Merhûm Üstâd Necib Fâzıl Bey, İslâm düşmanı, dönek, kalleş, şahsiyetsiz, eyyâmcı, menfaatı içün herşeyini vermiye âmâde iki ayaklı kalem ve kelâm ehli içün “FİKİR FÂHİŞELERİ” ta’bîrini kullanır; ve belâğatini de, bu kabil kendi buluşlarıyla son derece güzel ve fasih ifâde buyururlardı!
Rahmetli bugün hayatda olsaydı ve “medya, matbuat ve haberleşme” zemîninde yazı yazan veya konuşan mahlûkâtı da görseydi, Allâhü a’lem, bunlara “fikir fâhişesi” demenin bile büyük bir iltifât olacağını düşünür, belki de onlara “bilmem nere artıkları” derdi!
Çünki dünün “fikir fâhişelerini” bugününkilerle mukâyese etdiğimiz zemân, dününkiler birçok noktada bugününkilerden (nâmuslu) görünüyor!. Herşeyden evvel dünün “fikir fâhişeleri” bugününkiler gibi iki paragraf arayla 10 tenâkuzu peşpeşe dizib “al sana makâle, al sana fıkra, al sana kitâb, al sana hitâb” dercesine, takibçisinin önüne kahpece çıkmıyor; ve 24 saatde 10 aygırla yatanlar gibi ufûnet ve necâset püskürmüyorlardı!. İstikametleri belli, gidib geldikleri ve işledikleri menfî yol görülür ve bilinirdi… Ne ise o, ne değilse o değillerdi!
Ya bugünkiler?..
Hakk’la bâtılı, îmânla küfrü, mü’minle kâfiri, âfifeyle iffetsizi, zâlimle mazlûmu, sıddîkla hâini, hulâsa akla karayı, en tabiî bir hâl miş gibi en küçük bir insanlık acısı hissetmeden, yan yana, kol kola, diz dize, el ele yürütmenin, kaynatmanın, ittifâkı ve incizâbı peşindeler… Bu dereke öyle bir düşüş, sukût ve irtifâ kaybı ki, bu memleketde, bu kadar eşedd bir çürüme ve kokma, şimdiye kadar aslâ görülmemişdir!
Adam muharrir desen değil, müellif desen değil, hatib desen değil!.. Ancak hepsi; ve üstelik, hepsinin de en a’lâ derecede başı bulunduğu zu’munda!. Bu sürünün hepsi de, üstelik, lâ yüs’el ve lâ yuhtî…
Hocalığın, hocafendiliğin, seyh efendiliğin o tarihde görülen eli öpülesi ağırlığı ve vekârı, bugün, ilim ve ihlâs estiren zarâfet ve kuşatıcılığından zerre kadar kırıntı taşımadığı gibi; odunlukdan hâinliğe kadar da, hangi menfîliği ararsan, heriflerin göğsünde madalyalar sergisi!
Ve elinde bir kalem veya çenesinde bir mikrafon! Bunlar da, sanki biri kubur açma kazması; ötekisi de eşşek anırtısı üretme motoru!. Öyle (tenâkuzlar) peydahlayıb piyasaya sürüyorlar ki, “müslümanım” derken, bir bakıyorsunuz “papazın ve hahamın religionuna” adam devşirmedeler!
Adamlar yıllar yılı “Eşiğinde KITMİR olayım ey Allâh’ın Rasûlü” diye salya sümük kürsülerde ayılıb bayılırken; (tenâkuzun en lânetlisine) bakınız ki, gün geliyor, eşikde KITMİR olacak mahluk, “Mu……d Allâh’ın Rasûlüdür demeyeni başıma korum; bunu demeyene de rahmet ve merhamet nazarıyla bakılmalıdır;” (Al-i İmran 64 içün) de, “Dikkat edin bu mesajda Mu….dü’r-Rasulullâh YOK!” diyebiliyor!.
Kâinât çapında bir körlük, cinnet ve Allâh Azze’nin Sevgilisine buğz ve adâvet ve küfr ü şirkin en netâmelisi!
Vatikan aşk u mahabbeti esnâsında da, “Biz burada, Papalık Konseyi Misyonunun bir parçası olarak bulunuyoruz!” diye, (hangi religionun) kardinali olduğunu, alâmeleinnas; ve üstelik, “Kâinâtın (!) İmamı” olarak haykırabiliyor!.
Vay Kıtmirler vay!.
O Kıtmîr’in kuyduruğunda bir kıl kökü olabilseniz!
Öyle Fıkıh (!) Pırasasörü ve cumhuriyet “müctehidi” zibidiler de var ki, Âl-i İmrân Sûresi 64. âyet-i celîlesi içün “diyalog âyeti” terkîbini nasıl uyduruyorsa, böylece iç ve dış gâvurların topuklarından öpme yarışına giriyor!. Ve kitablara geçen satırlarıyla da, “Kur’an, bütün insanlara müslüman olun demiyor!” diyecek kadar zıvanadan çıkıyor; ve nice zarûrât-ı dîniyyeye kadar, bunlar gibi yüzlerce herze ve hezeyân… On sene kadar hiç sesi çıkmıyan herif, HOCİA sürüleri ile arası açılınca ve herzelerine el atılıb foyası meydana çıkınca ve şerefi de ayağının altına düşmiye başlayınca, “O kitabda bana atfen yazılan satırları kabul etmiyorum!” dansözlüğüne soyunuyor!.
Mason Efgânî ve Abduh necâsetlerine de, yarım asırdır hayâsızca ve meccânen avukatlık yapdığı halde, bundan hiçbir zaman uzak da durmamışdır!
Ne o, dâimâ iktidar kuyruğunda eyyamcılık karakteri… Yalakalık, yavşaklık… Bunlardaki, (tenâkuzun en cerahatlisi) de değil; döneklik ve kalleşliğin en modern ve akademik cinsiyeti!
Öyleleri de var ki, evvelâ “hoşgörücü ve diyalogcu başı” diye yerin yedi kat dibine sokup çıkardığı herifi, hapishâneye düşüb köşeye kıstırılınca, (tenâkuz) perendesine veya döneklik atraksiyonuna başlıyor; ve “Ehlullâhdandır, teheccüdlü namaz ehlindendir, ehl-i sünnet âlimlerindendir” diye, adamı arşa kadar çıkarıb ayağına paspas oluyor!
Nice saçı sakalına karışıb göbeği şişmiş yobaz sürüleri de, bunları yiyib, vecd ü istiğrâk üzre gaşyolmada!
Cübbesi veya kürkü, adının 10 adım önünde giden o adam, “insan ve hayvan resmi yapmanın haramlığı”ndan (doğrudur) bahsedib, bu cürmün mürtekiblerini cehenneme sevkederken; (tenâkuz çukuruna) bakınız ki, aynı mu’tâd sahîfesinde cehennemi tasvir eden ve içinde iskelet hâlinde kalmış ve eti derisi yok olmuş (!) insanlar, çığlık çığlığa can derdindedir!!!
Bu tasvirin cevâzını da nerelerinden uydurdularsa…
Bir yanda “tâğut mâğut, put mut” hikâyeleri; öte yandaki (tenâkuz çirkefiyle) de, “Paşa, Elmalılı’ya cebinden para verib TEFSİR yazdırdı!” iftirâsı ki, bununla Merhûm, paraya kul olan düşük ve cerci bir “tefsirci” çukuruna sürüklenirken; öteki de, “dinsiz değil, dini bütün bir emirü’l-mü’minîn” derecesine teâlî etdirilmiş olmada!..
İğrenç mi iğrenç; ve hakkı bâtıl, bâtılı hakk gösterici bir (tenâkuz ve nifâk) pespâyeliği!
Milyonlarca sürü de, bunları yiyib, zehirlenme komasına giriyor!
Merhûm Ali Haydar Efendi Hazretlerinin, “Demokrasinin D’sini ağıza almak bile küfürdür!” buyurduğunu “Mahmud Efendi’den” kulaklarımızla duyduğumuz hâlde, (tenâkuzun en cerahatli ve kokmuşuna) bakınız ki, herifler cübbe sakal, şalvar-çarşaf edebiyatıyla, iki dembokratik partiye ayrılıb, biribirlerini “dembokrasi” adına çiğ çiğ yiyecek hâller resmedebiliyorlar!
Bir başka sakalsız ve KÜLÂHSIZ, fakat kalpaklı Galatasaraylı da, her gün “İmam-ı Kebir şart, zamanın imâmına bey’atsız ölen câhiliyye ölümü ile ölmüş demekdir” diye doğruları avaz avaz yırtınırken; (tenâkuzun en kurtlu ve encesine) bakınız ki, bir sene evvel (27 şubat 2014)de: “ASIL CUMHURİYETÇİ BENDENİZİM!” diye SERLEVHA ÇEKEREK cumhuriyete îmân tazelemişdi!!!
Eyyamcı ve ehl-i sünnet tâciri modernist ve echel püftüler!
“Cumhuriyet muhâlifi” olmak ve “Hilâfete inanmak” suçu ile binlerce Şeriat âliminin ipe gitdiği bir memleketde, bu ne (kurtlu bir tenâkuzdur) ki, bir “müslüman” olsun da, hem “İmâm-ı Kebir” desin; hem de “cumhûriyetçiyim!” diye höykürsün; ve başda İskilibli Merhûm olmak üzere binlerce şehidin kan ve hâtırâsına necâset püskürsün!
Bir diğeri mi?
O da, yukarıdakinin “nurcu” geçinen versiyonu!
Pensilvanyalı HOCİA’ya bir yandan “ehlullâhdandır” yalakalığı yaparken; bir yandan da (22.7.14 akşamı Tv net’de), “Hollanda Kraliyetinde hem cumhuriyet ve hem demokrasi beraber yürüyor.”
Diyebilmekde!..
Ayrıca mı?
İşte o Karagündüz veya Karagöz’ün (!) iman ve beyin ifrâzâtı:
“Ben cumhuriyetle hılâfetin beraber yürüyeceğine inananlardanım…”
Çüşşş… demeden edebilene aşk olsun!
Cehaletin ve (tenâkuzun) bu dereke cerahatlisi, profesör olmadıkça, dağ başındaki gerzek bir çobanda bile aslâ görülemez!
İltifat ederek, öteki ve nice “fikir fâhişelerini” de, bütün îmân fuhuşperestlikleri ile yazacak olsak, en az 10 cild kitab olur ki, böyle bir ömür isrâfına aslâ mübâşeret edemeyiz! Bizim yapdığımız, aklı olanlara, küçük bir misâl verebilmiş olmak…
İşte memleket, “müslümanım” diyen ve hatta en önde görünen adamların “kılavuzluğu” ile hangi “kurtuluşa” veya hangi püsküllü belâlara doğru sürükleniyor, (îmânı ve AKLI) yerinden zıplamıyanlar hesâbetsin!
Bu millet, illet olmadan, bunca (sapığın) hergün taarruz ve tasallutları altında nasıl (dînini belliyecek ve ona sahib) çıkacak!?
En doğrusu da, bu ehâli, kafayı yemeden, şübhe girdâplarında boğulmadan ve biribirini yiyen bin parçaya bölünmeden, nasıl ertesi güne çıkabilecek!!!?
Korkunç ve ibretlik bir nokta!
Evet, TENÂKUZLAR çukuru!
15 asırlık (Ehl-i Sünnet) çizgisinin yegâne bütünleştirici TEVHÎDİ, bu yarım asrın “TELBİS ve TENÂKUZ” pislikleri elinde paramparça edilirse, manzara işte budur; ve bu manzara karşısında susan ahrasların (dilsizlerin) encâmı da, o enceslerden farklı olamaz!
Makâlemize, Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin bir cümlesiyle hâtime çekelim:
“- Evet, o büyük eslâfın verese-i ulûmu makâmında bulunan şimdikiler, acz ve fütûr (bezginlik, gevşeklik) içinde pûyân (koşan) ve her türlü levm-i lâîme (levmedenin levmine) şâyândırlar.” (Yeni İslâm Müctehidlerinin Kıymet-i Ilmiyyesi, 1998, s:231)
(İntişârı: 03.02.2015)