâr edilmişdir:
“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dîne çevir. Allâh’ın, insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allâh’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri’nin Tefsîrinden devam edelim:
“…başlarının son derece sıkıldığı ıstırar zamanlarında anûd (çok inadçı-muannid) kâfirler bile, derinden derine YARADAN’A bir ilticâ’ (sığınmak) hissi duyarlar…” (c.3, s.2822)
Bütün harb zamanlarında, hele 15 Temmuz gibi (neo-haçlı seferine) ma’ruz kalınan, can derdine düşüldüğü kıstırılma (devirlerinde), darbe-harbe-heybe patlamaları ve eşkıyâ ayaklanmaları hengâmında, tabiî âfet ve hastalık vakitlerinde; kuraklık-sel baskını, LGBT ve lûtîlik sapkınlıklarının azdığı sıralarda, v.s. gibi belâların sökün etdiği günlerde, âyetlerin hükmü ve ma’nâları aynen tecellî edince, zikri geçen ALLÂH kelâmı o âyetleri hatırlamakda fevkal’âde büyük ibretler vardır…
15 Temmuz Gecesi kim bilir kimlerin ödü neyine karışdı ve irâdesini beğenmedikleri ve hükümlerinin geçmiyeceği ve “uygulanamıyacağı, güncellenmesi îcâbetdiği” söylenen Cenâb-ı Kahhâr-ı Zü’l-Celâl Hazretlerinin nasıl “derinden derine hatırlandığı ve O’na SIĞINMAKDAN” başka sığınılacak yer olamıyacağı, kimbilir hangi acılarla kıvranarak ve nasıl hissedilmişdir, bunu yaşayanlar bilir!.
İbret alınıb, hizâya girilmiş midir?
Aslâ!
Şimdi de, Allâh Azze ve Celle’nin nizam, hakk, vazife ve hakîkatına bağladığı “Kadın, erkek ve âile” mefhumları, tapılan NEO–HAÇLI BATI değerleri ile yer değiştirmek içün şeytana bile taş çıkartan katakülliler devrine yani “Lût Kavmi Mübtezelliğine” yelken açıldı… Üstelik de “Müslüman” geçinen ve “Müslümanlığı” pek iğrenç istismâr eden adam ve madam necâsetleri eliyle!..
Ve daha neler!
İntişârı: 22.07.2019 / 17:54:25