(Mes’ele): Resülûllâh Sallâllâhü Teâlâ Aleyhi Ve Sellem Efendimizin mi’râcı hak olub, bir gecenin ba’zı evkâtında Mekke-i Mükerreme’den Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’ya kadar varması nass-ı Kur’ân’la ve oradan da semâvâta urûç etmesi; ve arş ve kürsîyi ve cennet ve nârı görmesi; ve ervâh-ı enbiyâya mülâkî olarak pekçok acâib ve garâib müşâhede buyurmuş olması ehâdis-i sahîhe ve meşhûre ile sâbit ve ma’lûmdur.
Mi’râc-ı şerîf cesed-i mübârekeleriyle ve hâl-i yakazada vâki’ olmuşdur. (Tafsilât-ı lâzımesi kütüb-i siyer ve ehâdise müracaatla ma’lûm olur.)
(Kıssa-i mi’râcın muhâliyyetini iddia etmek ulûhiyyet ve nübüvvet havâss ve hakâıkına kesb-i ıttılâ’ eden kimsenin kârı değildir.
Allâhü Teâlâ’nın kudreti her mümkine teâlluk eder. Enbiyâ ise nice nice havârık ve âyâta mazhar olagelmişlerdir. Seyyârâtın ba’zılarında ma’lûm olan sür’at-i hareketin iz’âf-ı kesîresini [=kat kat fevkalade çoğaltmak] Hazret-i Resûlün veyâ râkib olduğu Burâk’ın cisminde hâlk ve îcâd etmek kudret-i Allâh’a nisbetle güç bir şey midir?
Ecsâmın kâffesi zâten mütemâsile olub bir cisme turyân eden şey, ecsâm-ı sâireye de târî olabilir. [=ansızın belirebilir]
Bu halde eflâkın hark [=yarılması] ve iltiyâmı [=yeniden kapanası] kabûl etmemesi de bâtıl olur.
Ammâ esâsen nübüvveti hattâ hakîkat-ı ulûhiyyeti de bilmeyen tâbîiyyün bir takım kavânîn-i tabîiyyeye bağlanub kalmış olduklarından bittabi’ her işittiklerini inkâra müsâreat etmek zâid ve bî lüzûmdur.
Berâhîn-i sâlifeyi nazar-ı dikkate alıb da, ma’rifetullâh esâsına tahkîm edenler ise fürû’ kabîlinden ma’dûd bu takım mebâhis ve mesâilde aslâ tereddüd ve iştibâh girivesine düşmezler. Belki sâir mu’cizât-ı nebevîye gibi mi’râc kıssa-i celîlesini de pek kolay tasdîk ederler.)
(Ayasofya Şeyhi Manastırlı İsmâil Hakkı Hocaefendi, Telhîsü’l-Kelâm Fî Berâhîni Akâid’il İslâm, sh: 68-70)