(2) Merhûm Büyük Üstâdı Yâdederken…
25 Mayıs 2024
(4) Merhûm Büyük Üstâdı Yâdederken…
25 Mayıs 2024

MERHÛM BÜYÜK ÜSTÂDI YÂDEDERKEN…

ASRIN EĞİLMEZ VE BÜKÜLMEZ ÇELİK ÎMÂNLI KALEMİ KOCA ÜSTÂDI İHTİRÂMÂT-I FÂİKAMIZLA YÂDEDERKEN, RÛH-I ŞERÎFLERİNE ALLÂH AZZE VE CELLE’DEN RAHMET-İ VÂSİA NİYÂZ EDİYORUZ…

(3)

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

Bir evvelki makâlemizde şunları beyân etmişdik:

“İmdi biz müslümanlar, edille-i şer’iyye ile sâbit Şerîat (İslâmiyyet) hükümlerini 24 saatimizin her dakîkasında tatbik mükellefiyyeti altında bulunduğumuz içün, hangi şâir veya şâir müsveddesi olursa olsun, ona, evvelâ bâlâda zikri muharrer Kur’ânî ölçüler istikâmetinde bakmakla mükellefiz; buna mecbûr, mahkûm ve bununla vazîfeliyiz… Kemalist jakobenizmin bir takım ezberlerini bozmak icâbediyorsa, bir müslüman gözünü kırpmadan, hakk ve hakîkat tarafında olduğunun îmânı ve isbâtı uğruna bu bâtıl ve şeytânî ezberleri bozabilecek ALLÂH KULU demekdir. Aksi hâlde ya inkâra veya takiyye şerefsizliği ve küfrüne batarak evvelâ Kitâb’la çatışır; ve böylece Allâh Azze ve Celle ile karşı karşıya gelerek, nâr-ı cahîme namzetliğini kendi irâdesiyle hazırlamış olur…”

Yine beyân eylemişdik ki:

“Merhûm Üstâdın (ne olmadığı) hususlarını madde madde aşağıya alırken, Üstad aleyhtarları ile şişirme vitrin mankenleri muhibbânına da, dâimâ hakk ve haklının yanında olmalarının, kendileri içün mutlaka hayırlı bulunacağını yukarıya aldığımız tefsîr satırları muktezâsı ihtâr edeceğiz!”

“Bu cümleden olarak, bilfarz Merhûm Üstâd’ın ÇİLE nâm şiir kitabının 6.tab’ı içün mukaddime yazan bir lise muallimi şöyle hezeyânâmeler ifrâz etseydi, acaba ne olurdu:

“-Süleyman Nazif’in aşağı yukarı şu mealde bir sözü meşhurdur: “Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’i Türkçe olarak göndermeyi murâd etseydi, bu vazîfeyi Cebrâil’e değil, Necib Fâzıl’a verirdi…”

Hâşâ ve kellâ… Ve devâm etmişdik:

“-Merhûm Üstâd’ın Büyük Doğu’sundan veled-i zinâ olmadan üç yudumcuk bile helâl süt emmiş yüzbinler derhal ayağa kalkar; ve o edebiyyât bilmem nesinin de, o satırları basanın da, bastıranın da, neşredenin de, neşrine vâsıta olanın da, ÇİLE’de o satırları barındıranın da, barındıranı barındıranın da…. Ervâh-ı kerihe-i gayr-i tayyibeleri de dâhil olmak üzere, cümlesinin dünyâsını, bilmem nere kubûristânına çevirmekde zerre kadar şübhe ve tereddüd etmeden, derhal vaziyet ve tavır alır ve icâbedeni de icâbetdiği kadar ve icâbetdiği zaman ve mekânda, son noktasına kadar yerine getirmekde zerre kadar tereddüd etmezdi…”

Fakat o “Kur’ân şâiri!” diye yere göğe sığdırılamayanların peşinde şovlar ve kaynana zırıltısı gibi ikide bir, vakıf-dergâh-dernek-değnek dolaşan muhallebi çocukları, bu kabil küfr ü dalâlet püsküren mülevves satırlar karşısında acaba nerede, ne kadar ve nasıl bir (îmân öfkesi) değil de, bir (iman öfkeciği) sızdırabildiler?. Acaba neden?. Neden şeytân-ı ahras olmayı yeğlediler?!..

Merhûm Üstâdın arkasından böyle mülevves satırlara kimse cesâret edemiyorsa eğer, işte merhûm, cezm ve yakîn derecesinde sahih bir îmân sâhibi olarak o mülevves havayı teneffüs edenlerden (olmadığı); ve o mülevveslerle ortak hiçbir paydaya ve onlara tarafdârlığın kırıntısına bile sâhib ve mâlik (olmadığı) içündür…

Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle’ye, neyi, nerede, ne zaman ve kiminle yapması direktifi vermekde(!) zerre kadar îmân, edeb, iffet, ismet ve hayâ kırıntısı taşımayan bu familyalarda, acaba hangi (îmân-ı şer’îden)bahsedilebilecekdir?.

Evvelâ, zikri muharrer hezeyânın mürtekîbi olan herif-i nâşerîf, bir nebze ele alınmaya değer bulunacaksa, karşımıza Allâh Azze ve Celle’yi, Kur’an-ı Kerîm’i ve Cebrâîl Aleyhisselâm’ı beğenmeyen ve âciz gören bir mahlûk çıkar…”

Şunları da eklemişdik:

“-Necmüddîn-i Erbakânî Es-Sinôbî Hazretlerinin Parti bülteni olan cerîde-i milliyyesinde, Atatürkçü bir Kemal Paşa âşığı Âfet-i Devrân muharrire cenabları da, Haziran sonlarında orgerakonvârî “şecaat arzederken” öyle müthiş satırlarla arz yuvarlağı önünde ifşâatda bulundu; ve öyle bir arz-ı endâm eyledi ki, bizim de o satırları burada iktibâs ile kâriîn-i kirâmımızın ibret nazarlarına arzetmek, bir vecîbe hâline gelmiş oldu. Aynen buyrun:

“-Şimdi millî mücadelenin en sevilen şahsiyetlerinden büyük şâir(herhalde Kur’an Şâiri demeyi unutdu!) M.Akif’in kendi sözleri ile bu mevzua ışık tutuşunu anlatan bir paragraf iktibâs ediyorum. Kimse M.Akif üzerinden de siyâset yapmayı denemesin: (BİZDEN: Başda T.C ve bütün parti-pırtılar, dergahçılar, hângâhçılar, loca-baca takımı masonlar, kemalistler, ergenakoncular, orgerakoncular, milliyetçi-ulusalcı (yahudi dilinde ulus, sürü demekdir) ve ulumacı-tulumbacılar, hoşgörü-diyalogçu ve diasporacılar, denaetçi-danaetçi-bardakçı-yardakçı ve sarıklı başpolitikoscular, sahneci-salhâneciler ve Âfet Ilgaz gibi “kimse onun üzerinden siyâset yapmayı denemesin!” diyen garib gurebâ ve câhil cühelâ tam 80 senedir, siyâsetin de, istismârın da, sunturlusunu yapar ve adamın cılkını çıkarırlarken, bu temennîyi gene de hoşgörü ve diyalog ve millî göçüş bol kepçesiyle aldık ve kabûl etdik efendim, ömrünüz müzdâd ola!..)”

Kemal Paşanın sâdık askerlerinden birinin kemalist ve atatürkçü ve orgerakonvârî kızı olan Âfet Ilgaz, Haziranda yazdığı yazısında, adı geçen şâirin şöyle dediğini yazıyor:

“-MISIR’DA 11 SENE KALDIM. FAKAT 11 SAAT DAHA KALSAYDIM ARTIK ÇILDIRIRDIM. SANA HÂLİSÂNE BİR FİKRİMİ SÖYLEYEYİM Mİ: İNSANLIK DA TÜRKİYE’DE, MİLLİYETÇİLİK DE TÜRKİYE’DE, MÜSLÜMANLIK DA TÜRKİYE’DE, (Kur’an şâiri Müslümanlığı üçüncü sırada zikrediyor!) HÜRRİYETÇİLİK DE TÜRKİYE’DE. EĞER VARSA, ALLÂH BENİM ÖMRÜMDEN ALIP MUSTAFA KEMAL’E VERSİN.” (Muhiddin Nalbantoğlu’ndan naklen)

“-Milli mücadeleyi bilmeden Atatürk hakkında fikir beyan edilmesi haksızlık oluyor. Üstelik milli mücadeleyi ve tarihi bilmemek bir müslümana yakışmıyor.” (Bakınız: 23.06.2008 Pazartesi, Milli Gazete, Afet Ilgaz.)

*

Milli Gazete’nin Kemalist ve Atatürkçü ve dahî orgenerakonvârî muharriresi Âfet Ilgaz’ın nakletdiği bu satırlar üzerinde, çok dikkat ve hassasiyyetle durulması icâbeder kanaatindeyiz. Eğer bu satırlar doğru ise, bunların ortaya koyduğu müthiş ve korkunç i’tikâdî sapıklık ve dalâlet, qat’iyyen ve qâtıbeten göz ardı edilemez. Yok eğer bu satırlar uydurma ise, bu takdirde de adı geçen şâire pek büyük bir iftirâ, ithâm ve bühtân var demekdir ki, bunlara ma’rûz kalan zâtın muhibbânı hatta mürîdi derecesinde âşığı olan “dergahçı, dernekçi ve vakıfçı zümre ve muhıtlerin” hele bilhassa bu istikâmetde taassub derecesine varan bir iştiyâk ve iştirakle kitâb ve makâleler yazıp çizen ve bu babda iştihâr etmiş piyasa tutmuş ma’lûm zatların, “hamamın nâmûsunu kurtarmak!” içün bile olsa birşeyler yapmaları, sûret-i kat’iyyede üzerlerine bir vecîbe olarak terettüb ederdi… Bu güne kadar ses ve soluklarının çıkmamış oluşu ise, onların adı geçen şâire olan ve meydanlara ve oralardan da memleketlere taşan aşk u mahabbetlerinin, tam bir göz külleme olduğunu, içlerinin samimiyyet değil, riyakârlık taşıdığını ve adamı istismâr peşinde olduklarını ortaya koyar, daha doğrusu bunu isbât eder…

Millî Görüş Lideri ve 54. Hükûmetin Başbakanı Profesör Doktor Sayın Necmüddin-i Erbakânî Es-Sinôbî Hazretlerinin Cerîde-i Milliyyesi’nde, kûşe muharrireliğini, velînimeti efendisine de her fırsatda derin ve köklü medh ü senâlar ve müdâfaalar içinde icrâ eyleyen, kemalist ve atatürkçü ve dahî orgenerakonvârî Âfet Ilgaz’ın satırları, “dergahçı-dernekçi-vakıfçı muhibbân-âşikân-mürîdân ve dervîşân mollalarımız!” tarafından mutlak sûretde bundan sonra da olsa ele, dile, zihne, müfekkireye ve kaleme alınmalı, sarâhate, vuzûha ve îzâha kavuşturulmalıdır…

Bu babda susmanın, “şeytân-ı ahras!” olmaya bâdi fuzûlî bir temerrüd olacağı da îzahdan vâreste bilinmelidir. Aksi hâl ve takdirde ise, kemalist, atatürkçü ve orgerakonvârî Âfet Ilgaz nâm muharrirenin, dünyâya i’lânda çok yeni ve pek câlib-i dikkat olan satırlarındaki beyanların, zihinleri fevkal’âdenin de fevkinde teşviş edib, îzâhı bulunamayan sualleri doğurarak kanaatleri tamamen aksine kalbedeceği ve bir takım mollalarımızın bir asra yakın ta’lîm etdikleri “jakoben kemalizma ezberlerini!” bile bozub zîr ü zeber eyliyeceği bilinmeli ve bunda da aslâ şübhe edilmemelidir

1) Binâenaleyh, kemalist ve atatürkçü ve dahî orgenerakonvârî Âfet Ilgaz nâm muharrirenin iddia etdiği gibi bahse mevzu’ olan şâir şöyle demiş midir:

“-MISIR’DA 11 SENE KALDIM. FAKAT 11 SAAT DAHA KALSAYDIM ARTIK ÇILDIRIRDIM.”

“Çıldırırdım!” dedirtilen veya deyen zâtın, Mısır’a, Türkiye’deki inkilâbların “travmasından” korkarak veya çekinerek hicret etdiği vâkıası, yoksa bir uydurma mı idi!?..

2) Bilhassa şapka gibi ulemâ-yı islâmiyyenin aslâ cevâz vermediği bir serpuşun, devlet tepesindeki bir zümrenin cebri ve tazyîki ile kelleler üzerine vaz’ edilişi; ve bunun ise, “men teşebbehe bi kavmin fe huve minhum= Kim bir kavme benzerse, o, onlardandır…” hadîs-i şerîfi gibi nice delillerle Şerîat-ı Ahmediyye tarafından men’ edildiği bütün âlemin ma’lûmu değil miydi?. Büyük İslâm Şühedâ-yı Azîzi İskilibli Muhammed Âtıf ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi Merhûmlar gibi binlerce ulemâ-yı dinin, kellelerini vermeleri bahasına bu şer’î hakîkatları cihâna i’lan etdikleri de aslâ inkâr edilemez… Dolayısıyla adı geçen şâir-i mısırzede’nin bu hakîkatları benimseyerek Mısır’a hicret etdiği, herkese reklâm edilen ma’lûm bir vâkıa değil miydi?.

3) “Mısır’da 11 saat daha kalsaydım çıldırırdım!” dedirtilen veya deyen zât, “11 sene kaldım!” dediği Mısır’da, şapka denen serpuşun Anadolu’da devlet tepesindeki bir zümre tarafından cebr ü tazyikle kellelere geçirilmesinden ve diğer “travmalardan” çok daha iri bir “travma olarak!” acaba neyi, hangi küfrü ve şirki, cebr-i keyfî olarak gördü; ve ona, 11 saat daha dayanamaz hale geldi; ve 11 saat daha Mısır’da kalırsa “çıldıracağından!” korkdu?..

4) Acaba 1922’de Türkiye’den yani vatanından çıkmaya mecbur bırakılan, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Merhûm gibi AKÂİDDE İMAM ve dâhi ve allâme büyük bir zât, 11 sene değil, 25 sene kaldığı Mısır’da, acaba neden “25 saat daha kalırsam çıldıracağım!” gibi bir karabasana mübtelâ olmamışdır?..

5) Şeyhülislâm Hazretlerinin görüb bilemediği, anlayıb idrak edemediği ve fakat “çıldıracakdım!” dedirtilen veya deyen zâtı “çıldırtacak” olan o fevkal’âdenin de fevkinde, Mısır memâlik-i islâmiyyesinde, küfür, şirk, ısyân, tuğyân, nifâk, şikâk, zulüm, fısk, fitne, fücûr, ihânet, hasâret, irtidâd, ilhâd, “İSTİBDÂD”, istismâr, istiskâl, istihfâf ve istintâk mı varmış da, artık canına tak demiş?… Ve Mısır ehâli-yi islâmiyyesi, Anadolu ehâli-yi islâmiyyesinden “çıldırtacak!” kadar kat kat bir “travma!” geçirir olmuş da, adı geçen şâir, buna artık aslâ dayanamaz hâle gelib, “Mısır’da 11 saat daha kalırsam artık çıldıracağım!” demek zorunda mı kalmış!?.

6) Acaba “Mısır’da çıldıracakdım!” dedirtilen veya deyen zât, ALLÂH Azze ve Celle ile O’nun Mukaddes ve Muazzez Şeriat’ı (Dîni) içün yaşayan Büyük Akâid İmamı Koca Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Tokâdî Hazretlerinin Mısır’da çektiklerinin milyonda birini çekmiş miydi?.

7) “Çıldıracakdım!” dedirtilen veya deyen zât, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Merhûm gibi, Mısırlı modernist, reformist, ittihatçı kuyruğu, hılâfet münkiri, Halîfe-i Müslimîn Gâzî Sultân Abdülhamid-i Sânî Hazretlerinin hâini, yahudi-haçlı şebekelerinin kuklası herif-i nâşeriflerin matbuat yoluyla binbir hakâret, iftirâ ve hücumlarına ma’rûz kalıb, ateist Ankara hükûmetlerinin de Mısır’da “hâini!” mi i’lân edilmişdi?!..

8) “Çıldıracakdım!” dedirtilen veya deyen zât, Mısır hükûmâtı tarafından, Şeyhülislâm Merhûm gibi maddî ve ma’nevî binbir mahrûmiyyete maruz mu bırakılmış; yoksa, Prens paşaların köşk ve yalılarında, hizmetçilerine kadar her ihtiyâcı karşılanıb Üniversitede de ders vermesi te’mîn edilmiş ve nice meddâhîn arasında ve nefis yağlama seansları içinde el üstünde mi tutulmuşdu?. Böyleyken, neden “Mısır’da 11 sene kaldım, 11 saat daha kalırsam çıldıracağım!” desindi?!… Akıl alacak gibi bir keyfiyet olarak bu manzaraya bakılabilir miydi?…

9) Üstelik bu kabil ifâde ve ibâreler, kendisine 11 sene gibi uzun bir zaman kucak açan, her türlü ihtiyâcını karşılayan Mısır ehâli-yi islâmiyyesine ve oradaki ahbâb u yârânına haknâşinaslık, kadirbilmezlik, hatta nankörlük ma’nalarına da gelmez miydi?. Halbuki Merhûm Şeyhülislâm Hazretleri, öz vatanına dönmesi içün “affedilme” ihsanlarını (!) şeref ve haysiyetine bir darbe olarak telâkkî buyurmuş ve muârızlarına: “-Suçlu afv edilir, benim gibi suçsuza afuv abesi de nereden peydahlanıyor?” meâlinde şecâat ve îmân öfkesi kesilerek, bilmem kaç râkımlı bölgelere aslâ tenezzülde de tabasbusda da bulunmamış; temsîl etdiği Muazzez Şerîatın kudsiyyet ve hürmetini haleldâr edecek en küçük bir gevşekliğe bile aslâ sıcak bakmamış; ve 1954’de, bir îmân ve cihâd, şeref ve haysiyet, vekâr ve asâlet, ilim ve şecâat timsâli olarak Kâhire’de Hakk’a yürümüş ve orada âlem-i berzâha rihlet eylemişdir… Kabr-i şerifleri başındaki kitâbeyi okumak şerefine nâil olanlar, bu yazdıklarımıza aynel yakîn şâhid olacaklardır da… Kaddesallâhü sırrahul âlî ve rahimehullâhu Teâlâ…

10) “Çıldıracağım!” dedirtilen veya deyen zât, Merhûm Şeyhülislâm Hazretleri gibi doğduğu topraklardaki bütün gayr-i menkûllerine Ankara hükûmât-ı cümhûriyyesi tarafından el konulub müsâdere edilse ve yâd ellerde kab-kacak alacak kadar bile para-pulu olmadığı içün, çay demliğinde kuru fasulye de pişirmek mecbûriyyetinde kalsa veya âile efrâdından hastalananlara ilaç almak içün para bulamayacak derekelerde de maddî muzâyaka ve nice sıkıntı içinde olsaydı, acaba daha ne haller iktisâb ederdi kim bilir?.

11) Zîrâ aklı başında ve mütevekkîl bir müslüman, nerede, ne zaman, hangi mahrûmiyet ve sıkıntıyı, hangi da’vâsı içün görmüş de“çıldıracağım!” diyecek kadar rûh iflâsı sergilemiş veya iktisâb etmişdir?. Demekki Merhûm Şeyhülislâm Hazretlerinin başına gelenler onun başına gelse imiş, “çıldırma!” kim bilir bin katına çıkacak ve zavallıyı ne hallere sokacakdı denilemez mi?..

Millî Görüş Lideri ve 54. Hükûmetin Başvezîri ve Profesör Doktor Sayın Necmüddin-i Erbakânî Es-Sinôbî Hazretlerinin parti bülteni Cerîde-i Milliyyesi’nde, kûşe muharrireliğini, velînimeti efendisine de her fırsatda derin ve köklü medh ü senâlar ve müdâfaalar içinde icrâ eyleyen kemalist ve atatürkçü hatta ekgenekonsu Âfet Ilgaz’ın satırları, o şâire âid olarak şöyle devam ediyor ki, bunları da nasibse ilerde ele alırız:

“-SANA HÂLİSÂNE BİR FİKRİMİ SÖYLEYEYİM Mİ: İNSANLIK DA TÜRKİYE’DE, MİLLİYETÇİLİK DE TÜRKİYE’DE, MÜSLÜMANLIK DA TÜRKİYE’DE, (Kur’ân şâiri Müslümanlığı üçüncü sırada zikrediyor!)HÜRRİYETÇİLİK DE TÜRKİYE’DE. EĞER VARSA, ALLÂH BENİM ÖMRÜMDEN ALIP MUSTAFA KEMAL’E VERSİN.” (Muhiddin Nalbantoğlu’ndan naklen)

“-Milli mücadeleyi bilmeden Atatürk hakkında fikir beyan edilmesi haksızlık oluyor. Üstelik milli mücadeleyi ve tarihi bilmemek bir müslümana yakışmıyor.”

Bâlâda beyan etdiğimiz hususlar içün, (Dergahçı-dernekçi-vakıfçı) müridân, muhibbân, âşikan ve sâdıkân bilcümle şâirân-ı âkifân, mes’eleyi enine boyuna müzâkere edüb yazılanların hatâ mı savâb mı olduğunu ortaya çıkarmalıdırlar… Aksi halde, “Kur’ân şâiri!” olma ezberi bozulacak; ve belki de bu sefer, müridân-ı sâdıkânın “çıldırıp keçileri kaçırması!” ruznâmeye girecekdir…

Evvel zamân içinde, husûsî tayyâre ile Yeşilköy’den alınıp, okuyup üflemeye Çankaya’ya getirilib-götürülen ve altın saatlerle de mükâfatlandırılan; ve hüddamları ve cinleri bu işler içün seferber eden Beyceğiz Câmii İmamı Celâl hocayı da mezârından kaldırıb:

“-Hoca, şu bizim garibanlar çıldıracak, rûhânîlerini ictimâ’ eyleyüb bunlara da çankayavârî bir nefes et !” diyecek hâlimiz de yok artık!…

*

Ey, Koca ÜSTAD! Sen hiçbir zaman şu hallere düşmezdin ve îmân ve akâid bahsinde o kadar erkek ve yiğitçe kükrerdin ki, tenâkuzdan berî, net ve celâdet sâhibi bir mü’min olarak; ve hapishâneleri ve küfrü ayağının altında ezerek o gıbta edilesi erkek cesâretinle yaşardın…

BÜYÜK DOĞU MEKTEBİNİN EN TEMBEL VE SOPALIK VE FAKAT SAMÎMÎ VE SÂDIK BİR TALEBESİ BİLE, SENİ, ŞU YUKARIDA BEYÂN EDİLEN MÜPTEZEL HALLERE DÜŞÜRECEK BİR MAHLÛK GÖRSE, ONA DÜNYÂYI DÂR EDER VE DOĞDUĞUNA DA PİŞMÂN…

Rûhun şâdolsun…

Evet, Merhûm Üstâd Necib Fâzıl Beyin ne olduğunu ehline bırakarak, biz, O’nun ne olmadığı üzerinde DEVÂM niyetindeyiz…

 

(İntişârı: 02.09.2008)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir