Lâyık demokratik ve cumhûrî beşerî bir sistemin, kendi seküler ve pozitivist ölçülerine uydurarak, (yerli malı haftası) der gibi “Velâdet-i Nebî Haftası” ihdâs etmesi, o dîne tahakküm, hürmetsizlik ve tahrîf bilinmelidir. Bu i’tibarla, bir misâl üzerinden bu hakîkatı insaf ehlinin dikkat nazarlarına takdîm edince, iddiamızın ne kadar müsbit olduğu da kendiliğinden tebeyyün edecekdir…
Bazı yalama ve yalakaların her devirde olduğu gibi politikacıları efsâneleştirerek fizikötesi masal kahramanları yapmakda rûhî ve aklî muvâzenesizlikler ifrâz etdikleri, inkârı gayr-i kâbil bir hakîkatdır. Müteveffâ erbakan içün “Müceddid, mehdî, müctehid ve Peygamber misyonlu lider” gibi hezeyanlar püsküren illetli bir cenâhı mâzîde bıraksak da, bugün de aynı ifrât ve tefrît arasında ihtilâclara batarak i’tidâlden sapan; ve Başkan, Başkumandan ve partisinin lideri CB Receb Tayyib Raiz içün de “Ümmetin Lideri, Allah’ın bütün sıfatlarını taşıyan adam, ona dokunmak sevabdır, doğduğu ve yaşadığı vilâyetler mübârekdir, Türkiya’nın kaderini değiştiren adam, v.s.” gibi, dînî i’tikadlara hakâret de teşkîl eden yâveler patlatanlara rastlanmaktadır. Bütün bu gibi zırva ve zıvanadan çıkışlar, başbelası feto-nato ve PKK terörleri ve bunları taşeron olarak kullanan Bâtıl Batı vandalizması gibi, dînî, îmânî, ahlâkî, târîhî ve insanî kıymetlerimizi felç etmekte ve binnetîce huzursuzlukların fitilini ateşlemektedir…
Kim olursa olsun, bu memleketin huzur ve sükûnunu istemekde (samîmî) olan tepeden tırnağa herkes, toprak üstündeki câhil bırakılmış milyonlara acımıyorsa da, (toprakaltındaki) bu memleketin hakîkî sâhibleri olan enbiyâ, ashâb, şühedâ, ulemâ, evliyâ, asfiyâ, mü’minîn ve mü’minâtdan utanmalı; ve ağzından çıkan sözleri kontrol ederek sarfetmelidir. Mülk ve saltanatın MUTLAK sâhibi Allâh Azze ve Celle OLDUĞUNA GÖRE, her an ve sâniye, aklı başındakileri O, kudret, ilim, irâde, hâkimiyyet ve kahrı ile titretebilmelidir…
Bu cümleden olarak, Erdoğan’ın Moskof Başı Putin’i ziyâretinden sonra Soçi dönüşü havada verdiği beyanlar, ne yazık ki, İslâm tarihi ve i’tikâdı noktasından vâkıaya mutâbık ve muvâfık düşmemiş; çok basit ve sathi, hatta bazı noktalarıyla da mutlak hakîkata mübâyin olmuşdur…
Bahis mevzuu yapacağımız hususları Milliyet’den iktibâs ederek (4/5/2017) târihli haberi kısmen ve aynen görelim:
“Katılım programında yaptığım konuşmada da belirttiğim gibi, kucaklama ağının çok geniş olduğu bir yaklaşımı ortaya koymamız gerekiyor. Bununla birlikte şunu da açık ve net biçimde ifade etmeliyim ki, ‘Bu hareket bizi dışladı’ dedirtmeme konusunda elimizden geldiğince gayret edeceğiz. Tabii ki bunu yüzde 100 başarmak kolay değil. Bunu yüzde 100 başarabileceğimizi iddia edemem. Her yerde bunun örneğini veriyorum. Peygamberimiz dahi, ki tüm insanlığa gelmiş bir peygamberdi, herkesi kucaklayamadı. Hakaretler yapıldı, saldırılar yapıldı. O dönemin insanları tarafından takdir edilmedi. Üstelik o, insanların kendisine Muhammedü’l-Emin dedikleri; hiç kimseye haksızlık yapmadığını bildikleri biriydi. Onu Medine’deki şehir devletine lider olarak seçtiler. Azınlıktaydı kendisi. Yine de seçildi. Ama daha sonra yapılmadık şey bırakmadılar. Hizmetlerin en güzelini verdi, yine olmadı. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar olarak bizim zaten yapmamız gereken şeyler var. Belediye başkanlarının da yapmaları gereken şeyler var. Ama bunlar zaten yapmak durumunda olduğumuz şeyler. Bunları yapmış olmak tek başına yeterli değil. Önemli olan gönüllere girmektir. Bunu halletmemiz gerekiyor. Asıl önemli olan, insanoğlunun gönlüne girmeyi başarmaktır. Dolayısıyla çalışmayı bu anlayışla gerçekleştirmeyi, tüm teşkilatları bu hale dönüştürmeyi başarmamız gerekiyor. Ben inanıyorum ki, bu başarılabilirse, insanların bizlere teveccühü daha da artacaktır.”
Başkan, CB ve Başkumandan ve Partisinin Lideri Receb Tayyib Paşa, görüldüğü gibi kendisini burada Allâh Celle’nin Sevgilisi Rasûl-i Rusül Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretleri ile mukâyese etmektedir:
1) Bir kere Rasûl-i Rusül Aleyhisselam, demokratik veya antidemokratik bir “seçim” ile “Devlet Başkanı” olmakdan münezzehdir; ve O, hiçbir şekilde beşerî rejim, sistem, ideoloji, doktrin ve devlet şekil ve statüleri ile zerre kadar alâkası olmayan, bunlardan mutlak ma’nâda münezzeh bir “Rasûl” yani Allâh Azze ve Celle Hazretleri’nin (elçisi)dir… Peygamberler, doğrudan doğruya Allâh Azze ve Celle Hazretleri’nin (seçdikleridir); ve ümmetleri onlara, bütün ins ü cin de SON PEYGAMBER VE RABBİNİN SEVGİLİSİ Aleyhisselâm’a bilâ kayd ü şart, pazarlıksız, rakibsiz, alternatifsiz, zarûreten, birrızâ, şeksiz ve şübhesiz, cezm ve yakîn derecesinde şer’î bir îmânla ve bütün sıdk u sadâkat ve mevcûdiyyetleri ile “Beyât etmek” ile mükellef, me’mûr ve mecbûriyyet ve mahkûmiyyet altındadır…
“İmâm-ı Kebîr=Halîfe=Veliyyü’l-emr”e gelince, Kendisine bey’at edilecek (imamı) namzet olarak ortaya çıkarmak, evvelki imamın ta’yîni (nasbı) veya teklîfi ile de olabilir… İslâmiyyet’de, halkın (avâmın) demokratik seçimi yerine “ehl-i hâl ve’l-akdin bey’atı” yani “idâre-i havass” esas ve temel usûldür. Bu esasda herhangi bir “muhayyerlik” de, aslâ bahis mevzuu edilemez… Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ın Kıyâmet’e kadar gelecek halefleri (halîfeleri) dahî, Medîne merkezli Hükûmet-i İslâmiyye’nin şu’beleri başına geçmiş olacaklarından, avam ve zımmîlerin de iştirâk edeceği herhangi (beşerî) bir intihabla (seçimle) o makâmı sûret-i kat’iyyede ihrâz edemezler; ve ehl-i hâl vel’-akdin (BEY’ATI) ile; veya bu imkânsızsa, mücerred (fitneyi) ortadan kaldırma farziyyetine binâen ve “Hakk-ı Seyf” denilen kuvvet kullanma usûlü ile, “İmâmet-i Kübrâ” makâmına ancak ehliyet ve adâlet sâhibleri geçebilecekdir…
İlâhî ve beşerî iki ayrı sistem arasındaki en birinci ve aslâ değişmez fârık vasıf budur. Bu ana temele ters her şey, ilâhî sistemde gayr-i meşrû’dur ve bağlayıcılığı da olamaz…
2) AKP lideri Diyor ki:
“Katılım programında yaptığım konuşmada da belirttiğim gibi, kucaklama ağının çok geniş olduğu bir yaklaşımı ortaya koymamız gerekiyor. Bununla birlikte şunu da açık ve net biçimde ifade etmeliyim ki, ‘Bu hareket bizi dışladı’ dedirtmeme konusunda elimizden geldiğince gayret edeceğiz. Tabii ki bunu yüzde 100 başarmak kolay değil. Bunu yüzde 100 başarabileceğimizi iddia edemem.”
CB, partisine (fırkasına, şîasına) a’zâ olduğu gün yapdığı konuşmasına atfen, (demokratik, laik ve cumhûrî) beşerî rejim içinde % 51.4 nisbetinde bir halk oylaması re’yini büyük bir muvaffakıyyet olarak görmediğini ortaya koyuyor!. Beşerî demokratik bir rejim ve sistemde (oy) hesâbı yapmak temel esasdır. Çünki İslâm’ın dışında kalan bütün rejimlerin “mutlak HAKK” olma iddiası Âdem Aleyhisselâm’dan beri hiçbir mekân ve zamanda görülmediği gibi, Kıyâmet’e kadar da aslâ görülemiyecekdir… Bu i’tibarla gayr-i islâmî bütün demokratik rejimlerin (oy=kelle=kalabalık) hesâbı yapmaları onların lâzım-ı gayr-ı mufârıkıdır yani olmazsa olmazlarıdır. Onlarda, “dembokratik olarak” gâlibi i’lân etmenin başka bir usûl ile ta’yîn ve tesbîti imkânsızdır… Bunların da’vâsı %51’i bularak (gâlibiyyet) i’lânı iken, Peygamberlerin da’vâsı asla bu değil; Allâh’ın Rasûl ve Nebîleri olarak hiçbir (oy=kalabalık) hesâbı yapmadan, vahye müstenid Allâh irâdesinin (Mutlak Hakk’ın) ins ü cinne tebliği da’vâsıdır…
3) Halbuki şu satırlardan anlıyoruz ki, bu kelle hesabı noktasında Rasûl-i Rusül Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazreterinin bile istediği kemmiyete ulaşmakda (!) muvaffak olamadığı şöyle dile getiriliyor:
“Peygamberimiz dahi, ki tüm insanlığa gelmiş bir peygamberdi, herkesi kucaklayamadı. Hakaretler yapıldı, saldırılar yapıldı.”
Burada akledilemeyen ve basîrete kapalı nokta, beşerî rejim ve sistemlerin “Mutlak Hakîkatim” demeleri ile, bu istikâmetdeki keyfiyeti ölçü olarak yaşamaları, tekrar edelim ki (muhâl)dir. Çünki onların programlanışı, fıtraten taşıdıkları yapı, bundan mutlak olarak ve nâmütenâhî uzaklıkdır… Bunlarda, (nefse) tâbi’ olan akıl, irâdeyi ortaya koyar; ve bunu da, (parlamentolar), gûyâ “Halkın irâdesi” diyerek temsîlî olarak yürütür!. Kânunları “Allâh” yerine burası teşri’ eder; ve “ulûhiyyet imtiyazı, ruhbân sınıfından”, Büyük Müfessir Merhûm Elmalılı’nın beyan buyurduğu gibi bu “parlamentolara” geçmişdir…
4) Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ın tebliğini yapdığı dînin, (lâ teşbih rejimin) ise, bâlâda zikri muharrer beşerî keyfiyetle zerre kadar alâkası yokdur ve olamaz… Çünki O’nun getirdiği nizâm, beşerî rejimlerin tersine, (dünya ve ukbâyı) berâberce ve biribirinden aslâ ayrılamaz bir bütün olarak kabûl eder; dünyâyı muvakkat bir mekân Ukbâ’yı vatan-ı aslî ve ebedî görür; dünyayı, geçici olarak çok daha kıymetsiz beyanla, sonsuza kıyâsla sıfıra en yakın bir nokta hâlinde içine alır; ve böylece o,“mutlak hakkım” diyen yegâne (biricik) nizâmdır…
Binâenaleyh bunun, (oy) denilen beşerî halk irâdesi gibi hiç mesâbesindeki bir vâsıta ile tasdîk ve tercîh edilişi, onun “Mutlak Hakîkatım” iddia ve isbatı ile mutlak bir tenâkuz teşkîl eder… Bu i’tibarla Rasûl-i Rusül Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinin kendisini ve getirdiği nizâmı insanların (oyuna) sunarak (oylatması), mutlak abes ve da’vâsının menşei noktasından yine mutlak bir tezât ortaya koyar…
Dolayısıyla Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretleri hakkında, “Bütün insanlığa gelmiş bir Peygamber olarak herkesi KUCAKLAYAMADI” denerek, O’nu demokratik beşerî rejim ve sistemler keyfiyetinde imiş gibi düşünmek, mutlak hatâ’ ve isâbetsizlikdir. O Rasûl-i Kibriyâ Aleyhisselâm’ın herkesi (kucaklaması), demokratik (oy) mekanizması ile (kemmiyeti=kalabalığı) kendisine partizan veya partici kitlesi olarak arkasında görmesi, bunun içün beşerî bir çalışma, hırs ve yarış içine girmesi yani onların (oylarını) almak gibi bir da’vâsının olması mutlak olarak muhâldir; O bundan kat’iyyen münezzehdir… O, bütün beşeriyeti islâmî ma’nâda kucaklamış ve kuşatmışdır. Bütün insi değil yalınız, bütün cin milletini de kuşatmış ve kucaklamışdır ki, hepsine de “Benim Ümmetimsiniz” buyurmuşdur. “Ümmet-i icâbet ve ümmet-i da’vet” olarak bütün ins ü cinni “kucaklamak ve kuşatmakdan” daha büyük bir “kucaklayıcılık ve kuşatıcılığı”, hangi beşerî bir rejim cihân târihinde zerre kadar bırakınız tahakkuk etdirmeyi, hayâl bile edebilmiş midir?..
Bu ifâdede aynı zamanda, Rasûl-i Kibriyâ Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerine, “kucaklayamadı” kelimesi üzerinden bir “acziyet izâfesi” de bahis mevzuudur ki, bu da ürkütücü ve son derece hılâf-ı hakîkat bir ifâde tarzıdır…
5) Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerini bu zamanın “Demokratik Başkanlık Sistemi” içindeki zevât ile mukâyese etmek ise, tekrâr ifâde ederiz ki, fevkal’âde yanlışdır; ve bu, mutlak muhâldir…
“Gücümüzü halkdan alıyoruz, halkın irâde ve hâkimiyyeti dışında hiçbir irâde ve hâkimiyyet tanımıyoruz” diyen beşerî rejim ve sistemler ve onların politikacıları ile; “Gücümü mutlak olarak Allâh’dan alıyorum ve Allâh’ın irâde ve hâkimiyyeti dışında hiçbir irâde ve hâkimiyyet tanıyamam. Ey ins ü cin! Sizin de böyle olmanız, sizi YARADAN’IN en temel emr ü irâdesidir” buyuran bir Peygamber-i Zîşân Aleyhisselâm’ın, gerek zâtını ve gerekse, tebliğini yapdığı nizâmı (Dîni) mukâyese etmek, imkânsız da değil, muhâldir, mümteni’ ve müstahildir…
İntişârı: 24.11.2018 / 17:31:37
1 Comment
Erdoğan: “Asıl önemli olan, insanoğlunun gönlüne girmeyi başarmaktır.”
Kamalistleri memnun etmek için kamalistleş, lûtîleri memnun etmek için onların hakkını (!) koru, Amerika’yı memnun etmek için casus papaz Brunson’u serbest bırak, feministleri memnun etmek için kadına şiddet maskesi altında erkeğe zulmet, kadınları da dışarı sürükle, Vatikan’ı memnun etmek için DİB başına DİYALOGCU birini getir, Büyük Doğucuları memnun etmek için Üstadın şiirini oku, komünistleri memnun etmek için Nazım Hikmet’in şiirini oku, ılımlı islamcı ve modernist müslümanları memnun etmek için İslâm’ ı TAHRİF ET, GÜNCELLE, değiştir, dönüştür….
Politikacılık amma zor işmiş. Kendin olmadan herkes olacaksın. Yani çok yüzlü olacaksın.
Herkesi memnun etmek var ama ALLAH’I memnun etmek YOK. Âhireti, hesabı düşünmek yok.
Politikacıların şerrinden Allah’a sığınırım….