TİMETURK I HABER MERKEZİ
Tony Duheaume’nin “Yalanların Gücü: İran rejiminin siyasetinin bilinmeyenleri” başlıklı yazısını TimeTürk okuyucuları için Türkçe’ye aktardık.
İran söz konusu olduğunda, anlaşmalar bozulmak üzere yapılır tâ ki İran rejiminin liderleri istediklerini alana kadar. Rejim tarafından izlenen siyaset, ister düşman isterse sözde müttefikler olsun zayıf liderlerin aranıp bulunmasına dayanır. Bu zayıf liderler, rejimin tüm istekleri yerine getirilene kadar kullanılır.
Düşman ile ilişkiler yürütülürken havada tehdit kokusu varsa Şii geleneğinde var olantakiye anlayışı devreye girer.
Hamaney sırtını yaptırımlarla boğulmuş İran ekonomisine dayamış ve Mahmud Ahmedinejad’ın saldırgan konuşmaları dış siyaseti şekillendirmişti. Ancak dış dünyaya İran’da o durumun artık değiştiği yansıtıldı. Ilımlı siyasetçi Ruhani, takiyeyi mahirane bir şekilde kullanarak güler yüzlü tavırlar sergiliyordu.
2003-2005 yılları arasında Avrupa devletleri arasındaki nükleer müzakerelerin akamete uğramasının ardından, Hasan Ruhani takiyyenin siyasi kazanımlar için nasıl kullanılabileceğini gösterdi: Ruhani, önde gelen din adamları ile gerçekleştirdiği bir toplantıda hiç çekinmeden İran’ın nükleer görüşmeleri askıya almak istediği yönünde yalan söylüyordu ki bu yalanları daha sonra İran basını tarafından ortaya çıkartıldı.
Nükleer müzakereleri kullanarak dünyayı yanlış bir güvenlik algısına inandıran Ruhani, Batı’yı İran’ın tüm uranyum zenginleştirme ve nükleer faaliyetlerini durdurmakta ciddi olduğuna inandırdı.
Ancak gerçekte durum tam aksiydi. Nükleer araştırma yapan İranlı bilim adamları, uranyum zenginleştirmelerinin yapıldığı İsfahan’a getirilen yeni malzemeler ile programı geliştirmeye devam ediyordu.
2003-2005 yılları arasındaki nükleer görüşmeler sırasında Arak’taki ağır su reaktörü geliştirilmişti ki bu da 2003 yılında belirlenen şartlara aykırıydı.
Nükleer programın durdurulduğu ilüzyonu ise Natanz’daki zenginleştirme tesisindeki 10 santrifüjün kapatılması ile sağlandı.
İRAN KASALARINA AKAN PARA ORDUYA HARCANDI
Geçtiğimiz senelerde gerçekleşen Nükleer Anlaşma müzakerelerinde İran, Batı’ya yine çok iyi oynadı. 2003-2005 görüşmelerinde müzakereci olan “güleryüzlü” Ruhani bu kez cumhurbaşkanı olarak sahnedeydi. Ilımlı olduğunu iddia eden Ruhani, ülkesinin nükleer faaliyetlerini askıya alacak olan nükleer programa uyacağı garantisini veriyordu: Bir kez daha Batılı liderleri aptal yerine koyuyordu.
Görünüşteki İran Anlaşması’nın ardından Tahran’ın kasasına milyar dolarlar akmaya başladı. Rejim, bu paralarla rejim ordusunu güçlendirme yoluna gitti.
Savaş uçakları, menzili Avrupa’ya kadar uzanan füzeler, yeni bir deniz altı, dört farklı model insansız hava aracı ve balistik füze yükselticiler İran’a akan paraların kullanıldığı yerlerdi.
SÜNNİ DEVLETLER ÇÖKERKEN İRAN GÜÇLENMEYE DEVAM ETTİ
Ülkeye akan paraların orduya harcanması ve nükleer faaliyetlere devam edilmesi “ılımlı” bir hükümetten geldi.
Şii İran’ın güçlenmesi, Sünni toplumlarda yaşanan kırılma ve çöküşlerle eş zamanlı oldu: Irak’ta Saddam Hüseyin ve Libya’da Muammer Kaddafi’nin devrilmesi ve ölümleri, Batı’daki bombalı eylemler, birçok ülkeye gerçekleştirilen askeri müdahaleler.
Diğer taraftan Irak ve Libya kitle imha silahları ve benzeri sahte istihbarat raporları ile vurulurken, nükleer çalışmalar geçmişi eskiye dayanan İran’a tek bir askeri müdahale gerçekleşmedi.
Batı, siyasi faydalar sağlamak üzere büyük ihtimalle de “ABD’yi Ortadoğu’nun polisi” olarak tutmak gayesiyle mollaları iktidarda tutmaya devam etti.
İranlı mollalar giderek güçlendirilirken, Irak ABD işgalinin ardından silahlı kuvvetleri zayıflatılarak ve muktedir olmayan bir hükümet kurularak İran’ın vekil devleti haline getirildi.
IRAK, IŞİD YOLUYLA İRAN’IN KONTROLÜNE SOKULDU
2003 yılındaki işgal ardından ABD tarafından güçsüz bir devlet konumuna getirilen Irak, IŞİD’in işgali ile çöktü.
Bir yandan IŞİD ile mücadeleye ağırlık veriliyorken bir yandan da Irak hükümeti ve ordusu İran destekli Şii milislerinin kontrolü altına girdi.
Şii milisler Irak ordusunu Sünni halkı hakir görmek üzere eğitildiler ve bu düşmanlığın dini intikama dönüşmesine imkan tanıdılar. Bu eğitimi alan milisler Sünni halkı hiç tereddüt etmeden katletti.
Savaşın kızıştığı ve IŞİD’in Bağdad’a girmek olduğu bir dönemde ABD, İran askerlerinin Irak savaş sahasına inmesine onay verdi. Böylece İranlı mollaların Irak’ta “hakimiyet kurma” rüyaları gerçek oldu. Tüm bunlar ise İran Anlaşması ve yalanların gücünün meyveleriydi.