Hayrettin, Cennetmekân Abdülhamîd Hân’la Efgânî “Maskara” Ve Masonunu Aynı Kefeye Koymaz Mı!?.
9 Şubat 2019
(11) Haçlı Yeni Yılına Girişde Kaş Yaparken Göz Çıkaranlar, Hattâ Mil Çekenler!
12 Şubat 2019

HAÇLI YENİ YILINA GİRİŞDE KAŞ YAPARKEN GÖZ ÇIKARANLAR, HATTÂ MİL ÇEKENLER!

(10)

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

Bizim asıl hedef ittihâz etdiğimiz, hiçbir zaman şahısların zâtı değil, onların İslâmiyyet’e verdikleri zararları tesbit ve bunun izâlesidir. Bu arada o menfîliklerin sâhiblerini tanımak da hâli ile kaçınılmaz olur. Bahse mevzu’ sakatlıklar, dünün ortaya çıkardığı ve bugünkülerin cehâleten tekrarladığı veya taklid etdiği yahut da imrenib emsâl aldığı hususlardır. Bunlar, yarın da aynı tiplerin tekrarlayıcıları tarafından ortalığa atılacak; ve zararlar, mâzîden istikbâle taşınmış olacakdır.

İşte biz, gelecekdekilerin uyanmaları ve önlerine konulacak bu mide bulandıran bayat yiyeceklerin ne olduğunu ve bunlardan nasıl muhâfaza olunması îcâbetdiğini, evvelden yani bugünden, âtîdekileri haberdâr etme maksadıyla hareket ediyoruz. Hakkı ve bunun zıddı olan bâtılı müdâfaa, Âdem Aleyhisselâm’dan beri iki kol hâlinde gelir ve Kıyâmet’e kadar da gider. Cihandaki her ferd de, bunlardan birinde mutlaka yerini alacakdır…

Türkiya, mevkii ve mevzii i’tibâriyle dünya zulüm devlet ve sistemlerinin alâkasını ziyâde üzerine çeken bir kavşak noktasında olduğundan, ona şu veya bu sebeble sâhib olmak istiyen müstekbir sermâyedârlar, buranın dîn ve îmânını kendi istedikleri istikâmetde değiştirmek içün ciddî planlar ve katakülliler uydururlar… Bu i’tibarladır ki, Lozan andlaşmasından sonra, İslâmiyyet ve Osmanlıyı tasfiye etmek üzere, lâyık-ateist-seküler-pozitivist politikacılar ma’rifetiyle müthiş bir (Dîn, âile, yazı ve târih) tahrîfi devrine girilmiş; ve Türkiya coğrafyasında aç kurtlar gibi biribirini yemeye sevkedilen, sürülerce bölük-börçük, fırka-parti, şia-şebeke, mezheb-meşreb peydahlanmışdır… Bütün bunca rezilliklerden sonra da “Osmanlının devamıyız!” gibi kurtlu yalan ve yavşaklıklar…

Cerahatli ve cüzzamlı, haçlıdan idhâl Dembokrasi ise, bu parçalanmaları daha da derinleştirib azdırmış, İslâmiyyet’in yegâne birleştiriciliği bile, evet “Dinimiz” dedikleri DÎN bile, “ayrıştırmacılık” kabûl edilerek, politikacıların utandığı ve dillerine alamadığı, alsalar da (oy) hâtırına alıb, hemen çıkarıb atmak üzere aldıkları, seçim veya ara nağmesi kabilinden bir nesne hâline getirilmişdir!.

Bu sebebledir ki, entel, bamtel, dantel ve esfel nice diplomalı diplomasız “Aydın-günaydın” cinsi ve hüdâ-yı nâbit (cehûl) nesiller yetişmişdir… Bunların câhil-i munsif bulunanları değil de câhil-i anûd (inatçı) ve mütekebbir cibilliyetde olanları, halkı ifsâd ve idlâl etmekde fevkal’âde çukurlaştırıcı bulunmaktadırlar… Günümüzde ise artık eskiden olduğu gibi gizli ve hafî değil, cehreten irtikâb edilen suçlar, ehâlîyi daha da suça düşkün mahlûkât kılar olmuşdur… Dînî mevzular, ehlinin söz sâhibi olduğu devirlerin tam zıddına, nâehil, cehûl ve geveze kesânın eli ve diline düşmüş; tv kanalları pırasasör ve hoca-boca kılıklı tâcir ve bezirgânların cirit atdığı meydanlara inkilâp etmişdir!…

İşte bizim müştakî olarak elem duyduğumuz bu sebeblerdir ki, mevzu’ları, şahısları açık açık zikrederek onlar üzerinden kaleme almamız lüzûmunu öne çıkarmaktadır…

Bu mukaddimemizden sonra sadede şürû’ edecek olursak, adı geçen tv’ler ve yazar-çizer, bozar-tozarlar, bugün hiç de hız kesmeden en hassas dînî mevzularda bile zerre kadar “Anlamam, bilmem, ciddî eserlerden tedkîk etmeliyim!” gibi bir adamlığa; ve üstelik mâzîlerindeki sapıtma ve lekelerden kurtulmaya ve (eser-i nedâmet ve nasuh tevbesine) zerre kadar lüzûm görmeden, çalakalem yazıyor da değil, bir nevi ötüyor ve mütemâdiyen gıdaklıyorlar!

Bunların içinde bir takım politikacıları, çakma hocaları, sahte şeyhleri, uydurma kanaat önderlerini, gizli kardinalleri “tanrılaştırma” peşinde olanlar bulunabildiği gibi; Peygamber-i Zîşân Aleyhisselâm’a kadar varan DÎN-İ İSLÂM imamlarını, Büyük ulemâyı, bir takım Osmanlı âlimlerini “Sorgulamak” maskesi altında aşağılayan, âluftegân tıynetli aslı bozuklara bile rastlanabilmektedir…

Tenkîd mefhûmunun hududları ile tahkîr hududlarının yer değiştirdiği zamânımızda, kaleminden çıkanın nerelere varacağını hesâb eden bile kalmamış; muharrirlik, yazarlığın çok altlarına “AZARLIK” derekelerine kadar inmişdir…

“Vahiy ve Risâletin Sorgulanması” gibi 15 asırdır îmân, ilim ve edebin kat’iyyen reddedeceği hususlar, mutad ayaküstü dedikodular cümlesinden sayılarak yevmî en basit meşgaleler hâline getirilmişdir. Üstelik de bütün bu kabil bayağılaşmaların mürtekibleri, “Aydın İslâmcı Yazarlar” gibi gûyâ takdir ifâde eden elfâz ile dillere alınabilmektedir…

DİLİPAK, FETO’DAN “HOŞGÖRÜ ÖDÜLÜ BİLE ALDIM” DİYOR!

İnternete düşen bir vidyosu ile kendi sesiyle “Fetulla Gülen’den HOŞGÖRÜ ÖDÜLÜ aldığını” apaçık söyliyen Dilipak, Humeyni’ye bey’at mevzuunda da aynen şunları yazmış ve 3-5 SENEDE BİR SAF DEĞİŞTİREREK nereye perçinli olduğunu bir zamanlar şöyle cihâna i’lân etmişdi:

“Mezhebî farklılıklar, İslâm Âleminin siyasal birliğine engel olabilecek derecede önemli ayrılıklar mıdır? Meselâ İmam Humeynî’ye yapılan bey’atlar sahih değil miydi? Bizim Hanefî, Şâfii veya başka mezhebden olmamız, Onun Caferî mezhebden olması, O’na biat etmemize engel teşkil ediyor muydu?” (İslâm Cemaatine Doğru, Risâle Yay. s. 40)

“Mezhebî farklılıklar biatleşmede hiç önemli değil. Biat etdiğimiz kişinin fıkıh mezhebi ve ictihadı bizi bağlamaz. Zaten o bize karşı bizim ona verdiğimiz yetki ile sınırlı.” (s.40)

İşte Türk medyasının islâmcı, entel, dantel, bamtel ve esfel aydınlarının her birinin mürîd olduğu mihrâklar, yukarıdaki satırlarda olduğu gibi ayne’l-yakîn görülebilmelidir…

Şia’nın bazı husûsiyyetleri vardır ki, bunların bir sünnî tarafından kabûlü, onu yehûdî veya nasrânî i’tikâdını kabul gibi “Dinden çıkarır mürtedd (murtâdd) yapar!”

Bunlara geçmeden evvel, Humeynî’nin “İslâm Fıkhında Devlet” adı ile Şii Prof. Hüseyin Hâtemî’nin terceme edib Fettoşist Ali Bulaç’ın 1979’da (Düşünce Yayınları No:14) olarak neşretdiği kitabdan bazı iktibaslarda bulunalım. Humeynî’ye bey’at eden Dilipak dahî “Bey’atı sebebiyle” bu satırları da “İçine iyice sindirmişlerden” olmalıdır:

HUMEYNÎ’YE GÖRE EMEVÎ, ABBASİ, SELÇUKLU VE OSMANLI HÜKÛMETLERİ FİR’AVN REJİMLERİ İMİŞ!

1) Sahîfe 40:

“Benî Ümeyye ve Beni Abbas’ın (Emevî ve Abbasîler kastediliyor) hükûmet rejimi, yönetim ve siyâset biçimi İslâm’a aykırı idi. Böylece hükûmet rejimi, tamâmen tersine döndü ve saltanat biçimine büründü, İran Şehinşahlarının, Roma imparatorlarının ve Mısır FİRAVUNLARININ rejimine dönüşdü; SONRALARI (Selçuklu ve Osmanlılar ve diğerleri anlaşılır) AYNI İSLÂM’A AYKIRI BİÇİMLERİ GÖRMEKDE OLDUĞUMUZ GİBİ, ZAMANIMIZA KADAR SÜRDÜRDÜ.”

Humeynî ve bey’at edeni Dilipak’a göre Hazret-i Osman Radıyallahu Anh Hazretleri de (Ümeyye oğullarındandır) o da dâhil bütün 14-15 asırdır gelen Hükûmât-ı İslâmiyyeler, bitamâmihâ “Şehinşahların, Roma imparatorlarının ve Mısır Fir’avn’larının REJİMİDİR!”

İşte İslâm târihinin Vatikan’daki Papalardan bin kat daha sunturlu aşağılanışının vesîkası!

Akit’in Feto’dan ödüllü Çakma ÜSTADI, bu ve aşağıda gelecek nice Humeynî hamûlesi satırları ve onlara yüklenmiş (butlânı sâbit) sapık hükümleri âfiyetle yiyebilmiş; ve bu BULAÇLIK ve bulamaçlık iftirâları “Bey’atlar, ödüller” ve neler ve nelerle âleme i’tirâf edib, kaç kıratlık adam olduğunu da isbât edivermişdir… Bu satırların ve bunca aşağılamaların sâhibine 35-40 YIL EVVEL (BEY’AT) peşinde koşan adamlar, bugün (Üstadlık) mevkii ve makâmında, entel, bamtel, dantel ve esfel “Kanaat Önder ve Enderi birer KALEM SÂHİBİ; bazıları ise ejderi!” hâline getirilmişlerdir…

Humeynî apaçık görülüyor ki, “Şia Mezhebi” dışında hiçbir müsbet şey kabûl etmezken; bütün İslâm târihine “Fir’avn idâresi” gözüyle bakmaktadır!. Lâkin hâtır içün de olsa Dilipak’ın “Bey’atını” belki KABÛL etmişdir! Tabii o zamanlardaki entel, dantel ve esfel bey’atçıların da! Onları kısmen ve ismen evvelki makâlâtımızda gördük…

HAZRET-İ ALİ, VAHİY YOLU İLE MİN TARAFİLLÂH HALÎFE TA’YÎN EDİLMİŞ!

2) Sahife 53:

Dilipak’ın bey’atı sebebiyle Humeynî’den yediği başka satır ve hükümler de şöyle:

“Yüce Allâh vahiy yolu ile Rasûl-i Ekrem’i (S.A) derhal ve orada, çölün ortasında HILÂFET konusunu tebliğ etmeye me’mûr etdi. (Rasûl-i Ekrem (S.A) de, Hazret-i Emîrü’l Mü’minîni (Yani Hz Ali Kerramallâhu Veche’yi) HILÂFET’E TA’YÎN ETDİ.”

Dilipak’ın bey’at etdiği Humeynî, “Hazret-i Ali Radıyallâhu Anh Hazretlerinin DOĞRUDAN DOĞRUYA TA’YÎN edilerek HILÂFET’e getirildiğini” beyan ederken, çakma Üstad’ın felsefesine ve yazdığına göre ise, “Hılâfet, dînî bir müessese bile değildir!”

Ama olsun! Humeynî’ye bey’at içün bu da “önemli değildir” belki de!!!

Bir insanda islâmî nûr, îmân, akıl, muhâkeme güme gitmiş veya çürümüşse, işte böyle rezâlet ve gabâvetler sökün ederken;  Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerine îmân da iflâs eder…

Hâle bakınız, ashâb-ı güzîn (Rıdvânullâhi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn) Hazerâtı, Kâinâtın Fahri Aleyhisselâm’a Cenâb-ı HAKK Azze ve Celle “Vahiyle emredib Hazret-i Ali’yi hılâfet’e TA’YÎN EDECEK,” ammâ o ashab, başda Sıddık-i Ekber Radıyallâhu Anh Efendimiz olmak üzere, bunu hiç kâle bile almayıb, Benî Sakîfe Koruluğunda ictimâ’ edib Sıddık-ı Ekber’i HALÎFE yapıb BEY’AT edecekler!…

Sonsuz kere hâşâ ve kellâ, bu ifâdelerle, Kelâm-ı Kadîm’de Allâh ve ashâbın biribirlerinden RÂZI oldukları apaçık beyân buyurulurken, Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerinin Ashâbı, (Hâşâ) böylesine itaatsiz ve sadâkatsiz, vahyi ve risâleti hiç kâle almıyan; o ashâbın PEYGAMBERİ de, ümmetinin nazarında hiç kâle bile ALINMIYAN birisi olmuş olacak mıdır???…

Bu ne sonsuz kepâzelikdir?

Peygamber-i Zîşân ve bütün Ashâb-ı Güzîn Hazerâtını bu kadar (Hâşâ ve Kellâ) dolaylı olarak aşağılamak, cihânın hangi köşesindeki, hangi İslâm muârızlarında görülmüşdür?.

Bu adam ve madamların dîni, Müslümanlık mıdır, Şiilik midir???

Verilen mesaj, işte bu kadar Kâinât târihine kan kusturucu bir şeytanlıkda…

Bunu, değil en sondaki bir müslüman, bir oryantalist bile içine sindirib, şeref ve nâmûsuna yediremez!. Ümmet-i Merhûme’ye ve Peygamber-i Zîşânına bu kadar İFTİRÂ atılacak, ve sonra bu adamlara BEY’AT’dan söz edilecek ve denilecek ki:

“Mezhebî farklılıklar biatleşmede hiç önemli değil. Biat etdiğimiz kişinin fıkıh mezhebi ve ictihâdı bizi bağlamaz. Zaten o bize karşı bizim ona verdiğimiz yetki ile sınırlı.” (s.40)

Akıl, îmân, muhâkeme, şeref ve haysiyet melekeleri dumûra uğramamış bir müslüman, bütün şu anlatılanlardan habersiz olarak o adam ve madamlara (bey’at) sapıklığına sapıyorsa, aklî melekelerinin “sorgulanması” vâcib olmaz mı?

Gene o aklî melekelerin sâhibi, bey’at etdiği adamın, “Kendisine verdiği yetki ile sınırlı olacağını” beyâna bile cür’et edebiliyorsa…

İleride nasibse yazacağız, Şii i’tikâdına göre “Âyetullaların helâli haram ve haramı helâl kılma” salâhiyetleri vardır ki, bu adamlara Çakma Üstâd’ın verdiği “yetki” ne kadarsa, kendisine bey’at edenlere gücü kuvveti (!) o kadarla SINIRLI olmuş olacakmış!!!

Ne tatlı bey’at masalları!

 

(Mâba’di var)

İntişârı: 09.02.2019 / 18:46:40

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir