(1) Ramazan Şeytanlarından Kurtulmak!
6 Mart 2024
(3) Ramazan Şeytanlarından Kurtulmak!
6 Mart 2024

RAMAZAN ŞEYTANLARINDAN KURTULMAK!

(2)

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

Dünün âlimleri ile bugünün bu cerbeze tırnakçısı zâlimleri arasında fark mı ne kadar? Mukâyese imkânı vermiyecek kadar azîm ve cesîm!

Soytarı, Allâh Azze’nin, pekçok âyetleri ile “BENDEN KORKUN!” buyurmasına; ve bunun, en sondaki bir müslümana kadar bilinmemesi muhal olan hakîkatına rağmen, o devletin o kanalından anırtısı, dün, “Ben Allâh’dan korkmam, BEN Allâh’ı severim” ikenbugün, ALLÂH’dan korkmıyalım, o korkunç bir şey değildir!” hezeyânı…

Mes’elenin en acı yanı ise, bu kadar Allâh’sızlık fışkıran bir ucub putlaşması karşısında, dünya denen kellenin bir tek hücresinden bu Ebû Cehil hortlağına bir tek “hastir” çeken “îmân öfkesi” sâhibinin çıkmayışı!. Bu milletin “imân ve i’tikâd” dünyası Gazze’den bin beter bombalanmış; ve rûh damarları da o nisbetde paramparça edilmişdir! Böylesine geberen ve Hakk’ı (Allâh irâdesini) müdâfaada bu kadar dilsiz şeytan olan şu (şe.efsiz) dünya ve onun T.C.sinde, “Çankaya’ya falan çıkarsa kurtulduk” çığlıkları atılacak; ve tek dert, “dembokrasi kumarından bizim takım en az %51 puanla galib çıkmalıdır”noktasına kilitlenilecekse, batış kaçınılmazdır!… Allah Azze’ye bağlılık ve ta’zimini bu kadar kaybeden bir milletin iflâh olmasını beklemek, ruh çürümesi ve eblehliğin doruk noktasıdır!

Burada, Ramazan’da söylenmiş olmasına binâen müstakbel Reis-i Cümhûr Tavil Tayyib Paşa’nın bir sözü de son derece yakışıksız ve rahatsız edicidir. Eskişehirde hızlı tren açılışı merâsiminde dedikleri:

“İlk önce 2009’de Hacı Bayram Veli’nin şehri Ankara ile Yunus Emre’nin şehri Eskişehir’i kucaklaştırmıştık. Ardından Hazreti Mevlana’nın şehri Konya’yı bu kucaklaşmaya dahil ettik. Bugün de Eyüp Sultan Hazretlerini, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerini, Sultan Fatih’i, bu hayali ilk kez kuran Sultan Abdülhamit’i bu halkaya dahil ediyoruz. İlk önce Türkiye Cumhuriyeti’nin modern başkenti, Gazi Mustafa Kemal’in Ankara ile Türk dünyasının kültür başkenti Eskişehir’i birleştirmiştik. Sonra da Anadolu Selçuklu Devleti’nin kadim başkenti Konya’yı bu hatta dahil ettik. İşte şimdi, Osmanlı cihan devletinin muhteşem başkenti İstanbul’u bu başkentler ile kucaklaştırıyoruz.”…………………………

Topçu Tavil Tayyib Paşa Ramazan’ın son günü, oğlu, damadı ve yakın takımları ile (oy devşirme hesabları uğruna) 3 gol attırıldığı şov sahnesinde devlet reisi olacağa pek yakışmıyan bir seğirtme ile ve “orucuna” rağmen, 60’lık yaşı ve başı içinde bu hâllere hadi tenezzül etdi diyelim! Yukarıda o kadar ihtiramla isimlerini zikretdiği zevata gerçekden samîmî bir mahabbeti varsa, gene dünya çapında çok büyük bir İslâm Âlimi olan şu piyasaya düşen “Ekmekelekettin Efendinin” ne yazık ki pederi bulunan Büyük İslâm Âlimi Yozgatlı Merhûm Muhammed İhsan Efendi Hazretleri için kullandığı elfâz, bir devlet adamına asla yakışmıyan bir basitlik ve ciddiyetsizlikde olmuşdur. Aynı konuşmanın bir yerinde kullandığı tahfif ve tahkîr edici cümleye bakınız:

“…………...Bir ay içinde babasını, bu ülkeden kovan CHP, şimdi onun safına girdi, açıklama yapıyor …………………..” 

Evet, (altı .oklu) ve (kurt totemli) iki kafadarın, bu “derme çatma çatının ka.estesi” dediğim adama, bu dembokrasi ahlâk tanımazlığı içinde her şey dense yeridir!. Çünki öyle kıymetli bir âlim ve âmil bir babanın çizgisine tam ma’nâsıyla ters bir çizgideki irtidâd ve şirk odak ve ocakları ile bütünleşen bir evlâd, herşeyden evvel o babaya ihânet içinde demekdir… Böyle bir evlâdı “yerin dibine geçireceğim” diye, Onun, ma’sûm ve merhûm bulunan, büyük allâme ve kıymet olan babasını kimsenin rencîde etmiye hakk ve salâhiyyeti olamaz; ve “olur” diyen, haddini aşar ve ahlâk endâzesinin ayarını mıncıklamış olur!

Tekrar ederiz ki, siyâsî rakibinin Âhıret’e intikâl etmiş allâme ve çilekeş ma’sûm ve merhûm pederini ve O’nu seven İslâm milletini rencide edecek ibâre ve ifâdeler kullanmak, ahlâk ve terbiye noktasından da son derece mahzurlu olsa gerekdir: 1) Muhterem ve Merhûm Muhammed İhsan Efendi Hazretleri Son devir Osmanlı ulemâsından olub, ilmiyle âmil nâdir yetişen bir zâtdır. Bugün onun ayarında İslâm âleminde bir büyük zât gösterilemez… 2) Türkiye’yi 1924’yılında ve 22 yaşında ilim tahsîline Mısır’da devam etmek ve CHP Şefokrasi ve Şebekrasi’sinin dünya tarihinde görülmiyen mülevves zulüm ve işkencelerinden uzak kalmak içün, Mısır’a, HİCRET FARZINI îfâ sebebi ile ve mücerred bu DÎNÎ emre imtisâl gâyesi ile gitmişdir… 3) HİCRET, bütün dünyâ cehâlet ve îmânsızlık mahfilleri çok iyi bilsinler ki, İslâmiyyet’de, şartları hulûl ve tahakkuk etdiğinde, aynen cihad, ülilemr, nikah, bey’ ve şirâ, namaz ve oruç, v.s. gibi bir dîn zarûreti ve bir dîn emridir. Yapmıyan fâsık, inanmıyan kefereye mülhâk bilinir!.. 4) Merhûm Muhammed İhsan Efendi Hazretleri içün “CHP onu bu ülkeden kovdu” demek, son derece yakışıksız ve tahkîr edici bir lâfızdır. Hakîkatla da zerre kadar alâkası olamaz… 5) Kovulmakda bir kovan vardır; bir de kovulan! Kovan fâil, kovulan mef’uldür. Kovulan, kovanın irâdesine tâbi’ olarak hareket eden, irâdesi selbedilmişhakîr bir adam demekdir… 6) Halbuki Merhum M. İhsan Efendi Hazretleri, bir takım tâğûtların veya onun bunun irâdesiyle bu ülkeden kovulmamış; KENDİ İRÂDESİYLE HİCRET ETMİŞDİR… 7) Bu hakîkatı tahrîf etmek, hiç kimseye ve hele Müstakbel Başkan Topçu Tavil Tayyib (TTT) Paşa Hazıretlerine kat’iyyen yakışmaz, bir ayıp olarak üzerinde kalır ve merhûm’un rûhâniyyetinden istimdâd etmedikçe de, üzerinden çıkmaz!. 8) Yukarıda isimlerini zikretdiği nice Velî ve Sultâna hakîki ta’zimi olan bir insan,Muhammed İhsan Efendi Hazretlerini de ta’zîm ifâdesiyle diline almak; ve bu ta’zim ile tenâkuz teşkîl edecek isimleri ise ağzına almamakla mükellefdir!. Aksi halde inandırıcılığı kalmaz; mertlik ve ciddiyet bekliyen Anadolu evlâtlarına “politika icabı her kalıba giriyor, önüne gelene hatta Büyük Osmanlı âlimlerine bile kara çalıyor!” dedirtir!

Tavil Tayyib Paşanın ağzından çıkan sözeri, onun, en az üç kere kulağına duyurması da kendi menfaatı iktizâsıdır. Adı geçenin, “Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat (Sünnîlik) ile de bir alıb veremediği var!” dedirten sözleri ise, nâmütenâhî mahzurlu ve tehlikelidir. Sünnîlik İslâmiyyet’in ta kendisidir; ve adı geçenin (aslı) da sünnîdir. Aslını inkâr etmemek şartı ile her insan istediği noktada bulunursa, hürmet görür ve insanlığından kimseyi şübhe de etdirmez… “Derme çatma çatının ke.estesi” ise, aslı olan Merhûm Muhammed İhsan Efendi Hazretleri çizgisini inkâr etmekle, adını ne kadar “baba hâini” olmakdan kurtarabiliyorsa; Topçu Tavil Tayyib Paşa da, “sünnî aslının” çizgisinden ne kadar uzaklaşırsa, o kadar bir kıymet zâyiine uğrıyacakdır! Yukarıda isimlerini tâdât etdiği Büyük velî ve Sultanların hangisi, bir tek paşa hâric sünnî değildir?. Bu istisnâ da Kamal Paşadır; O da “müstesnâ” olarak ele alınabilir ve kenarda durdurulabilir!. Konuşmalar, hele ricâl-i devlete, bu devlet (laik-ateist) de olsa, ona âid beyanlar, müstakim, tenâkuzlardan ve samîmiyyetsizliklerden âzâde olamazsa, bunun mes’ûliyyeti çok ağırdır; ve bedeli de çok pahalıya mâl olur!. Bunun, çok ağır bedel ödeyen târihdeki misâlleri ile makâlemizi daha da uzatmak istemiyoruz. Aklı çürümemiş olanlara, bu kadar nasîhat ve ihtâr kifâyet eder!..

Biz, “Allâh’dan korkmam, korkulmamalı” gibi hezeyanlar savuran; ve buna cür’etini de, “laik-ateist” devleti arkasında görmekden alan, ekran şeytanları içün diyeceğimizi ikmâle çalışalım:

Bugünün âlim kisveli zâlimlerine rağmen, dünün zâlim düşmanı “âlimi” ve Büyük mürşîd Merhûm Ahmed Zıyâüddin Gümüşhânevî Kaddesallâhu Sırrahu’l-Âlî Hazretleri, bu iğrenç küfür hezeyanlarını, bakınız hangi satırlarıyla çöplüğe fırlatıyor:

“Allâhu Teâlâ’yı sevmek, Ondan korkmakla olur. Bu korku, O’na bir saygıdır; ve O’na lâyık olamama korkusudur. İlk bakışda korku, insana sevginin zıddı gibi gelirse de, vaz’iyyet hiç de öyle değildir. O’nun her şeyden büyük, her şeyden kuvvetli ve her şeye muktedir olduğunu düşünmek, O’na ta’zîme dayanan bir korkuyu getirmektedir. …. Sevgide birinci derecede (ilk mehalede) korkulan şey, sevgilinin, sevenden yüz çevirmesi ihtimâline dâir korku; ikinci derecede (ikinci merhaledeki) korku ise, perdelenib gizlenme ve kendisini göstermeme korkusu; üçüncü derecede (merhaledeki) korku da, uzaklaşma, bir daha yakın olmama, hatta terk etme korkusudur.

İşte bunun içündür ki, Allâh’ın Rasûlü bir Hadîs-i Şeriflerinde: “Beni Hûd Sûresi ihtiyarlatdı!” buyurmuşdur…….

Allâhu Teâlâ bir kulunu sevgi hususundaki bir hatadan dolayı cezâlandırmak isterse, evvelâ o kuluna kendi nefsini beğendirir; ve artık onun, hiçbir şeye ihtiyâcının bulunmadığına inandırır. Aşkın o diriltici tecellîlerini bu kulundan gizler. Bu kul irâde ve mes’ûliyyetini inkâr ederek cebre kâil olur. Öyle kimsenin Allâh’a yakınlığı temennîden öteye gidemez. Olmıyacak şeyde hüsnüzan ederek tembelleşir ve Cenâb-ı Hakk’a karşı edâsı şart olan kulluk borcunu terkeder. Buradan da gafletin bataklık ve karanlığına gömülür…….

Bütün bunlar, bu kimselerin Allâh’ı sevme iddialarına rağmen, O’ndan uzak olub şeytana yakın ve onun emrinde olduklarını isbât ve ifâde etmektedir……………Kula gereken şey, hiçbir hâline güvenmeyib ancak Allâh’a güvenmek, O’na bağlanmak ve her hususda O’ndan KORKMAKDIR. “Allâh katında en değerli ve en şerefli olan kul, O’na karşı en çok ta’zîm eden ve O’ndan KORKUSU olandır.”

Âriflerden bazıları demişlerdir ki: “Bir kimse, içinde Allâh korkusu bulunmadan, sırf O’nu sevdiği iddiasıyla ibâdet ve tâate devam ediyorsa, içinde doğacak mes’ûliyetsizlikden dolayı kendisinde bir rahatlama meydana gelir; ve bu rahatlama o kimseyi On’a hürmetsizlik ve ısyân felâketine sürükler. Bunun aksi olarak, O’na ibâdet ve tâati, O’na karşı  içinde sevgiden eser bulunmadığı hâlde, sırf Allâh’dan korkduğu içün yapıyorsa, o kimse de bir gün gelir, yapdığı ibâdet ve tâatını terkeder. Sevgiden mahrûm kalıb, kişiyi evvelâ katılaştırır, daha sonra da vahşîleştirir…..

Seven kimse KORKUDAN hâlî olamıyacağı gibi, KORKAN da sevgiden hâlî kalamaz. Allâh sevgisinde kişinin derecesi ilerledikçe, O’na kırşı ihtiram ve ta’zimden ileri gelen KORKU da, yerini gitdikce  sevgiden ileri gelen bir kaygıya, O’na karşı kusûr işleme tehlikeli endîşesine terkeder. Bu hâl, sâlikde hakîkî mahabbet derecesinde meydana gelir.” (Rûhu’l-Ârifîn, 2002, 152-156) 

İşte dünün gerçek mürşidleri ve işte bugünün gerçek mürteddleri…

Ne hayr umulur böyle gecenin sabâhından!

(Devam edecek)

(İlk intişârı: 29.07.2014)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir