16 Kasım günki A. Karahasanoğlu’nun makâlesinden bazı noktalara temâs edelim dedik!. Adı geçen, hocfendi ile hükûmetin arası böylesine açılınca, cemaat tepinenlerine ve bilhassa Pensilvanya’daki Böyyük Zâta bir güzel giydirmiş!. Tabii bazı ince ve İslâmiyyet’le tersleşen hususların şimdiye kadar neden ele alınıb tenkid edilmediği; ve bunların, köprüler atılınca mı fâş edilmesi lâzım geldiği, mertlik ve erkeklik mes’elesi olarak dâimâ mahfûz kalacak… Er kişi ve mert müslüman olan, politik zamanlamaya ve dembokratik menfaat hesablarına göre değil, Allâh ve Rasûlü’nün nizâmına balta, ağız ve kalem sallayanı gördüğü an, bileğinden ve çenesinden kavrar! Bu da, onun, samimî müslümanlığına delâlet eden üç-beş ana noktadan biridir…
Lâfa geldi mi, “haksızlık karşısında susanlar!” dâimâ “dilsiz ŞEYTAN!” olarak dünyânın güzüne sokulur durur!. Peki bu “ters-hâne” denen “tarafdâr ve militan nesil” yetiştirme ocak-bucakları karşısında suspus olan AKP’ci yazar-çizer takımlarına ne denecek?. Yehûdi ve Nasrânî dinlerini butlan bataklığından kurtarmak içün, Kelime-i Tevhidden “Mu….. Rasûlullâh” olmazsa olmazının tardına ve dünyâ çapında yahûdi-haçlı dinlerinin de (HAKK) oluşunun iddia edilişine kadar, nice bâtıl ve dalâletler hiç görülmeyib üzerine gidilmezken, şimdi, 30 sene sonra mı, o derin ve gebertici uykulardan uyanılır oldu?
140 memleketde açılan mekteblerde, Tükçe öğretme perdesi altında “İBRÂHİMÎ DİN MİSYONERLERİ yetiştirme” dolaplarını yıllardır görmiyen Tayyibçi yazar-çizerlere hangi keyfiyeti giydireceğiz?
Ve “Türkçe Olimpiyatları” denen planlama ve pazarlamalarla, 140 memleketin garîbân ve bîçâre müştehâd kızlarını, târihdeki “avrat pazarı” malları gibi derdest edib toplıyan ve varyete artistleri misillü sahnelere çıkararak, göğüs, göbek ve kalça çalkalatdırmalar karşısında suspus olan Akitçi, Vakitçi ve Nakitçi’ler, bu zamana kadar bunca kepâzelikleri hangi Şerîat hassâsiyyeti ile reddetdiler, buna karşı çıkabildiler? O çalkalatma mekânları gibi mülevves ve son derece kerih zeminleri, Kâinâtın Fahri Aleyhisselâm Efendimiz Hazretleri’nin de, (sonsuz kere hâşâ) tasvîb ve tasdîk makâmında ziyâret etdiğini, emekli Vâiz Bey’in, bir takım meczubların rü’yalarına dayanarak, akla, şer’a ve tab’a zarar bir iddia olarak beyan edişi karşısında, hükûmetçi kalemlerin hangisi, “edeb yâhû, bu kadar da olmaz!” diye bir feryâd kopardı?.
O “ibrâhimî dinlerin misyoner yuvaları”, 4 ay sonra oynanacak seçim kumarında kaybetmek tehlikesi ortaya çıkınca veya sallanmak ve cemaatden oy devşirmek ihtimâlleri suya veya okyanusa kıç üstü düşünce mi, AKP maarif siyâseti tarafından kapatılacak kadar tehlikeli bulundu?
Yemezler koçum!
Geniş zamanda Allâh’ı unut, dar zamanda Allâh diye yalvar yakar ol!.
“Hadi ordan, defol!” çekmezler mi adam ve madamlara?
Dembokratik popolitikanın icâbıdır diye, “İslâm’ın altını oyanlara” hiç ses çıkarma, sonra oy hesabları ayvayı yiyeceği zaman; ve möhderem cemaat oyları, Pensilvanya’dan bir emr-i mukaddes ile, bir zaman Hind filozofu Tagor içün Raşel (Türkkandırma şekli Rahşan) olan nine ile taa Hind’e giden Müsyö Ecevito Büllende’ye akdığı gibi, “şimdi de bilmem falan alevî-kürt Kılçıkdâroğlu gibilere akacak, artık AKP’den ümid yok, öyle ise biz de elimizden geldiğince onu budar ve kırpar kuşa çeviririz!” mantığından ve öcalancılığından hareket edilmiyor mu?
Buna karşı da şimdi, AKP denen partiküller: “Dershaneler çok iyiydi ama, şimdi bu hâlât-ı hasârât elinde tu kaka olub dershâne değil, tershâne ve derthâne oluverdi, ben de onların anasını bellerim!” diyecek!
Yiyene…
Yıllardır, “kutsanmış vâiz hazıretleri” önünde neredeyse diz çöküb günah çıkaracak, önüde acûzeler gibi iki katlı dört büklüm sessiz ve muti eğileceksin, “enâniyyet-i uzmâsını” çarka tutub bileyeceksin, sonra da her dediğini yapmanın sonu gelmeyince, altına kaçıracak kadar sıkışacak; ve “yetdin artık!” feryâd u figânını basarak yakanı onun elinden kurtaracağını sanacaksın!. O da, geri adım atacak öyle mi?.
Yemezler…
Geri adım atamaz, bu, onun içün kitabında yazdığı gibi “böyle bir geriye dönüş, intihâr ve harakiridir!”
Bâtıl Batılı Dost ve CAN çevresinin kıskacında (!) geri dönmek, öyle kolay mı koçlar?. Yahudi-haçlı devlet ve teşkilâtlarının göbek taşında terleyib rahata ermiş, hamur gibi gevşeyip sonra da dışarı fırlayan kaç kişi, üşütmeden, çarpılmadan ve zatürreye yakalanmadan hatm-i enfâs eylemiş?!
Neyse, böyle böyle adam ve madam olmayı öğrenecek, böyyük devlet adam ve madamı rütbeleri ihrâz edeceksiniz!
Gelelim, hökûmât-ı Tayyibe’nin cesûr ve 12’den nallamayı çok iyi becerdiğini sanan muharrir-i möhderemi Ali Karahasanoğlu evlâd-ı ciğerpâremin tahrîrât-ı taarruznâmesine…
“Geç olsa da, eh, fenâ sayılmaz, hiç yokdan evlâ ve rânâ” diyerek; ve Hocfendi Hazıretleri’nin deryâ-yı ilmî ve fikrîsine dalarak Kıraat buyrula:
“-Hocaefendi’ye yakın grup, bir konuşma bandı yayınladı..
Görüntülü değil..
Sadece sesli..
Niye acaba?
Teknik imkansızlık olamaz..
Mutlaka derin bir sebebi vardır..
Öğreniriz inşaallah..
Ama ben, o konuşanın Hocaefendi olmadığına inanıyorum..”
“İnandım” dersen, kılıcını çekib “hurraaaa!” diye at mahmuzlaman veya “Genç Osman gibi Yâ ALLÂH diyerek kükremen” lâzım gelir, bunu yapmak ise sıkar!. Anınçün işi nezâket perdelerine sararak takdim, en münâsib ve mütenâsib olanı!. “İnanmıyorum!” dedin mi, oh, hem inanmış, hem inanmamışın arasında gemiciği yürütürsün; ve şimşek ve yıldırım ne varsa, onlardan da halâs bulursun üstelik!
“İnanmıyorum” diyeceksin ama, bal gibi de “inanıyorumu”, kibarca ve gazeteci mahâretiyle içene koyub “dürüm” yapacak; ve okuyucu möhderemlere yedireceksin!
Yiyenlere âfiyet olsun!
Hocafendi içün Karahasaoğlu evladımız telleri şöyle düzüyor:
“Hocaefendi’ye yakın durup da, “Hocaefendi’nin hükümeti eleştirdiği, dershanelerin kapatılmasına karşı çıktığı” mesajı verenlere inanmıyorum..
Niye?
Çünkü ben Hocaefendi’nin, “Dershaneler isteniyor ise.. Hemen anahtarlarını alıp götürün. Teslim edin” diyeceğine inanıyorum..
Dayanağım ne?
Alaaddin Kaya..
Ve Hocaefendi’nin bizzat kendisinin yazdığı mektup.
Ne yapmıştı Alaaddin Kaya?
Hocaefendi adına, 28 Şubat’ın önemli ismi Çevik Bir’den randevu alıp, “Hocaefendi, okullarını devretmeye hazır!” mesajını ulaştırmıştı..
Sadece Alaaddin Kaya’nın dilinden değil..
Hocaefendi’nin kendi mektubuyla da, aynı teklif yapılmıştı..
Hocaefendi, şöyle bir mektup yazmıştı egemenlere..”
(Mâba’di var)
(İntişârı: 16.11.2013)