İslâm’da Âilenin Temeli Dîndir
8 Mayıs 2012
“Şeytan Dizilerde Gizlidir!”
21 Şubat 2014

Bu son hâdiseler göstermişdir ki, “Paralel” haçlı ekolüne tarafdâr olanların çok büyük bir kısmı, âdetâ fırsat kollamış ve büyük bir deprem

CİAMAAT, İNGİLİZİN VEHHÂBÎ SENARYOSUNU KOPYALIYOR! 

Ahmed ZIYÂ

 

Bu son hâdiseler göstermişdir ki, “Paralel” haçlı ekolüne tarafdâr olanların çok büyük bir kısmı, âdetâ fırsat kollamış ve büyük bir deprem olmasını beklemişler. Halbuki yıllardır bu depremin habercisi olan öncü depremler kendisini hissetdiriyordu. O günlerde maalesef insanların çoğu görmemek için gözlerini yummuş; ve duymamak için kulaklarını tıkamışlardı. Şimdi eteklerindeki taşları dökmeye başladılar. İnşaallâh bundan sonra insanlar daha uyanık olur; ve sesini çıkartmak için hadiselerin patlak vermesini beklemezler. İnsanların “hüsn-i zan” yahut “iyiye yorma” veya “vardır büyüklerimizin bir bildiği” düşünceleriyle  susmaları, şer güçlerin elini kuvvetlendirmişdir. Yılanın başı ufakken ezilseydi, bugün bu hâle gelinmezdi. Yapılması icâbeden iş, halbuki çok kolaydı.  “Mü’min Allâh’ın nûru ile bakar;” Şeriat terâzisiyle tartar ve etrâfındaki hâdiseleri bu şekilde şerh eder. Bunun için kişi evvelâ ahkâm-ı i’tikâdiyyeyi çok iyi bilmeli ki, mü’min ve kâfiri birbirinden ayırabilsin. Akâid bilgisi olmayan, kâfire mü’min nazarıyla bakar; ve kişinin apaçık küfrü mûcib hallerini “vardır bir bildiği” diyerek görmezden gelir. Kişi, hâdiselere Allâh’ın Şerîatı ile bakmazsa, işin ucu kendi menfaatine dokunduğunda rahatsız olur. Ancak o zaman sesini çıkarır. Halbuki bütün ma’rifet, bu i’tirâzları ALLÂH için yapabilmektedir.

Hepimizin ma’lumu olduğu üzere târih tekerrürden ibâretdir. Uzun zamandır ciamaat ve vehhâbiyyun arasında bir benzerlik olduğunu görüyor; arada ufak tefek de olsa, üstü açık veya kapalı sinyaller de alıyorduk.

Bir İngiliz casusu olan Hempher, hatıratında Vehhâbîliğin nasıl doğduğunu ve inkişâf etdiğini teferruâtıyla yazmışdır.

Bu hatıratı bugün tekrar okuyanlar, o tarihde yapılanlar ile bugün yapılanların aynı olduğunu müşâhede edeceklerdir. Sâdece “Piyonlar” farklıdır. İslâm düşmanlarının plânları her zaman devrededir. Bir farkla ki, o zamanlar başımızda Halîfemiz vardı. Bu, onların hedeflerine varmalarını engelliyordu.

Bugün Hilâfetin kaldırılmasıyla, kökü çürütülmüş bir ağaç gibi kalan “İslâm”ın adını da silmeleri gerekiyor ki, gelecek nesiller bir kere daha şahlanmasın. İslâm’ın emirleri yerine getirilmese de,  adı yaşadığı müddetce onu merâk edenler mutlaka çıkacak ve köküne ulaşacaklar. Bunun engellenmesi şartdır. Ağacın yıkılması gerekir. Ağaç yıkılmalı, fakat yokluğu dikkat çekmemeli… Bu hedefe nasıl ulaşılır?

Halkı etrafına toplayabilen, konuşmaları te’sîr eden, câmi’leri dolduran bir vâiz lâzımdır. Zira müslümanlar vâizlere, hocalara hürmet eder ve güvenirler. Onların İslâm’ın aleyhinde söz söyleyebilecekleri veya iş işleyebileceklerini kendilerine kondurmazlar. Onlara çocuklarını teslîm ederler…

 Böyle bir vâiz varsa, iş, müslümanları onun etrâfına toplamaya kalmışdır. Bunu da en kolay şekilde yapmak için rü’yâlar kullanılır.

O zamanlar (M.Bin Abdulvehhâb Necdî) ismindeki zayıf karakterli şahsı kullanmışlar, onu evvelâ mezhebsizliğe teşvîk etmiş, daha sonra da kendisine bir mezheb kurdurmuşlardır. Kendisini gaza getirmek için ise rü’yâ taktiğini kullanmışlardır.

Hempher hâtırâtında diyor ki:

“-Necdli Muh….d’in omzundan, îmân libâsını yavaş yavaş indirmeğe başladım. Bir gün, Peygamber hakkında da onunla münâkaşa etmek istedim.

“-Bundan sonra bu mevzûlarda benimle konuşursan aramız açılır ve seninle alâkamı keserim.”

“Dedi! .”

“Bunun üzerine, bütün muvaffakıyyetimin zâil olacağı korkusuyla, Peygamber hakkında konuşmakdan vazgeçdim.”

“Sünnîlik ve Şiîliğin hâricinde, kendisine bir yol tutmasını telkîn etdim. O da, bu fikrime ehemmiyet veriyordu. Zîrâ mağrûr birisiydi.”

…………

“Londra’ya, Müstemlekeler nâzırlığına her ay bir rapor gönderirdim. Gelen cevablar çok cesâret verici ve teşvîk edici idi. Necd’li Muh….d, kendisine çizdiğim yolda yürüyordu.”

“Benim vazîfem ona istiklâl, hürriyet ve şübheciliği aşılamakdı. İstikbâlinin çok parlak olacağını söyler ve onu çok överdim.”

“Bir gün şöyle bir rü’yâ uydurdum: Dün gece Peygamberimizi rü’yâda gördüm. Hocalardan duyduğum sıfatlarını de söyledim. Bir kürsîde oturuyordu. Etrâfında, hiç tanımadığım âlimler vardı. Siz girdiniz. Yüzünüz nûr gibi parlıyordu. Peygamberin yanına vardığınızda, Peygamber yerinden kalkdı ve her iki gözünün arasını öpdü. Ve “sen benim adaşımsın, ilmimin vârisisin, dîn ve dünyâ işlerinde de, benim vekîlimsin dedi. Sen dedin ki, Yâ Rasûlallâh! Ben ilmimi insanlara açıklamakdan korkuyorum! Peygamber cevâben, sen en büyüksün, hiç korkma dedi.”

“M. Bin Abdulvehhab, rü’yâyı duydukdan sonra, sevincinden uçuyordu. Birkaç def’a doğru söyleyip söylemediğimi sordu. Ben de, her seferinde, yemin ederek, doğrudur dedim. O da doğru söylediğime emin oldu. Zan ediyorum ki, o günden sonra, aşıladıklarımı açıklamağa, yeni bir mezheb kurmağa karâr verdi.” (Sh.32-34)

Görüldüğü gibi İngiliz câsusu, bu münâfığın Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem husûsunda nabzını ölçmüş ve kesin tavır karşısında pusuya yatmışdır. Daha sonra çalışmasının kıvam aldığına kanâat getirince, yalan rü’yâ ile şekle sokmuş ve piyasaya sürmüşdür.

Bugün de karşımızdaki manzara aynen budur. Edille-i şer’iyyeden haberi olmıyan câhil insanları rü’yâ ile kandırmak çok kolaydır. Zîrâ inanmayıp i’tirâz etmek isteyene: “Bu rü’yâyı görmediğimi isbât et, edemezsen nâmerdsin!” denemiyeceğine göre… Rü’yâ görme ve ballandıra ballandıra anlatma yarışı başlamış olur ki, bunların uydurma olduğunu isbât edebilen beri gelsin!

Bir başka psikolojik kandırma yolu da, ışık huzmesi ile yapılıyor. Bugünün gelişmiş teknolojileriyle bunu yapmak hiç de zor değildir. Nitekim bu ışık huzmeleri ma’rifetiyle Irak savaşında CONİ’lere gökyüzünde dev bir Jesus silueti (hıristiyanların Îsâ Aleyhisselâm Efendimiz’e verdikleri isim diyelim!) gösterilmiş; ve savaşmak istemeyip intihâra sürüklenme meyli gösteren askerlerin bozulan moralleri bu şekilde düzeltilerek tekrar savaşa hazır hâle getirilmişlerdir. Verilmek istenen mesaj şudur:

“-Ey coniler! Siz haklısınız, Jesus sizinle beraber, Irak’a demokrasi getirme misyonunuza bütün gayretinizle devam edin. Sırtınız yere gelmeyecekdir, yeter ki dağılmayın ve güçlü olun…”

Memleketimize bakacak olursak:

“-Allâh onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun…” bedduâsından sonra, kendi yazarlarında istifâlar başlamış, iki ayrı tarafı tutan çiftler boşanma noktasına gelmiş, dershâneleri ve yurdları terketmek isteyenler ve terkedenler çoğalmış,  malum ciamaat içinde bir çözülme başlamışdır. Bunun önü alınamadığından, “eğer karşı tarafı dinlerseniz kalbinizde ufacık bir meyl hâsıl olur böylece cehennemlik olursunuz!” yollu tehditler başlamışdır. Bununla yetinmeyen senarist âbiler, dizi îcâbı dahî olsa, Irak’daki Coni’leri motive eden “ışık huzmesi usûlünü” bir ümit olarak devreye sokmuşlardır. Conilerde işe yaramış olmasına rağmen, burada ters tepmişdir. Sevgili Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve Azrâil Aleyhisselam Hazerâtını  istismâra yeltenenlerin bu emel ve ameli kursaklarında kalmışdır…

Bu vesîleyle, o meşhûr bedduanın: “Duygularını sînelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olamasınlar!” kısmının kendi başlarına ma’kûs olduğunu (kendilerine döndüğünü) söyleyebiliriz!

Bu dizi ve filimler, insanları kıvâma getirme çalışmaları mıdır? Yoksa nabız mı ölçüyorlar? Bir sonraki adım, senaryolarla yapmaya çalışdıkları hipnozu gerçek hayâta mı taşımakdır?

Yakında havada uçan, denizde yürüyen, yağmurlar yağdıran, taşı altın yapan, “adanmış ruhlar”la karşılaşırsak, hiç şaşırmayıp, “her sakallıyı baban bilme” dendiği gibi, deccalin elinde zuhûr edecek istidracları (harikulâde hâlleri) de kerâmet bilmemeliyiz. Hülâsâ, uyanık olub, her gördüğümüz ve duyduğumuzu Şeriat (hakîkat) terâzisinde tartmalı; ve hipnozlara kanmamalıyız…

 

 

(İntişârı: 16.02.2014)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir