Bilfarz Hıristiyan dünyâsında Diyalogcu ve DİB denen mezheb ve tarikatlar türese ve ürese, sonra da bu aklı ve zekâ seviyesi ma’lum gürûh şöyle dese:
“- Biz, Jesus’un “Kutlu doğum Haftasını, Müslümanların Hicrî takvimine göre bu sene (27 Ramazan) gününe denk geldiği içün, bu günde KUTLAYACAĞIZ!”
Bu haltı yiyenleri, Vatikan denen yerden bilmem nerdeki kardinallere, bilmem nerdeki patrikden öbür uçdaki en kıtipiyoz papaza kadar bütün haçlı dünyası ayağa kalkmadan; ve o gürûh içün şöyle deyib, ter ter tepinmeden dururlar mı:
“-Bu adamlar kafaları çatlaksa tımarhâneye kapatılsın veya bu heriflerin alt tarafından içlerine şeytanlar üşüşdü ve üfürdü ve herifleri gizli müslüman yaptılar! Bunları derhal ya engizisyon mahkemesiyle giyotine gönderelim veya aforoz edib ateşde kızartarak kebâb eyliyelim!”
İşte bu heriflerin T.C.’deki mukâbilleri ise, Allâh Azze’nin Habîbi, Rasûl-i Rusül Aleyhi Ekmeli’t-tehâyâ Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretleri’nin 15 asırdır milyarlarca müslüman tarafından Hicrî Takvimle tesbit ve tes’îd edilen Velâdetlerini, Hıristiyan Haçlıların Efrencî Takvimine göre nasıl ve hangi cür’etle kutluyor!? “Kutlu Doğum Haftası gibi bir yafta uydurarak, bu 15 asırlık takvim disiplinini, haçlı takvimi hesâbına bozalım!” demeye, bu adamların nasıl kelle ve dilleri uzanıyor?. Ve bunu, “sahne, salon, kerih mekân ve meydanlarda Nevruz şenliklerine benzeterek ele ve dile alalım!” dediklerinde, hiç kimse de, “bu adamların akılları ve îmânlarını bir tahlîl edelim veya bu adamlar gizli hıristiyan olmasın!” diyemiyor!!!
Acaba neden? Dînine bu kadar lâkayd başka bir “ulus!” acaba var mıdır?
“Hoşgörü ve Diyalog maskaralığı muktezâsı!” bu adam ve madamlar, kendilerini iyice hıristiyan ve yehûdîliğe yaklaştırmanın temrînâtı içine girmişler; ve milleti de peşlerine takmanın ta’biyesi ve binbir kataküllisi ile çalışır olmuşlardır… Adı geçen haçlı tâifelerle içimizdeki işbirlikçileri, Müslümanların Hicrî takviminden ne kadarını koparıp atar; ve kendi haçlı takvimlerini müslümanlara ne kadar ihrâc ederlerse, o kadar kendilerini kutlu, mutlu, putlu ve kurtlu hissedib, Müslümanlığı o kadar törpülemiş ve aşındırmış olacaklardır!. Dolayısıyla Hıristiyanlar, Müslümanların değil, Müslümanlar hıristiyanların boyasıyla boyanmış olmaya kaydırılmış bulunacaklardır!
“Kutlu Doğum Haftası!” dedikleri bir başlangıçdır!. Bundan sonra, bakalım sıra, hangi mübârek gün ve gecelere ve hangi ibâdetlerin zamanlarına gelecekdir?.
Ömrü olan, insî ve cinnî şeyâtînin hâinlik ve iblisliklerini görecekdir!
Velâdet-i Nebevîyye, Müslüman takviminden Haçlı takvimine sürgüne gönderilince, bu milletin ses çıkarması şöyle dursun, yukarda adı geçen hoca kılıklı adamlar tarafından bu oyunların havada kapışıldığını gören DİB’çi ve Diyalog’çu revizyonistler, Müslümanlığı Hristiyanlığa yaklaştırmak ve ona benzetmek üzere de diyeceklerdir:
“- Aziz ve möhderem cemaat, velâdet târihini Müslümanlığın Hicrî Takviminden, Haçlıların Efrencî takvimine göre 20 Nisana sabitledik! Ve kutlama mekânlarını da, câmilerden şeytan yatakları sahneler, salonlar ve meydanlara çekdik! Sakallı, sarıklı, cübbeli ve şalvarlı ehl-i tarik ve ehl-i torik’den çok möhderem ve ehl-i keşif ve havalarda uçan, ekran takırtı ve şakırtısı hocalarınız bile, bu fiillerimize, gördüğünüz gibi bizlerden 100 kat daha aşk u vecd ile sarıldılar! Ve bunun şakşaklamasına kendilerini adadılar. Bilmiş olasınız ki, bundan gayrı, artık Regaib gecenizi daimâ Temmuzun (bilfarz)15’inde, üç aylara girişi Temmuzun 2’sinde, Berat gecesini Temmuzun son gününde, Mi’rac gecesini Ağustosun 13’ünde, Ramazanı Ekimin 7’sinde, Kurban Bayramını ve haccı Aralığın 31’inde, 1 Muharrem yılbaşını 1 Nisanda yapıcağız ve bu târihlere sâbitliyeceğiz! Ve bunları, sahne, salon ve balon mekânlarında, meydanlarda, havâî fişeklerle ortalığı da yaka yıka, ateşe ve baruta vererek, son derece büyük bir coşku, aşkı, taşkı, fışkı içinde yırtınarak kutlayacak ve kurtlarımızı dökeceğiz!”
İşte o adam ve madamlar böyle derlerse, bu cübbeli, sarıklı, sakallı, külahlı, şalvarlı, ehl-i tarik ve ehl-i torik hocaların da “Âkil adam ve madamları,” ne halt ederek mukâbele edeceklerdir?. “Eyvallâh kabul etdik!” derlerse, geçmiş ve gelecekdeki yüz milyarlarca Müslüman ve onların Peygamberleri, ulemâ ve şühedâsı, “Allâh Bin kere belânızı versin!” demiyecek midir?. “Hayır kabul etmiyoruz, olmaz böyle şey!” derlerse, o zaman da, o reformist ve revizyonist DİB ve Diyalog cebhelerinin fırıldakları:
“- Hadi ordan dangalaklar, Velâdet-i Nebeviyye’yi 12 R. Evvel’den 20 Nisana kaydırınca, dört köşe olub, bizi bizden 100 kere daha yağcılıkla şakşaklıyordunuz!. Şimdi ne oldu ulan zibidiler!”
Derlerse, buna verilecek cevabları olabilecek midir???
Müslüman tâbi’ midir, metbû’ mudur?
Tâbi’ olan müslümanlardan ümmet denen bir kitle-i vâhidenin çıkması mümkin midir?. Büyük Müfessir Merhûm Elmalılı, Muhalled Tefsîrinde:
“Ümmet, öne düşen, fırak-ı muhtelifeyi toplayan METBÛ’ bir cemaat demekdir ki, hepsinin önünde de İMÂM bulunur!”
Buyurarak, ümmet demenin ne demek olduğunu en güzel bir şekilde ortaya koymuyor mu?. Müslümanları gavurların kuyruğuna takmak istiyen tahrifçi ve uydurucu adamların İslâm ümmetini yok etmeye badî bu kabil ihânetleri, acaba ne zamana kadar yanlarına kâr kalabilecekdir?
“Ve in eta’tumûhum innekum le müşrikûn..” ve, “ve lâ tutıil kâfirîne ve’l münâfikîne ve da’azâhum….” gibi nice Âyet-i Celîle’yi ve bunların, akâid ve tefsir kitablarındaki hükümlerini de kaale almıyanlar, evvelâ îmân tâzelemek mecbûriyyetinde değiller midir?… Bu kabil âyetlerle, Allâh Azze ve Celle, müslümanların müşrik, kâfir ve münâfıklara itaatlarını ve onları met’bû’ tanımalarını, sûret-i kat’iyyede yasaklayıb haram kılmamış mıdır?. Bunlara îmânı olmayanları, müslüman kabûl etmeye imkân var mıdır?..
Bu adamlar, sonra da havalarda değil, fezâlarda seyyâreden seyyâreye zıplayıp ip cambazı gibi fırıldaklar da çevirseler, bir halta yaramıyacaklarını, çok, ama çok iyi bilmek mevkiinde değiller midir?…
Mûsâ ve İsâ Aleyhimesselâm’ın tebliğ buyurduğu İslâmiyyet’i ve şerîatlarını, yahudiler, işte tıpatıp bu kabil oynamalar, sürmeler, kaydırmalar, çekmeler, itmeler, uzatmalar ve kısaltmalarla bozub, adı Yehûdiyyet ve Nasrâniyyet olan dinleri uydurdular…
İmdi, Rasûl-i Rusül Mu……d Aleyhisselâm Efendimiz Hazretleri’nin tebliğ buyurduğu Müslümanlık ve O’nun SON Şerîatı da, aynı eskiden olduğu gibi değiştirilib, ins ü cinnin hevâ ve hevesine, arzu ve nefsine uydurulmak ve tâbi’ kılınmak gibi bir tahrif ve ihânet şeytanlıkları ile karşı karşıya bulunmaktadır… O yehûdiler tarafından, Müslümanlığın ve o iki rasûlün şeriatlarının saptırılıb tahrîf edilmesi ile, Müslümanlık ve o iki şerîat, vahye müstenid olmakdan çıkarılarak, tamâmen beşerîleştirilmiş ve artık isimleri de, Yehûdiyyet ve Nasrâniyyet olan dinler ortaya çıkarılmışdır… Bu iki beşerîleştirilmiş dîni, Müslümanlık’la berâber, “varıb dayandıkları ana kaynak Hazret-i İbrahimdir!” diyerek, Diyalog PÎRİ Hocfendiler gibi (Hâşâ) O ikinci Büyük Peygambere (İbrâhim Aleyhisselâm’a) bağlamak ve hakk din gibi göstermek, îmânı zîr ü zeber etdiği gibi, nâmütenâhî bir tahrîf ve gözkülleme ve cinnetlik çapda bir cür’et ve cinâyetin de en çirkinidir!!!
Üç dinden (!) Diyalogçu müttefik cebhenin ta’biyesi, Yehûdiyyet ve Nasrâniyyet’i de, “îbrâhimî dinler!” diyerek, “beşerîleştirilmiş!” olmakdan tehzih ve tezkiye ederek, Müslümanlığın derecesine çıkarmak ve onunla müsâvî bir HAKK DÎN imiş gibi göstermekdir!. Bu ise aynı zamanda Mutlak ve biricik Hakk Dîn olan Müslümanlığın, o beşerîleştirilmiş bâtıl dinlerin seviyesine tenzili (indirilmesi) demekdir! Bu da nasıl becerilecekdir, Müslümanlığı öteki bâtıl ve beşerîleştirilmiş dinlere benzeterek; onların takvimleri ve zaman başlangıçları gibi ne kadar ana damar ve çizgiler varsa, Müslümanlığı onlara yaklaştırarak; ve Hakk dinle, bâtıl dinler arasındaki mesâfeyi iyice sıfıra doğru çekerek…
Diğer yandan da, bu üç dinin aynı kaynağa sahib olduğunu zihinlere verince, üçünün de hakk; ve dolasıyla müntesiblerinin de cennetlik olduğu gibi bir gözboyamayla dünyâ insanlarını kazıklamak! İşte bunun içün, üçüne de “ibrâhimî dinler!” yaftası giydiriliyor..
Çok iğrenç bir katakülli…
Bu “hoşgörü ve diyalog fitnesi!” işte bugün dünyaya bulaştırılmak istenen en korkunç bir kanser illetidir…
Şimdi en son ma’rifetleri de Alevî Dedesi Prof İzzettin Doğanın 4 Nisan günü Cemaat borazanı “Samanyolu” ile verdiği beyânât… Buna göre, Hocfendi, “Câmilerin yanına cemevi yapalım arsalar da bizden!” demiş!. Şaşılmız!. Yehûdiyyet ve Nasrâniyyet “ibrâhimî dinlerden!” yapılırsa, alevîlik, cemcilikdedecilik ve kadın erkek semahçılık da, neden “fetullâî dinlerden!” olmasın!?.. Yeter ki, Allâh’ın Dîni İslâmiyyet, törpülensin, aşınsın, erozyona uğrasın; ve beşerîleştirilen ve semahlaştırılan dinler de dirilsin ve dünyâya sulh u sükûn gelsin ve herkes biribirinin kankası olsun!!!
Bütün bunları göremiyen ve hâlâ, biri, “Mehdi Aleyhisselâm geldi, huruc edeceği zamânı bekliyor!” öteki, “yok, 570 sene sonra gelecek!” gibi kimseye lâzım ve farz olmayan da’vâlarla ekranlarda aynı cemaatın hocaları (!) olarak horoz döğüşü yaptırılan cübbeli ve şalvarlı, sakallı ve sarıklı mollacık ve adamcıklar, akıllı olmaz; ve milleti, böyle ehem olmayan, ancak zamanı geldiğinde ehemmü’l-ehem olan mevzularla işgâl edib, TV kanalizasyonlarının rant hesablarına âlet ve edavât olmaya ve oralardan çöplenmeye meylederlerse, encamları ne olur, kim Mevlâ’sını, kim belâsını bulur, bunları da Allâh Azze bilir!
(Mâba’di var)
(İlk intişârı: 04.05.2013)